Kürd Kulübü, Kürd Demokratik Partisi, Mısır’daki Kürd Bağımsızlık Komitesi/ Kürd Temsilciler/Şahsiyetlerin Özgeçmişleri.

Düşünceler 

Kürdistan’da kendi özlemleri, manevi-maddi ihtiyaçları eşliğinde, ittihatçı olma ya da ittihatçı görünmenin bireysel, ailesel olarak “bana ne kazandıracak?” sorusunu kendine sorabilenler çok az bir kesimi oluştururlar.  Düşünebilen, sorgulayan, araştıran; özgür iradeleriyle, akıllarıyla, mantıklarıyla; İttihat sahip olduğu ideolojiyle bizi nereye götürecek, bu ortamda üretebilir miyiz, yaşayabilir miyiz? Sorularını sorabilenler de vardı şüphesiz ama onlar anında hedefe konuluyordu.

İttihat kadroları içinde yer alan, sempatizan ya da taraftar olan Kürtler, sırtlarını parti merkezini oluşturanlara dayayıp iftiracı, kötülük üretici, zulm sevici, yakıcı, yıkıcı, yok edici, asalak, suç üreten kişilere dönüşmüş durumdaydılar. Öte taraftan muhalif Kürtler “Bu gidişattan kimler faydalanacak? İktidar sonrası değişim, dönüşüm nereye gidiyor?” Sorularının cevaplarını arıyorlardı.

İttihattın kullandığı sloganlar, parolalar, simgeler, semboller; kendi burjuvazisini oluşturmak için devlet gözetiminde-kontrolünde Osmanlı Sarayı’nın eliyle vatandaşların mallarını, zenginliklerini gasp etmesi kafalarda yeni soru işaretleri belirmesine neden oluyordu…

Muhalif Kürtler, İttihat ilerde ne yapmak istiyor? Kürtler ve diğerleri hangi yöne doğru itiliyorlar? Deyip gelişmeleri kuşkuyla gözlemekteydiler. Kürt aydınları, entelektüelleri, aristokratları bedel ödeyeceklerini bilerek sürekli yeni sorular sormaya devam ediyorlardı: Günceli, geleceği bu demir yumruktan güç, kuvvet mi oluşturacak? İttihattın ittihatçılar dışında kimlere, hangi toplumlara faydası olacak? Kimler olanaklardan, imkânlardan yararlandırılacaklar? İttihat üretici olabilecek mi, yoksa askeri imparatorluğun olanaklarını kullanan, tüketen bir askeri/siyasi yapı olarak mı devam edecek? Bu parti halklar, etnisiteler açısından güçsüzlüğe, daralmaya, yokluğa, yoksulluğa, nüfus azalmasına yol açacak mı?

İstenilen, dayatılan ittihatçılık imparatorluk sınırları içindeki halklara, etnisitelere, farklı dinlere, inançlara ne gibi faydalar sunacak, hangi yararları sağlayacak, hangi zararları verecek? İttihatçı oldukları için atanan, seçilmiş sayılan seçilmemişler, tepeden inmeci olan ittihatçı kadrolar halklara, etnisitelere nasıl faydalı olacaklar? İşkence hanelerden çığlıklar yükseliyor, hak, hukuk nerede? Bu sorularla ortaya konulan olumsuz pratikler, İttihattın örgütlenme sürecindeki özgürlükçü söylemlerine kanıp, onları destekleyen Kürtler tarafından da sorulmaya başlanmıştı: 1908 öncesi söylenilen, dile getirilen teoriyle 1908 askeri darbesi sonrası pratik bir değildi kuşkusuz. Bu kesimler de 1908’den sonraki gelişmelere, alınan kararlara bakıp
“benim desteklediğim, iktidar olmasını istediğim İttihat bu muydu?” Sorusunu en azından kendi kendilerine soruyorlardı. İnsanların parti tercih etme hakları olmalıydı. Herkesin İttihatçı olması gerekmiyordu. İnsanları dönüştürme baskısı fazlasıyla rahatsız ediciydi. Zorlama, mecbur kılma ve temel vazgeçilmezin ittihat ideolojisi olması normal değildi.

Şüphesiz İttihatçıların Kürtler tarafından kuşkuyla karşılanan uygulamaları sadece bunlar değildi. Kürtlerin ittihatçıları yönelttikleri onlarca başka soru, suçlama vardı: İttihatçılar askeri imparatorluk rejiminde var olan sorunları, sıkıntıları artırmaktan başka bir şey yapmıyorlardı. Teklik saplantısıyla çoğulculuğu tehdit gibi yansıtıyorlardı. Kendilerinden önceki rejimden de beter uygulamalara imza atıyor, güvenilecek, elle tutulacak bir tek söylemleri, iddiaları kalmamıştı. İttihadın 1908 öncesi söylemlerine inanan farklı kimliklerden insanlar İttihattan soğumuş, incinmiş ve uzaklaşmaktaydı. Kendilerini kullanılmış hissediyorlardı. Üstelik bütün bu olumsuzlukların sonucu olarak parti mensupları, yöneticileri de yalnızlaşmıştı. İttihatçılar, üstüne oturdukları II. Abdülhamid rejiminin kendisine özgü zulmünün devamcıları olmuş, şiddet ve korku politikaları ile iktidar koltuğuna sarılmışlardı.

