Mısırlı İhvan’ın ilk dönem önde gelen kadroları

Bilen bilir; 1928’de (kimine göre ise 1926 yılında) Mısır‘ın İsmailiye şehrinde toplanan Hasan El Benna ile arkadaşları, “El Ihvan’ul Muslımun” (الإخوان المسلمون) bilinen adıyla Müslüman Kardeşler isimli İslamcı örgütü kurma kararı aldılar.

Kimi zaman, جمعية الأخوان المسلمين (Cemiyet-ul Ihvan-il Muslımin: Müslüman Kardeşler Cemiyeti) adıyla da anılır ki, bu son isim, örgütün daha çok batılı ülkelerdeki kollarına verilmektedir.

Örgüt, o günden bu yana büyüyüp hareket halini aldı. Başta Arap dünyası olmak üzere neredeyse İslam ülkelerinin tamamında birer uzantısı veya kolu bulunuyor.

Ana merkezi Mısır’da bulunan hareketin batılı ülkelerde 1960’lardan itibaren kurulan dernek ve şubelerinin sayısı giderek artmaktadır.

El Kaide militanları tarafından gerçekleştirildiği söylenen, 11 Eylül 2001‘de ABD’nin New York şehrindeki ikiz kulelere yönelik feci saldırıdan sonra, başta Amerika olmak üzere Kanada, İngiltere, Avustralya ve Batı Avrupa hükümetleri, hemen tüm İslamcı oluşum ve derneklere yönelik kısıtlamalar getirdiler.

Küresel bir örgütlenme ağı haline gelmiş bulunan ve 1950’lerden 1990’lı yıllara kadar uzanan bir dönemde ABD ile İngiltere‘nin başını çektiği Yeşil Kuşak Projesi (Sovyetler Birliği’ni, güneyindeki Müslüman ülkeler ve hareketler tarafından kuşatma politikası) doğrultusunda hareket eden Müslüman Kardeşler ve benzeri İslami çevreler, Batı’dan siyasi destek görüyor; kendilerine hem Arap-İslam dünyasında hem de batılı ülkelerde faaliyet alanı açılmasına özen gösteriliyordu.

Biraz da bu yanıyla küresel bir nitelik kazanan Müslüman Kardeşler (kısa adıyla İhvan), ister istemez dünyanın jeopolitik dengelerinde hesaba katılan dinsel-siyasal bir hareket muamelesi görmeye, hakkında raporlar hazırlanıp değerlendirmeler yapılmaya başlandı.

2011’de “Arap Baharı” söylemiyle piyasaya sürülen ama aslında batılı emperyalistlerin kötü bir mirası ve devam eden küresel serbest piyasacı politikaları sonucu ortaya çıkan diktatörlüklere, sömürüye, yolsuzluk ve yoksulluklara karşı halk ayaklanmaları sırasında fırsattan istifade iktidara gelen yahut siyaset sahnesinde rol kapan İhvancı hareket, yeniden gözlerin kendisine çevrilmesine neden oldu.

Böylece, İhvan‘ın, Ortadoğu ve uluslararası alanda üstlendiği jeopolitik oyunlardaki rolü ve işlevi de ortaya çıktı.

Bahsedilen Arap Baharı süreciyle birlikte İhvan, 2012-2013 döneminden itibaren Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri yönetimlerince yasaklandı.

Ancak bu hareketin farklı kolları Ürdün, Fas ve Cezayir’de kontrollü bir yasallık altında faaliyetlerini yürütmeye devam ettiler.

Libya ile Tunus’taki eski rejimlerin devrilmesinden sonra, bu iki ülkedeki İhvancılar, Türkiye ile Katar’ın desteğiyle koalisyon hükümetleri yoluyla iktidara geçebildiler.

Sudan’da Ömer El Beşir yönetimi devrilene kadar iktidar ortağı ve baş destekçisi olan İhvancılar; Suriye’de tümden yasaklıdırlar ve silahlı muhalefetin bir parçasını oluşturuyorlar.

Yemen’de zaten silahlıydılar. Devrik başkan Ali Abdullah Salih’in destekçisiyken, şimdiki iç savaşta Birleşik Arap Emirlikleri-Suudi Arabistan’ın koruduğu hükümetin müttefiki olarak çatışmalara katılıyorlar.

Filistin’de ise direniş hareketlerinin en güçlüsü olup Gazze bölgesinde yıllardan beri hüküm süren HAMAS tarafından temsil ediliyor.

Bu dönüşüm ve jeopolitik oyunlara paralel olarak İhvan hareketinin Libya, Sudan, Mısır, Tunus ve Fas’taki baş destekçisi iki devletten söz etmek mümkün: Türkiye ve Katar.

