1921 Kürd Soykırım Döneminde Koçgiri (PDF)

23 Aralık 1973’de Koçgiri’den İstanbul’a dönerken, haberleri dinleyen dedemin küfretmeye başlamasıyla ilginç bir şaşkınlık yaşamıştım. Dedem “İsmet Paşa” denilen kişiye küfrediyordu. Okulda bana öğretildiği şekilde, aynı cümlelerle dedeme, dede o çok iyi bir insan, bizleri, vatanı kurtarmış kelimelerini sıraladığım da “Kızım hangi vatandan bahsediyorsun? Yavrum sen O sağırın bizlere yaşattığını bilmiyorsun. Koçgiri’de insan bırakmadılar. Derelerde insanlarımızın ölülerini yan yana dizdiler. Hayvanlar insan eti yemeye alıştılar. Biz yetim, aç, çıplak kaldık. Hiç bir şey bırakmadılar. Kara bir çul buldum. Ortasından delip başımdan geçirdim. Aylarca öyle dolaştım”

TesiresDedem hem Koçgiri, hem de Dersim soykırım zencirlerini yaşamıştı. Hem tanık, hem şiddete uğrayandı. Babası dahil yakınlarının çoğu çarpışmalar da öldürülmüş, çarpışmalarda bizzat yer alan ve teslim olmayan annesi ve diğer sağ kalabilenlerse Dersim’e sığınmışlardı. Onlar, birbirlerini kaybetmişlerdi.

Okulda halkımın, Kafkas, Pontus, Mezopotamya (Mezra Bohtan), Ön Asya halklarının kasaplarını bizlere kurtarıcı olarak sunuyorlardı. Varolan, sunulan, bahsedilen cumhuriyet askeri darbelerle, soykırımlarla, devlet adına gaspetmelerle örülmüş ve şekillendirilmişti.

Okul adlı yeniçeri yapılanmasında, askeri cumhuriyetin kurumlarında özel görevler yüklenenler hazırladıkları metinleri bizlere gerçek tarih olarak sunuyorlardı. Gerçekler ise başkaydı. Hayali kahramanlar, kahramanlıklar yaratmışlardı. Sıkıyönetim mahkemelerinin gölgeleri altında silah zoruyla insanlar tek tip giyinmeye zorlanmış, direnenler idam edilmişler ve bu durum da ilericilik, devrimcilik adı altında okullarda, basında bize anlatılıyordu. Zorla insanları inançlarını değiştirmeye yöneltmenin, giyim-kuşamlarına müdahale etmenin ilericilkle, devrimcilikle ilgisi yokken, bu girişimlerle dikta yönetimin varlığı kanıtlanırken, biz çocuklar okullarda yani laboratuvarlarda kobay olarak kullanılıyorduk.

Askeri darbelerle askeri imparatorluk sürecini askeri cumhuriyete dönüştüren paşaların oluşturdukları medya onların diktatoryal yönetimlerini, farklılığı kabul etmeyen anlayışlarını cilalayarak, süsleyerek yazıyor ve beyinlerin yıkanmasına, tek tip kişilikler oluşmasına yardım ediyorlardı. Bizler de öğrenciler olarak var olan baskıcı yönetimden payımızı alıyorduk.  “Asker milletin” asker öğrencileriydik. Bu cümlelerle maskesi sivil, kendisi askeri olan sisteme, cumhuriyete kadro olarak hazırlanıyorduk.

Doğduğum, büyüdügüm topraklarda soykırımlarla birlikte var olan ekonomik ilişkiler de yok edilmişti. Açlıkla terbiye edilmek, teslim alınmak istenilen Koçgirililer, 1945’lerden itibaren Türkiye metropollerine, 1960’tan itibaren de diğer ülkelere iş bulmak, yaşamlarını sürdürebilmek amacıyla dağılmak zorunda kaldılar. Bu dağılma Angora’da oluşturulan yerinden etme, göçertme, katma, köklerinden koparma, dönüştürme politikasının bir sonucuydu.

Koçgiri’den T.C.’nin şehirlerine veya dünyanın diğer ülkelerine doğru göçme, göçmek zorunda kalma, ayrılış, devletin özel harp merkezlerinde özel olarak hazırladığı ve 1. Dünya Savaşı sürecinde M.Kemal’in emriyle Kürdistan’dan sürgün yollarına çıkartılan ve öldürülen yüzbinlerin yok ediliş pratiğinin yeni bir tekrarıydı. Asimile ve bölgeyi Kürtlerden arındırma planları süreklilik arz ediyorlardı.  Ekonomik sorunları siyasal sistem üretir. Kürdistan’da işsizlik, yokluk bilinçli olarak oluşturuluyordu. Hedef göçertmeydi.

1920’de Angora’ya taşınan ittihatçı rejimin mimarları horlama, aşağılama, kişilikte güvensizlik yaratma, özüne yabancılaştırma, uzak tutma programıyla açlık, işsizlik korkusunu birlikte işlerler. Türkü üstün halk olarak gösterme, diğer halkların ve özellikle Kürdlerin bütün değerlerini inkar etme, yok sayma sonucu hedeflerine doğru adım adım yaklaşırlar.

