Kürdistan’ın bağımsızlığına Kürdün özgürlüğüne kavuşması istemi 111 yıldır İttihad-ı Terakki Komitesi/Partisi’ne karşı verilen direnişlerle, mücadelelerle devam etmektedir.

Onlar “Kürd sorunu” olarak adlandıra dursunlar. Onlara göre “Kürd sorunu”. Kürd ulusu mensuplarına göre kendi toprakları üzerinde insana yakışır tarzda bir yaşam. İttitat iktidarı almaya başlamasından itibaren başta Dêrsim bölgesi olmak üzere, Barzan ve diğer bölgelere yönelik askeri seferler düzenler. Bu askeri seferlerden birisinin kapsamına Bitlis bölgesi de girmektedir.

1913’de yaşanan ve Mela Selim, Şehabeddin ve Mela Ali’yle anılan Bitlis silahlı başkaldırısını hatırlatmak istiyorum. Hareket o zamanın iletişim eksiklerinden dolayı fazla ses yapmaz, gerçek amacı, hedefleri bilinmez. Bazılarıysa kendi dar çerçevelerinde bakıp, ele alarak “gerici” olarak sıfatlandırırlar. O gerici bir başkaldırı, direniş değildir. Tam tersine komşulara el uzatan, insanca yaşamı öneren o döneme göre fazlasıyla ilerici bir direniştir.

Bitlis genel valisi Mustafa Paşa başkaldırıyı zapt edemediği, yeterli gelmediği için kendi görevini Siirt’in mutasarrıfına bıraır. İttihat-ı Terakki Komitesi başkaldırıları etkisiz hale getirmek için güçlü kuvvetler göndermek zorunda kalır.

Mela Selim Bitlis’te bulunan Rusya Genel Konsolosluğu’na sığınır. Osmanlı İmparatorluğu’nu yöneten İttihad-ı Terakki Komitesi/Partisi’nin müttefik kuvvetlere savaş açmasına kadar orada kalır. Savaş açıklaması Mela Selim’in ölüm açıklaması olur. Askeri mahkeme onu yargılar. Asılmasını ister. Savaştan dolayı Rus konsolos gidince Mela Selim yakalanır ve asılır.

11 yıl önce bütün çabalarıma rağmen biri Siirtli, diğeri Bitlisli olan iki imamdan bu konuyla ilgili bilgi alamamıştım. Kendilerinde bulunan bilgileri, ağıtları ne yayınlıyor nede veriyorlardı. Ağıtlarda yapılanlar, uygulamalar, yaşatılan gerçekler, direnişe geçenlerin amaçları en sade halde yer alırlar. İmamlardan birisinde ağıtlar vardı. Diğerinin babası harekatta yer almıştı. Geniş bilgi sahibiydi.

Benim amacımsa konuyu öğrenmek ve öğretmekti. Onların vermedikleri bilgiler kendilerinde kaldı. Kamuoyuna sunmadılar. Bense konuyu unutmadım ve araştırmaya devam ettim. Tozlu raflarda aşağıdaki bilgileri buldum. Bilgi sahibi olmak istiyenlere sunuyorum. Bilgi paylaşılmalı. Konu bir halkın tarihini, geçmişini içeriyorsa ve soykırımları uyguluyanlarca gerçekler gizleniyorlarsa, resmi yalanlarla insanlar kandırılıyorlarsa, şartlandırılıyorlarsa konu daha çok önem kazanıyor.

 Objektif davranabilen, donanımlı Kürd, Kürd tarihini yazmazsa, Kürd halkı doğru bilgi sahibi olamaz, gerçekleri öğrenemez. İşgalci rejimlerin kadroları, kiralanmış kalemleri tarafından örülen cümleleri, parlatılarak önüne sürülen sayfaları doğru olarak kabul eder. Sorgulayamaz. Kendi kahramanlarıyla savaş ve insanlık suçlarını işleyenleri birbirinden ayıramaz. Doğruları öğrenme imkânı olmayan sorgulamayı gerektiren birikimden yoksun kalır. Hedefte budur.

Konuyu bilenler haber alabildikleri oranda değerlendirip yazmışlar.