Son birkaç aydır bölgede yaşanan siyasi-diplomatik-askeri değişimler nedeniyle İsrail, Körfez ülkeleri ve Mısır’la uzlaşma politikaları çerçevesinde Türkiye ile Katar’ın misafir edip himayelerine aldıkları Müslüman Kardeşler hareketinin kadrolarına ne olacağı medyada tartışılıyor.

Dikkat çeken bu değişimler, jeopolitik oyunlarda İhvan’ın durumuna da ışık tutuyor. Biz, ilgili kaynakları ararken Amerikan Kongresi’ne sunulan bir rapora rastladık ve konuya buradan başlayalım istedik.

Bahsi geçen rapor, Hükümet Reform Denetleme Komisyonu’na bağlı Milli Güvenlik Alt Komitesi tarafından ABD Temsilciler Meclisi’nin 115’inci kongresine (oturumuna) sunulmuş uzun bir brifingin yazılı halidir. Belge, 115-90 seri numara ve 11 Temmuz 2018 tarihiyle kayda geçirilmiştir.

Hükümet Reform Denetleme Komisyonu’na mahsus olarak ABD Yönetimi Yayın Dairesi tarafından matbaada basılmış belgenin ana başlığı şöyle:

“Küresel Tehdit: Müslüman Kardeşler”

90 sayfalık bir metin halinde basılıp ilgili resmi birimlere de dağıtılan raporu hazırlayan uzmanlar grubu şu isimlerden oluşuyor:

Hudson Enstitüsü’nden Hillel Fradkin, Demokrasileri Savunma Vakfı’ndan Jonathan Schanzer, Demokrasi İçin Amerikan İslam Forumu’ndan Zuhdi Jasser, Princeton Üniversitesi’nde görevli diplomat Büyükelçi Ryan Crocker, Dartmouth Kolej bünyesinde faaliyet gösteren Uluslararası Uzlaşma (Anlayış) Merkezi’nden Daniel Benjamin, John Sloan Dickey ile Norman E. McCulloch Jr.

Brifing sırasında, Müslüman Kardeşler (İhvan) hareketinin kuruluş tarihinden günümüze kadarki faaliyetleri, örgütlenmesi, ideolojisi, İslami anlayışı, Arap-İslam ülkeleri dâhil dünyanın farklı bölgelerindeki kolları, bağlantıları, kendisine bağlı kurum ve kuruluşları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmiştir.

Konunun dağılmaması açısından bu ayrıntılara girmiyorum. Ancak sunum esnasında bazı ibareler hayli dikkat çekicidir. Giriş kabilinden birkaç cümle arka arkaya sıralanmıştır.

Şöyle ki:

“Barack Obama (eski ABD Başkanı) zamanında İhvan hareketini yabancı bir terörist örgütü olarak tanımlamak, bu Kongre oturumlarında uzun tartışmalara yol açmış ve yerine gelen Donald Trump yönetimi tarafından değerlendirmeye alınmıştı. Bereket versin ki Trump, Obama idaresinin Müslüman Kardeşler hareketine potansiyel müttefik muamelesi yapma siyasetini bir kenara bıraktı.

O halde mesele şudur: Terör belirlemesi kapsamını nereye kadar genişletip, Dışişleri ile Maliye (Hazine) Bakanlığı aracılığıyla böyle bir tanıma uygun nasıl tatbikata geçebiliriz? 

Aslında İhvan, başından itibaren militan Sünni bir örgüt olup; kurucu önderi Hasan El Benna’dır. O, bir grup arkadaşıyla, örgütü 1928’de kurmuştur. El Benna’nın kaleme aldığı Cihad Yolu isimli kitapta açıkça yazılmıştır:

Cihad, Allah tarafından her Müslüman’a farz kılınmıştır. Bu farzı görmezden gelmek ve ondan kaçmak olmaz. Cihad, inanmayanlara (kâfirlere) karşı savaşmak ve bu uğurda gerekli olan her yolu deneyerek İslam düşmanlarının kudretini (iktidarını) sarsmak üzere gayret göstermektir. Buna vurmak, öldürmek, varlıklarını ganimet olarak almak, ibadethanelerini yıkmak, putlarını yerle bir etmek de dâhildir.

İhvan, bu konudaki inancını on yıllar boyu fiiliyata geçirmiş; sözgelimi, 1948’de Mısır Başbakanı’na suikast düzenlemiştir. Bu cihad ideolojisi, günümüz İhvan hareketinin (motive edici) yakıtı haline gelmiştir.