Öyle ya Mustafa Kemal “Milli benliklerini kaybeden milletler başka milletlere yem olurlar” diyordu. Teşkilat-ı Mahsusa idarecilerinden Mustafa Kemal ve ekibi Kürdlerin milli benliklerini kaybetmeleri için gerekli olan alt yapıyı hazırlıyorlardı.

İnsan doğası gereği kendisini bir aileye, bir aşirete, bir millete, bir dine, mezhebe, sosyal çevreye vb. veya enternasyonalizm adına dünyaya ait his eder. Bunlar insan olmanın yaratığı sonuçlardır. İnsan kimliğini oluşturan dinamikler, öğelerdir. İnsanın gelişim sürecinde kimliği oluşturan faktörler değişime uğrayabiliyorlar, gelişebiliyorlar. İnsanlara mutluluğun da, mutsuzluğun da kapılarını açabiliyorlar.

Bizler hislerimizi dışa vurduğumuz andan itibaren baskı ve zulüm gördük, görüyoruz. Bizler yaralı, mutsuz, acılı, agresif ruh halleriyle yaşıyoruz. Baskı, hisleri bastırmak, bireyi yanardağa, volkana çevirebiliyor. Koçgirililer 1921’deki soykırım sonucu oluşan travmadan kurtulabilmiş değiller. Psikolojik etkiler, sonuçlar kuşaktan kuşağa geçiyor, canlılığını koruyor.

Yazılı Kaynaklarda Savaş ve Kadınlarımız!

Savaş dönemlerinde Kürdistan’da bulunan gezginlerin seyahatnameleri ya da politik heyetlerin anı defterleri arasında bulunan notlar bizleri bilgilendirmekte “…Erkekleri ölmüş ya da cephede bulunan kadınlar çok güç bir yaşam sürüyorlar. Ne devlet ne de toplum onlara yardım elini uzatıyor. Tamamen kendi güçleriyle zor,  zor geçinmek zorundalar….. Bir kaç köye uğradık. Bu köylerden birinin Kürt köyü olduğu görülüyordu. Hepsi de son derece yoksulluk içinde, erkekleri gitmiş ve korkunç bir sefalet hüküm sürüyor. Hemen, hemen hiç eşyaları yok. Kadınlar köylerde oldukça serbestler. Aynı köylerden olanlar birbirlerinden kaçınıp saklanmıyorlar. Yabancılarla karşılaşınca yüzlerinin alt kesimini örtüyorlar. İlk anda görgü kuralı olarak. Hepsinin de giysileri çok kötü.[1]

Gelenekselliğin ağır etkisi altında olan bayanımız her zaman ulusal duygularını korumuştur. Durumu el verenler ise silahlanıp savaşmışlardır. Sürekli çocuk doğuran, kucağında ve sırtında bebek eksik olmayan kadın elbette ki bir erkeğin içinde bulunduğu ruhsal rahatlıkla hareket edemiyor, edemez de. Yapabildikleri kadarıyla çocuklarını barbarlardan (yabancı) kurtarmaya, yaşatmaya çalışıyorlar. Bunun yanı sıra cengaverlerini de (savaşçı) yalnız bırakmama uğraşı içine giriyorlar. “….Kürt kadınları bazı yerleşim birimlerinde devrime destek veriyorlardı. Yaralıları tedavi, taşıma, lojistik görevlerini yapıyorlardı...”[2]

Koçgiri sürecini yaşamış olan Nuri Dersimî savaşan bayanların varlığından bahsetmekte “ Kürt kadın ve çocukları cephelerdeki savaşçılarımıza erzak ve cephane taşıyorlardı, hatta bazı kadınlar silahlı olarak ateş hatlarında savaşıyorlardı. Kürdün tarihi kahramanlığının bu canlı örnekleri, milli dava uğrunda, Kürdün sarsılmaz bir imanla çarpışmayı bildiğini ispat ediyordu…. Munzur dağlarından geçmek esasen çok güçtü ve mevsim dolayısıyla vadilerde sular, nehirler, çaylar coşkun bir halde olup yağmur sürekli olarak yağmaya devam ediyordu. Tabiatın bu engellerine rağmen, savaş bütün şiddetiyle başlamıştı. Kürtler için artık bir ölüm kalım mücadelesi meydana gelmişti, bu sebeple eli silah tutan erkek, kadın, kız ve hatta çocuklar  bile güçlerinin  yettiği ve ellerinden geldiği kadar savaşa katılıyorlardı.. ”[3]

Hozat’dan (Xozat) gönderilen jandarmaların kendisini gözaltına almalarına Erkan köyünde yaşayan kadınların jandarmalara karşı saldırıya geçmek suretiyle engel olduklarını belirtmekte.