“Milliyetlerine aşırı ölçüde bağlılık ve özellikle de özgürlük duygusu, Bitlis’in, bugün sefalet içinde bulunan ve düşük düzeyli bir yaşam yaşayan bu yıkılmış yurt topraklarının insanları için evvel-ahir [önceleri de sonraları da] kıvanç ve övünç kaynağıdır.

Önderlik şerefi daha başka Kürd hanedanlarına ait olsa bile, Kürdlüğün tarihsel kürsüsünde Bitlislilerin baş tarafa yakın seçkin ve onurlu bir yerinin bulunduğu da inkâr edilmese gerektir. Geçmiş olaylar, Bitlislilerde yakıcı bir idealin varlığını inkâr değil, ispat eder.

Eski diktatörlüğe [İTP iktidarı] karşı ayaklananlar Bitlislilerdir; dünkü kanlı, katil diktatörlere [İTP iktidarı] karşı şikayet ve yakınma bayrağını kaldırarak ulu büyüklerini kurban verenler yine Bitlislilerdir. 29 Nisan [1913 Hizan direnişinden sonra yöresel Kürd liderlerinin Bitlis’te idam edildikleri tarih] poyrazının darağaçlarında sağa sola salladığı Kürd büyüklerinin mübarek cesetleri, Bitlis ve çevresinin temiz alnına bir varlık damgası, bir yaşam ve bir beka [kalıcılık, kalıcı olma durumu, sonsuz yaşam] hakkı beratı nakş etmiştir. İttihatçı hainlerin, (İTP’nin hain yöneticileri) o dikta liderlerinin dediği ve hala kimi basın yapraklarının şuna buna övünç dayanağı olacak biçimde sayfa ve satırlarını doldurduğu o olaylar İTP’nin zulüm ve diktatörlüğünü, kanlı ellerini kırmak için girişilen bir hareketti. O hareketin uğradığı akıbet ve gördüğü karşılık, İttihatçıların bilanço defterine kanlı satırlar ve sayfalarla işlenmeye değer.Bitlis öyle bir zulüm ile karşılaşmıştı ki o zulüm, sadece Mustafa Abdulhalık’ların ikbal sandalyesini yükseltmeyi amaçlıyordu.” (Bitlis, 21 Mart 1919, Bitlis Kürdlerinden Y. Ziya)

“Kürd yazarı ve halkbilimcisi Lav Reşid, o direniş üzerine uzun bir yazı yazmış. 1913 yılında Hizan ve dolaylarında Kürd¬ler arasında örgüt kurulup propaganda yapıldığını ve silah dağıtıldığını be¬lirtmiştir. Bu işin önderi ve yöneticisi de Mela Selim’di. Hükümet bu olay¬lardan haberdar olunca Mela Selim tutuklanmışsa da köylülerin yardımıyle kurtarılmıştır.

Bitlis valisi, kentin ileri gelenlerinden bir heyeti Hizan’a göndermiştir. Mela Selim bu heyete, “Vali Bitlis’te ne duruyor? İşte Musa Bey [Motkan aşireti lideri Hacı Musa Bey] bize vali” demiştir. Ancak heyet daha sonra Mela Selim’ i ikna et¬miş ve hep birlikte Bitlis’e gitmişlerdir.Mela Selim Hizan’a döndükten sonra bu kez Şeyh Şehabeddin’e bir mektup yazdırarak valiye göndermiş ve kendisini tehdit etmiştir. Bu mektup üzerine Van valisi Tahsin Bey askeri takviye istemiştir. Hükümet ise valiyi görevden alarak yerine Siirt Mutasarrıfı Mustafa Abdulhâlık Renda’yı atamıştır.

Lav Reşid direnişin gelişme ve sonucunu da anlatmış ve o sırada Hizan üzerine gönderilen bir tabur askerin yenilip Bitlis’e çekilmek zorunda kaldığını belirtmiştir. Kürd güçleri de o taburu kovalayarak Bitlis’e kadar gelmişler ve kente girerek Kanîzıwa ve Hersan mahallelerini kendi denetimleri altına almışlardır.

Ancak Kürd güçleri hem sayı hem de silah ve techizat bakımından eksiktiler; birçok Kürd savaşçı sopa ve hançerlerle top ve mitralyözlere karşı savaşmışlardır. Ama fazla direnememişler ve çekilmişlerdir. Direnişin kırılmasından sonra büyük miktarda askeri birlikler Hizan’ın üzerine gönderilmiş ve birçok Kürd tutuklanmıştır. Mela Selim ise Rus Konsolosluğuna sığınmıştır.