İhvancılar, Usame bin Ladin’in ölümünde taziyelerini açıklamış; liderleri de Şeriat hükmüne dayanarak devrimci şiddeti gerekçelendirip kitabına uygun gelişkin bir öğreti haline getirmişlerdir.

İhvancılar, Yahudi soykırımını (Holocaust) inkâr ederek Yahudilere karşı nefret söylemi kullanmış ve İsrail’in ortadan kaldırılması çağrısı yapmışlardır.

Ayrıca Mısır’daki Kıpti (mezhebine mensup) Hıristiyanlara karşı şiddeti körüklemiş; tahrik ve teşvik etmişlerdir. Bu nedenle bazı kiliselere saldırılar yapılmıştır. Bazılarını ise diğer terörist gruplar (IŞİD dâhil) yakıp yıkmışlardır.

(Katar’da ikamet etmekte olan Mısır kökenli ve İhvan meşrepli meşhur din adamı, aynı zamanda Müslüman Âlimler Birliği Başkanı olan-F.B.) Yusuf El Karadawi, Irak’taki Amerikan askerlerine karşı başlatılan terörist saldırıları meşru gösteren fetvalar vermiş; Yahudi soykırımını bir çeşit haklı cezalandırma olarak tanımlamış; günün birinde Yahudilere yönelik benzer bir soykırımın İslamcı dostları tarafından gerçekleştirilmesini temenni etmiştir.

Müslüman Kardeşler hareketinin mürşidi Muhammed Bedie, örgütün ana hedefinin yeni bir hilafet düzeni kurup, orada şeriat hükümlerinin geçerli olmasını sağlamak olduğunu belirtmiştir. Esasen bizler de 2012-2013 döneminde Mısır’da iktidarı alan İhvancıların neler yaptıklarına yakından tanık olduk:

Cumhurbaşkanı seçilen Muhammed Mursi, ülkede geçerli olan kanun ve kurallara uymayarak kendi mutlak hükmünü yürüttü. Devlet kurumlarını İslami radikalizmi güçlendirmek amacıyla kullandı; basın ve ifade özgürlükleri kıstı, muhalifler aleyhinde soruşturma furyası başlattı.

Mısırlı şahsiyetlerden Muhammed El Baradayi’nin deyimiyle belirtirsek, Mursi, ‘devlet aygıtını istismar ederek kendini yeni bir Firavun olarak tayin etmiş oldu…’

Mursi ve onun İhvan yönetimi artık yok. Gelgelelim İhvancılarla kolları, dünya çapında gündemlerini ve programlarını uygulamayı sürdürmekteler…

İhvan’ın bazı kollarının terörizme bulaştığı hususunda şüphe yoktur. FBI şefi Robert Mueller, Kongre önündeki tanıklığı sırasında İhvancıların ABD ve denizaşırı ülkelerde terörizme destek verdiklerini söylemişti.

Malum, Amerikan yönetimi tarafından terörist olarak tanımlanan İhvan hareketi kollarından biri de (Filistin kökenli ve Gazze bölgesini hükmü altında tutan İsrail karşıtı silahlı-F.B.) HAMAS örgütüdür. İsrail içinde gerçekleştirdiği intihar eylemleri sonucu çok sayıda İsrail ve Amerikan sivil vatandaşı katledilmiştir.

Adalet Bakanlığı’na göre; buradaki (Amerika) Müslüman Kardeşler hareketi ağı, 1990’lardan bu yana Ortadoğu’daki aktivistlerine (taraftarlarına) parasal destekte bulunmaktadır. Daha yakın bir tarihte ise Dışişleri Bakanlığı, Mısır İhvan’ın iki terörist kolunu tespit etmiştir: HASM ve Liva-ul Sawra (Devrim Alayı).

Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi devletler İhvan hareketini terörist örgüt olarak tanımlamış olup onlara karşı mücadele etmekteler. ABD’nin bu sunumdan sonra atacağı ikinci adım, İhvancılara yönelik mücadele yöntemini tartışmak olmalıdır…”

Belirtmek yararlı olacaktır: Amerikan Kongresi’ne sunulan bu rapordaki tespitler, önemli oranda istihbarat bilgi ve belgelerinden oluşmasına rağmen bazı noktalarda sübjektif, abartılı, önyargılı, tek yanlı ve toptancıdır; dolayısıyla sorunludur.

Mesela, “2003’te Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerine karşı cihat fetvası verdiği” tespit edilen Yusuf El Karadawi, 2011’de başlayan “Arap Baharı” ayaklanmalarının yaşandığı ülkelerdeki “Arap diktatörlerin devrilmesi için batılı devletlerin duruma askeri müdahalede bulunması” çağrısında bulunmuştu.