Şimdi iktidar olan İttihatçıların hemen hemen hepsi kendileri de imparatorluğun askeri, sivil kadroları olmalarına rağmen, diğer kadroları bütün devlet kurumlarından, kuruluşlardan atıp, uzaklaştırıyor; yokluğa, yoksulluğa mahkûm edip, süründürüyor, hapsediyor, asıyorlardı.  İmparatorluktan kalma yasama, yürütme, yargı, ordu, jandarma, polis, eğitim ve diğer birimleri işlemez, görev yapamaz duruma getirilmişti. Özgürlükler, temel haklar alanında olumlu yönde değişim, gelişme sağlanmadığı gibi var olan haklar da gasp edilmeye başlanmıştı. Kendileri de işledikleri suçların, ürettikleri korkuların esiri olmuş, korktukça daha fazla suç işliyorlardı. Bütün güçleriyle iktidar olanaklarına sarılmış, onları kullanıyor, onlardan faydalanıyor, ama buna rağmen kendilerini güvende hissetmiyorlardı. Sürekli olumsuz yönde değişiklik yapıp, iktidarlarının ömrünü uzatmaya çalışıyorlardı.

Düşünce ve örgütlenme alanlarında da tam bir faşizm hâkimdi; farklı düşünme, sorgulama, kendine ait ortamda kimliklere hizmet amaçlı çalışma, eğitim, değer üretmek yasaktı. Varsa yoksa ittihatçıların ırkçı, faşizan, tekçi ideolojisi; İttihat iyi, yüce, yapıcı, diğer partiler ve kesimler kötü, olumsuz ve değersizdi. Çok seslilik tehlike olarak ele alınıyor, değerlendiriliyordu. Bilim, sanat, edebiyat, teknoloji tehlikeli görülüyor, bu alanlarda çalışmalar yapanlar cezalandırılıyordu. Bu mesleklerden insanlar işsiz bırakılıyor, savaş tarlalarına sürülerek ortadan kaldırılıyordu. Başta yetimhaneler olmak üzere, eğitimde Turancılık propagandası ön planda tutuluyor, toplumların, etnisitelerin, halkların aydınlanması, bilinçlenmesi engelleniyordu.

Bilim, sanat, felsefe vb. alanlarda fazlasıyla baskı kurulmuş, bu alanlarda üretimde bulunan insanlar ablukaya alınmıştı. Düşünen insanlardan korkuluyor, kendileri, partileri, parti ideolojileri için tehlike olarak görülüyordu. En etkili olanlardan başlayarak, en etkisize doğru herkes üretimden düşürülmüş, yaşam alanları daraltılarak adeta beyin göçünün önü açılıyordu. Binlerce düşünen insana ve muhaliflere “zorunlu göç” dayatılırken, ittihatçıların kendi örgütlenmeleri olan fedailer, cellatlar, hapishanelerden salınıp kullanılan suçlular göç yollarına çıkartılan yüzbinlere saldırtılıyor, soyuluyor, öldürtülüyordu. Bu şekilde var olan değerler sürekli öğütülüyor, tüketiliyor, güzellikler, zenginlikler bitiriliyordu. Coğrafyanın gerçek sahiplerine karşı korkunç bir tahammülsüzlük vardı, göçertme temel politikalardan biriydi. Bu kesimlere yönelik olarak sürekli mutsuzluk ekilip, suç üretiliyordu.

Bir dönem İttihat kadrolarıyla hareket edip daha sonra bu ve benzer uygulamalardan dolayı ittihatçı kadrolara muhalefet eden Kürtlerin somut tezleri vardı ve zamanla bunu açıkça dile getirmeye başlamışlardı. Bu suçlamaların bir bölümü şöyleydi: Saraydaki padişah, paşa, bakan koltuklarına yerleşip, mecliste boy gösterip farklı düşünenlere, eleştirenlere, gerçekleri söyleyenlere silah çekerek, değişim taraftarı olan insanları korkutup yenilenmeden, yenilikten soğuttunuz; görünür şekilde sarstınız, öldürterek susturdunuz.

Kendinize özgü, çarpıtılmış vatan sevginizle iktidarınızın merdivenlerindeki halıları, mermerleri kanla renklendirdiniz. İdeolojik üretiminiz olan kötülüğünüzle insanları terke, kaçışa zorladınız, zorluyorsunuz. Terk ettirdiniz, kaçırtınız, sürgünlere mecbur ettiniz. Kendinize özgü zulmünüz, mağdurlarınızda direniş enerjisine dönüştü. Bütün olanaklarınıza rağmen bu gelişmeyi engelleyemediniz.

Sevmediğiniz imparatorluk, sevmediğiniz halklar, etnisiteler, toplumlar aslında sizden daha fazla yurtseverdirler.