Türk İstiklal Harbi adlı kitabında Pontus-Yunan ve Koçgiri konusunu işleyen Rahmi Apak “…Kürt bağımsızlığı davasının ilk basamağının Koçgiri ovalarında kurulmak istenmesi bu dış tesirlerin en açık ve en kesin delilidir…(…)…Özellikle kendi menfaatleri için kandırılmış ve maiyetlerindeki (yönetimlerindeki) masum kitleyi sürüklemiş asi liderler, hiç bir başarı sağlayamadılar…(..)… Atılan bu yanlış adım bir kaç yıl sonra Şeyh Sait ayaklanması ile filizlenip kendisini bir daha gösterdi ve sert bir tenkil (örnek olacak bir ceza verme ) ile sona erdi” demekte.

Kürdistan tarihini ya bizim erkeklerimiz ya da başka halklardan erkekler yazmışlardır. Her şeyi kendilerine göre değerlendirmişlerdir. Erkeklerin cengaverliği dile getirilmiştir. Bayanların değerlendirmeleri elbette ki farklı olurdu. Kadın gözüyle savaşa yaklaşıp, savaşı değerlendirme.!

Büyük babaannemin savaştığını dedemden duydum. Dedem tanıktı. Erkeklerimiz tarihi yazarlarken sanki yalnızca erkek cinsiyeti varmış, işgalcilere-saldırganlara-gaspçılara karşı yalnızca erkekler direnmişler gibi bir hava yaratıyorlar. Oysa savaşamayan, esir düşen kadın da, erkek de en ağır yaptırımlara uğramıştır.

Bayanların konumunu ortaya çıkarmak ise biz bayanlara düşüyor. O günün koşullarında askeri veya politik mücadele konusunda kendilerini yeterli görüp sorumluluk alanlar, ülkeye ve halka karşı görevlerini yerine getirmişlerdir.

Gerekli çabayı gösterirsek, kendilerini geliştirmeyen, yeterli tarih bilgisine sahip olmayan, eksikliği fark etmeyen, çok bilen bilmeyenlerimizi de aydınlatabiliriz. Sosyal olarak gelişmiş bir Kürdistan’a sahip olmak istiyorsak, biz bayanlar çaba harcamak zorundayız. “Kürt kadını hiç savaşmamıştır. Kadın nedir ki savaşsın? Kadın erkeğe, düşman gücüne karşı duramaz, durmamıştır da.” diyenlerin geliştirilmesi, bilgiyle donatılması görevini de biz bayanlar yerine getirmeliyiz.

Geçmişte mücadele veren fakat o günün koşullarında başarıya ulaşamayan ve başarısızlıklarının nedenlerini belirten aydınlarımız bize yönelik olan beklentilerini yazmışlardır. “….. Ben sana, senin namus ve şerefini lekelememek için vatanın yalçın kayaları, yüksek uçurumları üzerinden kendilerini kurtarıcı ölümün kucağına atan binlerce gelin ve kızlarımızın feryadını inliyorum… Girdaplara (sulara) atılan, ateşlerde yakılan gelin ve kızlarımızın Kürdistan ufuklarında yankılanan iniltilerini teskin için …. özgürlük abidesine sunduğumuz binlerce kurbanlar, kendileri için bizden bir türbe istiyorlar, hatıraları için bir abide (anıt) bekliyorlar….. Bu abide, özgür ve bağımsız Kürdistan’ dır ”[4]

Ülkemize, halkımıza ve çocuklarımıza karşı duyduğumuz, duymamız gereken sorumluluk bir bütünü teşkil eder, etmelidir. Bizler vahşeti yapanları amaçlarıyla birlikte halkımıza, halklara anlatmalıyız. İnkar, gizleme barbarları cesaretlendiriyor, saldırganlaştırıyor, kontrol edilemez duruma getiriyor. Voltaire; “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil. Ulusların tarlasıdır. Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ekmişse gelecekte onu biçerdiyor.

 

Koçgirililer ne biçecekler? Koçgiri’den dışarıya çok yoğun göç kimlikleri, edebiyatı, kültürü bitirme, yok etme noktasına getirmiş durumda. Kopuş, yokoluşu besliyor.

1921’de savaşı, soykırımı yaşayanlar yazmadılar, yazamadılar. Sözlü tarihin çok az bir kesimini yazabildim. Bugünü iyi tahlil edebilmek için geçmişin ayrıntılarıyla bilinmesi gerekir. Koçgiri’den Sivas merkeze, İstanbul Gazi’ye ölüm zinciri devamlılık arz ediyor. Peki niye? Soru sorulmadıkça, cevaplar öğrenilemeyecek.

[1] Türkiye Anıları – Kasım 1921- Ocak 1922 – M.V.Froundze

[2] İ. H. Şaweyş – Rojî Nuwe – Îlon -1961, Silêmanî

[3] Kurdistan Tarihinde Dersim, Dr. Nûrî Dersimî.

[4] Dr. Nuri Dersimî, Kürdistan Tarihin’de Dersim, Halep 1952