Bu müdahale daveti, özellikle Katar ile Türkiye’nin İhvan hareketine arka çıktığı politikalarla uyumlu idi.

En bariz örneği, bu iki ülkenin yanı sıra Ürdün ile Körfez ülkelerinin de Suriye’deki iç savaşta silahlı muhalefete siyasi, askeri, para ve lojistik bulunmalarıdır.

Üstelik mevcut Mısır yönetiminin şikâyeti üzerine kırmızı bültenle aranan El Karadawi hakkındaki bu karar, Aralık 2018’de Interpol tarafından kaldırılmıştır.

Raporda, El Karadawi’nin “Yahudi düşmanlığı”na ilişkin tespit bir yere kadar isabetlidir. Zira ne yazık ki siyasal veya geleneksel İslami oluşumların programlarına bakıldığında, Ortaçağ’dan kalma kaba bir antisemitizm anlayışının hâlâ devam ettiği görülmektedir.

Fakat Amerikan raporunda, içirek olarak İsrail’e yönelik her eleştiriyi, “antisemitizm” diye algılatmaya yol açan ifadeler kullanılabiliyor. Hâlbuki vicdan ve izan sahibi her insan, İsrail devletinin icraatlarında somutlaşan şoven, ırkçı ve yayılmacı siyasi Siyonizm‘e karşı durur-durmalıdır. Bu tavır, onların Musevi/Yahudi halkına karşı olduklarını asla göstermez.

Konumuza dönelim: İhvan örgütünün 1940’lardan itibaren illegal askeri bir kanadı vardı ve bu kanat “El Vahde” (Birim) olarak anılıyordu. Mısır lideri Cemal Abdünnasır, başarısız bir suikast olayını vesile ederek örgütü bitirmek üzere topyekûn bir saldırı hamlesi düzenledi. Bu hamle sonucu darbe alan birim, 1950’lerden 1990’ların ortalarına kadar adeta buzdolabına konulup donduruldu.

O tarihten sonra bu askeri kanadın yeniden canlandırıldığına dair bazı bilgi ve belgeler elde edildi; hatta sorumlulardan birinin arkadaşlarıyla mahrem konuşması sırasında bahsinin geçtiği anlaşıldı.

Örgüt on yıllar boyunca esas olarak pasif devrim (davet/tebliğ) yoluyla yani mümkün olduğunca silaha sarılmadan toplumu tabandan örgütleyerek düzeni kuşatıp değiştirme stratejisi izledi. Bu yöntem, Türkiye’de yarı legal faaliyet gösteren Gülencilerin taktiklerini andırmaktadır.

Aynı hareketin farklı kolları ise, fırsat buldukça silaha ve şiddete başvurmaktan çekinmemişlerdir.

Sözgelimi 1982’de Suriye’nin Hama bölgesindeki İhvan örgütünün silahlı kalkışması buna örnektir. Keza 1979’da Afganistan’daki Sovyet askerlerinin işgaline karşı direnen ABD destekli İhvan kollarından Burhaneddin Rabbani’nin cemaati de böyleydi.

Tunus’taki Nahda örgütü, dönemin devlet başkanı Bin Ali’yi devirmek üzere silahlı girişimde bulunmuştu. Sudan’da Hasan Turabi önderliğindeki İhvan örgütü, hem askeri darbeye katıldı hem de koalisyon hükümetleri kurmak suretiyle, dünyanın farklı bölgelerinden silahlı İslamcı hareketleri, bu arada El Kaide kurucu lideri Usame bin Ladin’i uzunca süre ülkede barındırdı.

1990’lardan 2000’lerin başına kadar süren iç savaşın İslami tarafını temsil eden FİS’in (İslami Selamet Cephesi) eski kadrolarının bir kısmı İhvan geleneğindendir. Diğer kanadı ise şiddete karşı çıkmıştır.

Ürdün’deki İhvan, genelde yasal siyasal alandaki faaliyeti tercih etmesine rağmen İhvan’ın Filistin’deki kanadı sayılan HAMAS aracılığıyla silahlı ve siyasi mücadele vermektedir. Irak İhvan hareketi, ABD destekli muhalefet içinde yer almış; ülkedeki direnişe katılmamıştır.

Bahsi geçen rapor; Tunus merkezli ve Fransızca yayın yapan Kapitalis isimli bir sitede, muhtemelen ülkedeki İslamcı El Nahda (Uyanış) partisiyle ülkedeki laik kesimler arasındaki mücadelenin bir parçası olarak Tunuslu Avukat Hichem Cherif (Hişam Şerif) tarafından 11 Temmuz 2020 tarihinde gündeme getirilmiştir.