Halkların, etnisitelerin savunmasız canlarına karşı askerinizi, jandarmanızı, polisinizi, milisinizi kullanıyorsunuz. Sevdiğinizi belirttiğiniz, olanaklarını kullandığınız yeni rejime bu düzeyde zarar veren sizler, eleştirdiğiniz, sevmediğiniz eski rejimin bütün olumsuz deneyimlerinden, tecrübelerinden de yararlanıyorsunuz. II. Abdülhamid’in kadroları olan zulüm uzmanlarını danışman olarak görevlendiriyorsunuz.

1908 öncesi halkların, etnisitelerin özgürlüklerini, eşitliklerini haykıran sizler, derin parti-devlet kadrolarınızla, sizlere bağlı özel örgütlenmeler, milislerle halkların, etnisitelerin mezar kazıcıları oldunuz.

Hapishanelerin kapılarını açıp kılıçları, palaları, baltaları, nacakları, kazmaları size bağlı karanlık kuvvetlerin ellerine verip, savunmasız sivillere saldırtınız. Kafeslerinden saldığınız, sizin muhafız alaylarınızın mensupları olmadan da adım atamıyorsunuz.

Geçmişte özgürlüklerini, haklarını savunduğunuzu belirtiğiniz sivillerden bugün korkuyorsunuz. Farklı suçların, suçlular topluluğu olduğunuz için korkuyorsunuz. Pratiklerinizden dolayı tedirginsiniz. Geleceği karartınız. Askeri, politik pratiğinizle, üretiminizle ilericilik propagandası yapıp, gericilikte karar kıldınız.

Örnek aldığınızı söylediğiniz Fransız Devrimi’nin hiçbir olumlu özelliğini hayata geçiremediniz. Aksine cımbızla seçer gibi oradaki olumsuzlukları kopyalayıp; devrimin evlatlarını yiyip durdunuz ve bu uygulamaları Balkanlarda, Küçük Ön Asya’da, Kafkasya’da, Kürdistan’da, Mezopotamya’da, Asya’da, Afrika’da uygulamaya koydunuz.

Yüz yıl önceki Fransa örneğinde olduğu gibi partinizin evlatlarını yemekle, kendi çevrenizdekileri etkisiz hale getirmekle, onlara zarar vermekle göreve başlayıp devam ettiniz. En iyi bilenler, en iyi analiz edenler, yerelleri tanıyanlar sizler değilsiniz. Londra, Paris, Roma, Cenevre sokaklarında, kahvehanelerde boy göstermeniz, zaman geçirmeniz halklardan, etnisitelerden, toplumsal gerçeklerinizden uzak olduğunuzu ispatlıyor.

İnsanları bir düşünceye inanmaya ya da inanmamaya, şiddet altında kimlik değiştirmeye zorlayamazsınız. Etnik, ulusal giysilerini, başlıklarını zorla çıkartıp, sizin istediğiniz tekliğe göre giyinmeye, tercih yapmaya sürükleyemezsiniz. Zor kullanarak, yasaklayarak dinleri, inançları, adetleri, töreleri, gelenekleri günlük yaşamlarından çıkartamazsınız. Toplumsal mühendislikler süreç içinde geri tepen silahlar gibidirler, bu gerçekliği bilmelisiniz, analizini yapabilmelisiniz.

Bilimden, teknolojiden, aydınlanmadan mahrum bir nesil yetiştiriyorsunuz.  Tekçi, kafatasçı ideolojiye mahkûm ettiğiniz yetimler, resmi okullardaki çocuklar; bilmeyen, kindar, intikamcı, nefret esiri sorunlu insanlar olacaklar ve sorunlu bir toplumun oluşmasına zemin hazırlayacaklar. Sizin onlara empoze ettiğiniz dar görüşlü, ırkçı, faşizan düşüncelerden ve onların beyinlerinde oluşturduğunuz hapishanelerden dolayı, onlar yaşamlarında mutsuz, uyumsuz varlıklar olacaklar: Buna hakkınız yok!

Bilgisizlik, yetersizlik, yıkım, yokluk, kıtlık, salgın hastalık, talan ve gasp bu ülkenin rutini haline gelmiştir. Bu uygulamalara karşı çıkmayan, sorgulamayan bir toplum uygar insanlık içinde kendine bir yer bulabilir mi?

Tekçi, ırkçı ve gerici bir ideolojiye sahip İttihat kadroları mı, halkları, etnisiteleri, toplumları, kimlikleri temsil edecekler? Hangi bilgeleriyle, hangi uzmanlıklarıyla, hangi özellikleriyle ulusal ve uluslararası platformlarda boy gösterecekler? Jeopolitik oyunlarınız, toplum mühendisliği projelerinizle nereye kadar yol alacaksınız? Komik tezlere dayanan tüm halkları Türkleştirme çabalarınızla, kendinize özgü dar vatanseverlik anlayışınızla açık mezarlığına dönüştürdüğünüz Kürdistan’da, Lazistan’da, Pontus’da, Küçük Ön Asya’da, Rumeli’nde, Mezopotamya’da, Arabistan’da, Kafkasya’da, Afrika’da sizler sadece soykırımlarla anılacaksınız…