Avukat Şerif’in sitedeki yazısında, raporun sunumu sırasındaki esas tespiti ve İslami kesimin bu tespite yönelik tepkilerini bulabiliyoruz:

“Sunumu yapan komisyon başkanı Ron DeSantis, Kongre önünde açık konuşmuştur:

Amerikan politikası, Müslüman Kardeşler hareketine bağlı radikal grupların varlığı ile terörist cemaatlere verilen destek meselesini hesaba katmamıştır.

Ancak Kongre meseleyi tartıştıktan sonra Trump yönetimi, İhvancıları terörist örgüt listesine alabilmiştir.

Bu örgütün (İhvan’ın) biri illegal ve diğeri yasal olmak üzere iki kanadı vardır. Yasal ve görünür olan ana örgüt, görece daha makul davranmış olmasına rağmen hazırlanan raporu, ‘Amerika’daki fanatik dinci sağcıların İslam düşmanı kampanyasının bir parçasıdır’ tarzında beylik bir söylemle eleştirmiştir.

Oysa İhvan’ın Libya’daki (silahlı) kolu, aynı raporu, ‘bir savaş ilanı’ olarak tanımlamıştır. Libya siyaset vitrininde boy gösteren Adalet ve İnşa Partisi Başkanı Halid El Maşri, başkent Trablusgarp’taki Amerikan Büyükelçiliğinde geçici maslahatgüzar sıfatıyla bulunan Stephanie Williams’ı ziyareti sırasında, raporda belirtilen hususların açıklığa kavuşturulmasını istemiş, aksi takdirde, ‘vahim derecede tehlikeli sonuçları olabileceğini’ söylemiştir.

Öte yandan eski El Kaide örgütü mensubu olup, başkent Trablusgarp’ta askeri konsey başkanlığı yapan kıdemli cihatçı Abdulhakim Belhac, şu anda ülkesindeki Müslüman Kardeşler ile beraber hareket etmektedir.

Böylece İhvan, daha fazla tehditkâr hale gelmiştir. Öyle ki Libya’da bulunan batılı bir diplomat, Batı’dan (muhtemelen Avrupa) ulaştırılan kaynaklar tarafından bu noktada istihbari bilgi ve uyarı almıştır.

Şimdilerde İstanbul’da bulunan Belhac’ın Amerikan Kongresi’ne sunulan rapora bakışı ise şöyle:

ABD ve Körfez’deki müttefikleri (özellikle Birleşik Arap Emirliği-BAE) Müslüman Kardeşler mensuplarına karşı savaş ilan edecekler.

Mısırlı İhvan hareketinin önde gelen ismi Kutub El Arabî, ABD’nin İhvan’ı yabancı terör örgütleri listesine alma meselesinin Filistin meselesi için hazırlanan Asrın Barışı projesiyle bağlantılı olduğunu; dolayısıyla İhvan ile diğer İslami güçlerin vereceği mücadelenin önünü kesmeyi ve muhalefeti daha doğmadan ortadan kaldırmayı amaçladığını” söyledi.

Avukat Şerif, bu rapordan hareketle, İhvan hareketinin deneyimli ve dünyaca tanınmış siması olan Tunuslu Raşid Gannuşi’nin adını ve konumunu gündeme getiriyor. Şöyle ki:

El Nahda (devrik Bin Ali yönetiminden sonraki süreçte iktidar olan ve koalisyon hükümetleri kuran İhvan hareketinin Tunus’taki kolu-F.B.) lideri Gannuşi, raporda bahsedilen İhvan hareketinin uzun yıllardan beri üyesidir. Şeffaf olmakla ve anayurdu Tunus’a sadakatiyle övünüyor, bu arada uzlaşmalara dayalı mutabakatlar yapabilme marifetini de gösterebiliyor.

Böyle bir Gannuşi, bu örgüte mensubiyeti sıfatıyla neden suçunu açıkça itiraf edip, çatısı altında terörist bir kanat barındıran ve teröristlere destek veren İhvan’ın zihniyeti, vizyonu ve felsefesi hakkında her şeyi anlatmıyor?

El Nahda, neden bu hareketi kınayıp mahkûm etmiyor? Bunu yapmıyorsa, raporda niteliği belirlenip açıklanan İhvan örgütüyle bağlantısını hâlâ koruyor ve onun vizyonunu paylaşıyor demektir!

Avukat’ın yorumuna lehte ve aleyhte okuyucu tepkilerine bakıldığında, bizdeki alışılmış o söz ve yazı düellolarına benzer ifadelere rastlanabiliyor.

Öyle ki yorum yapan bir-iki Tunuslu okuyucu, İhvan hareketi (özellikle Tunuslu Nahda lideri R. Gannuşi) ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasındaki sıkı bağlantıya imalı atıfta bulunuyor, fakat ayrıntı vermiyor.

ABD’deki o rapordan hareketle biz de akla ilk geleni soralım: Madem Obama döneminde, Müslüman Kardeşler örgütü muhtemel müttefik olarak görülüyordu ama bu tutum Trump zamanında değişti ve İhvancılar terörist olarak damgalandı.

Peki, Obama’nın başyardımcısı ve yeni Başkan Biden, nasıl bir tutum alacak?

İhvancıları “müttefik” mi, “terörist” mi görecek yoksa her bir ülkedeki tutumlarına bakarak daha özel belirleme mi yapacak?

Bu soruların yanıtı, aynı zamanda Müslüman Kardeşler hareketine dost veya düşman gözüyle bakan Ortadoğulu yöneticilerin politikasını da yakından etkileyecek.

Yeri gelmişken, çok kimsenin gözünden kaçmış olabileceğini sandığım bir bilgiyi paylaşmak durumundayım: 1957 doğumlu Lübnanlı Marunî Hıristiyan cemaati mensubu yazar Welid Faris (İngilizce Walid Phares), eğitim için gittiği Amerika’da siyaset sahnesinde erken görünmeye başlamış; özellikle 2000’li yıllarda Fox News ve NBC televizyon kanallarında Ortadoğu’daki terör konusunda yorumlar yapmış terör uzmanı sayılır.

Muhafazakâr olması nedeniyle Cumhuriyetçi parti saflarında çalışmış; bu arada ihtisas sahibi olduğu konularda Amerikan Kongresi ve Avrupa Birliği’ne bağlı kurumlarda çok sayıda brifinge katılmıştır. 2016 seçimlerinde Donald Trump’ın danışmanı olan Faris, birçok Kongre üyesinin politik danışmanlığını da üstlenmiştir.

Bu uzmana göre;

1960’lı ve 1970’li yıllardan bu yana ABD’ye göçen Müslüman Kardeşler hareketinin kadroları, sabır ve sebatla gayret göstererek Amerikan yönetiminin çeşitli dairelerinde (güvenlik, dışişleri vs) bazı kilit mevkilere yerleştiler.

Amerika’daki İslami duyarlılığı geliştirip yeni bir kuşak yetiştirdiler. Bu arada Amerika’daki karar mekanizmalarına yanaştılar, farklı lobilerle işbirliği yaptılar, think tank gibi düşünce kuruluşlarına kendilerini kabul ettirdiler.

Siyasetçilerle irtibata geçip politik düşüncelerini etkilediler. Böylece kimi zaman Beyaz Saray’daki kararlarda bile, lobilerden daha fazla etkin oldular.

Gelelim asıl soruya: ABD’de böylesine yaygın örgütsel bir ağ ile etkili fikirsel yapıya sahip olan İhvancı kadrolar, Biden’in kendileri hakkında olumlu karar almasını sağlayabilirler mi?

  1. Faris’e göre bu kesin değilse de mümkündür.

Makalemin başlığına sadık kalarak şöyle bir soruyla gelişmeleri ve olasılıkları irdelemekte yarar var:

Türkiye-Katar ile Mısır, İsrail ve Körfez ülkeleri uzlaşırken Müslüman Kardeşlerin durumu ne olacak?

Aslında bu sorunun cevabını, 24 Ocak 2021’de Independent Türkçe‘de yayımlanan “Ortadoğu’da bazı dramatik dönüşümler ve Türkiye’ye yansımaları” başlıklı makalemde vermiştim.

O günden bu yana, hasım devlet yetkililerinin uzlaşma yönündeki çabaları daha da hızlanıp oldukça somut ve görünür bir hal almıştır.

Eski hasımların, giderek birbirlerine yaklaştıkları ve uzlaşmak istedikleri anlaşılıyor. Örneğin daha önce Katar ile S. Arabistan arasında karşılıklı üst düzey ziyaretler yapılmıştı.

Aynı Katar, kavgalı olduğu Mısır’la da arasını belli yere kadar düzeltme yoluna gitti. Körfez ülkeleri, İsrail ile ilişkilerini normalleştirmeye başladılar.

Gidişata bağlı olarak Türkiye de devreye girdi; Ankara’ya mali yardım ve ekonomik yatırımlar bakımından adeta “Dış Merkez Bankası” işlevi gören yakın müttefiki Katar’ın girişimlerinden bir şekilde yararlanmak üzere, bu ülke temsilcilerini hem Körfez hem de Mısır nezdinde arabulucu olarak kullanma yoluna gitti.

8 Nisan’da Gelişen Sekiz Ülke (D-8) Teşkilatı’nın 10. Zirve Toplantısı’na çevrimiçi yöntemle katılan Mısır Başbakanı Mustafa Medbuli, “Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, ülkesinin D-8 Dönem Başkanlığı’nda ortaya koyduğu çabalardan ötürü teşekkür ederim” dedi.

Mısırlı mevkidaşı Semih Şukri’yi Ramazan ayı münasebetiyle 10 Nisan’da arayıp konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, olumlu gelişmeleri şöyle özetledi:

İki ülke arasında istihbarat birimleri düzeyindeki ilişkilere ek olarak dışişleri bakanları seviyesinde hem istihbarat düzeyinde hem de diplomatik temaslarımız var. Bizden de onlardan da ön koşul gelmedi… Suudi Arabistan’la ilişkilerimizin düzelmemesi için sebep yok. Olumlu adım atarsa biz de atarız. Aynı şey BAE için de geçerlidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da benzer ifadeler kullandı:

…Gönül ister ki belli seviyede (maslahatgüzarlık düzeyinde) seyreden ilişkilerimiz, çok daha güçlü şekilde devam etsin.

2018’den buyana İsrail ile arasındaki diplomatik bağını resmiyette kesmiş görünen Türkiye, bu ülkeyle büyükelçilik seviyesinde ilişki kurma niyetini artık gizlemiyor.

Türkiyeli Musevilerden olup yıllar önce İsrail vatandaşlığına geçmiş olan gazeteci Rafael Sadi, şunları yazıyor:

“Yıllar süren çekişmeli ilişkilerin ardından Türkiye, son zamanlarda genel olarak bölgeye ve özellikle İsrail’e yönelik dış politikasını değiştirdi. Aralık ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Türkiye, İsrail ile ilişkilerini geliştirmek istiyor. İsrail ile istihbarat işbirliğimiz devam ediyor’ dedi.

Emekli Amiral Cihat Yaycı, İsrail Hayom gazetesindeki makalesinde, Türkiye ile İsrail arasında ortak bir deniz sınırı anlaşması önermişti. Erdoğan’ın sözleri bu makaleden hemen sonra geldi.
Türkiye Cumhurbaşkanlığı Ekonomi Politikaları Komitesi üyesi Dr. Hakan Yurdakul, bu ay (mart) başında Avrupa Yahudi Parlamentosu konferansına katıldı.

Ortadoğu’da Ankara’nın ilişkilerini iyileştirmek ve normalleştirmek istediği tek ülke İsrail değil. Ankara, yaklaşık iki hafta önce de Mısır’la ilişkileri düzeltmek için Müslüman Kardeşler ile bağlantılı İstanbul merkezli TV kanallarına sınırlamalar getirdi.

İsrail’in Türkiye ile ilişkileri yeniden kurmayı kabul etmesi halinde, Erdoğan hükümeti İstanbul’da ikamet eden üst düzey HAMAS liderlerine karşı da önlem alabilir…

İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu, 10 Mart’ta Bat Yam’da düzenlenen Likud seçim kampanyasında dikkat çeken bir konuşma yapmış ve İsrail’in Doğu Akdeniz’deki doğalgaz konusunda ‘Türkiye ile görüşmelerde bulunduğunu’ doğrulamıştı.”

Anlaşıldığı kadarıyla, Körfez ülkeleri, Mısır ve İsrail ile ilişkileri düzeltip normalleştirmenin bedellerinden biri, Mısırlı ve Filistinli İhvan (HAMAS) faaliyetlerinin Türkiye ve Katar tarafından sınırlandırılması, istenmeyen bazı isimlerin ülkeden çıkarılması olabilir.

Nitekim Mısır Dışişleri Bakanı Semih Şukri, 15 Mart’taki bir demecinde şartlarını açıklamış ve şöyle demişti:

Eğer Türkiye, Mısır’ın prensiplerine ve hedeflerine uyum sağlayacağını gerçek hamlelerle gösterirse, ilişkilerin normale dönmesi için zemin hazırlanabilir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da, mart başlarında dile getirdiği, “…Sıkıntı söz konusu değil… Gönlümüz ister ki Mısır’la olan bu süreci çok daha güçlü devam ettirelim” sözleriyle pazarlığa açık olduğunu ifade etmişti.

Yukarıda dile getirilmeyen şartlardan biri de, Mısır ile ilişki kuracak her bir devletin, “Ortadoğu’daki devletlerin içişlerine asla karışmaması ilkesine uyması” idi.

Suudi araştırmacı-yazar Fehd Suleyman El Şuqeyran, Erdoğan’ın “Mısır ile yakınlaşmasının hesapları arasında Türkiye’de barınıp himaye edilen İhvan kadrolarını, Kahire yönetimiyle pazarlığında bir koz olarak kullanıp gözden çıkarabileceği ihtimaline” işaret ediyor.

Londra merkezli Ray el Yom gazetesinde yayınlanan bir makalede, Erdoğan’ın Mısırlı İhvancılara destek amacıyla kullandığı “Rabia” işaretinden vazgeçip, bunun yerine iki parmağıyla “V” şeklindeki zafer işaretini kullandığı söyleniyor ve bu durum yazarı tarafından şöyle yorumlanıyordu:

Her ne kadar AKP yetkilileri, Türkiye’deki Mısırlı ve HAMAS mensubu İhvan kadrolarını asıl ülkelerine teslim etmeyeceğini açıklasalar da, bu nokta hayli sorunludur ve altında başka anlamlar aranmalıdır.

Aynı gazete, 14 Mart tarihli farklı bir yorumunda, Mısır-Türkiye yakınlaşmasının pazarlık konularından birinin de Ankara ve İstanbul’da bulunan Mısırlı İhvan kadrolarıyla yayın organlarının akıbeti olacağına değinmişti.

Mısır-Türkiye uzlaşma görüşmesini 15 Mart tarihli video kaydında yorumlayan Ray El Yom Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan, İstanbul’daki İhvan temsilcilerinden aldığı bilgiye dayanarak şunları söyledi:

Mısır hükümeti, İstanbul ve Ankara’daki İhvan yayın kuruluşlarının kapatılmasını istemiştir. Bunun üzerine İhvan temsilcileri arasında yapılan görüşmede, Türk tarafı, Mısır Başkanı Abdulfettah Sisi’yi ve siyasetini hedef alan yayınların durdurulmasını, örgüte ilişkin görüşlerin üslubunun değiştirilmesini istemiştir.

Bu durumda muhtemelen İhvan kadroları Türkiye’den çıkarılmayacak ama basın/yayın ve örgütsel faaliyetleri bir şekilde sınırlandırılacaktır…

AKP yönetimiyle de arası iyi sayılan Atwan, 50 yıla yakın gazetecilik tecrübesine dayanarak şöyle bir tespit yapıyor:

Arap devlet yöneticileri, kendi aralarında veya başka devletlerle olan husumetlerini bitirip uzlaşmaya başladıklarında, bunun ilk kurbanı her iki taraftaki muhalif örgütler oluyor.

Bu tespitin doğruluğunu, HAMAS örgütünün 2012’den buyana Suriye, Lübnan, İran, Katar, Türkiye, Mısır ve S. Arabistan başkentleri arasında saf değiştirip dolaşıp durma macerasına bakarak da anlayabiliriz.

Kaynakça:

https://docs.house.gov/meetings/GO/GO06/20180711/108532/HHRG-115-GO06-Transcript-20180711.pdf 

Le rapport du Congrès américain qui accable les Frères musulmans


“ABD’nin Planı, İhvan’ın sonu olmayacak”, Anadolu Ajansı, 2 Mayıs 2019.
ما هو سر الإخوان في واشنطن؟, Welid Faris, independent Arabia, 9 Haziran 2020.
حماس تجتاز نصف طريق العودة إلى دمشق الميادين, El Meyadin TV sitesi, 11 Mart 2021. 
, Ray El Yom, 14 Mart 2021.هل يصبح أعداء الأمس حلفاء اليوم؟ ما أسباب دعوات التقارب المصري- التركي الأخير؟
تركياوالنزول من الشجرة, طارق الحميد, El Şark’ul Avsat, 14 Mart 2021.
إردوغان والاستثمار والبيع بـالإخوان, فهد سليمان الشقيران, El Şark’ul Avsat, 25 Mart 2021. 
, Ray el Yom, 25 Mart 2021. علامة النصر عن شارة “رابعة” فماذا عن نفي أنقرة تسليمها قيادات الإخوان

 “Mısır’dan Türkiye açıklaması: Diyalog sınırlı”, Sözcü gazetesi, 15 Mart 2021. 
“Türkiye-İsrail Arasında Flaş Gelişme”, ODATV4, 30 Mart 2021.

https://www.indyturk.com/node/346721/t%C3%BCrki%CC%87yeden-sesler/abd-kongresinin-i%CC%87hvan-hakk%C4%B1ndaki-raporu-ve-ortado%C4%9Fu-devletlerinin#.YHu_MFXoN6E.whatsapp