Daha sonra Bitlis’te askeri mahkeme kurulmuş ve 18 kişinin idamına, birçok Kürdün de Kürdistan’dan çıka¬rılmasına karar verilmiştir. Şeyh Şehabeddin, Seyyid Ali, Şeyh Mehmed Şirin, Fakî Halil (Feqî Xelîl), Mela Muhiddin de idam edilenler arasındaydı. Mela Selim ise I.Dünya Savaşı başlayıncaya dek Rus Konsolosluğunda kalmış; 1914 yılında Osmanlı-Rus savaşı başlayınca konsolosluk kapatılmış, Mela Selim de o zaman idam edilmiştir.” (10.4.1919 / Bir mektup ve Law Reşid.)

-İttihad-ı Terakkı Hükümeti’nin sübjektif icraatına ve halkın uğradığı zalimce yönetim biçimine karşı adalet isteyen bir hareket.

O zamanlarda hükümet çevreleriyle ilişki içinde bulunan Ahmet Ağayef adlı yazar, yazmış olduğu bir yazıda, Mazhar Bey’in beceriksizliğinden söz ediyor ve terbiyesizce sözlerle Kürdleri niteliyordu. Yeni Vali Bitlis’e ulaşınca, daha önce harekete karşı gönderilen bir taburluk güç, şiddetli bir kar fırtınası sırasında saldırıya geçen Kürdlerle şiddetli bir çarpışmaya tutuşmuş ve yenilgiye uğrayarak kasabaya geri çekilmiş bulunuyordu.

Saldırıya geçenler, bu gücü kovalayarak kasabanın güneydoğusuna düşen “Kanîziwa” (Kuruçeşme) adlı Ermeni mahallesi ile “Hersan” adlı Kürd mahallesine gelmişler ve adı geçen mahalleleri işgal etmişlerdi. İşgal edilen mahallelerdeki Ermeniler, Kürdleri iyi karşılamışlar ve kendilerine yiyecek, içecek ikram etmişlerdi. Hükümet konağı yöresindeki mahalleler de bulunan Ermeniler ise, temsilcileri aracılığıyle hükümetten yeterli miktarda silah alıp silahlanmışlardı.

Kentte genel bir heyecan ve yürek çarpıntısı hüküm sürüyordu; herkes olayların izleyeceği gidişi merak ve beklenti ile bekliyordu. Mahallelerin bir kısmı, saldırıya geçmiş olan Kürdlerden yana oldukları halde, çoğunlukla saldırıya uğrayacaklarından korkuyorlardı. Bununla birlikte birçok genç, Kürdlerden yana geçmişlerdi. O gece derin bir beklenti ve tereddüt içinde geçti. Kentin bazı mahallelerinde yaşayan aşiretler Zeydanîler, Mermutîler, Komisliler Mela Selim’lerin tarafını tuttukları halde kesin kararlarını verememişlerdi. Saldırıya geçenler ise, her nedense, kentin Hersan mahallesinden başka öbür mahalleleriyle bağlantı ve ilişki kurmamışlardı. Bu nedenle o gece güçlerine güvenerek ya da umulmadık sonuçların ortaya çıkması olasılığına karşı, güvenemeyerek, kenti tümüyle işgale girişememişlerdi. Sabahleyin ortalık ağarır ağarmaz, bütün gözler, saldırıya geçmiş olanların bulundukları tarafa doğru dönmüştü. Gerçekte, kasabanın en hakim noktası bulunan Dideban (Romalılar tarafından yapılmış olan Bitlis kalesinin yine bu adla bilinen dağın tepesinde bulunan gözetleme kulesidir) ve Şerîbey tepelerine, üzerinde “kelime-i şehadet” yazılı bayrak çekilmişti. Mahalli hükümetin iki taburluk düzenli ve jandarma gücü ile iki dağ topu, iki mitralyözü ve çok miktarda silahları vardı.

Yeni Vali, askeri deposunu aç¬tırıp silah ve cephane dağıttığı gibi, kasabanın hakim noktalarından olan ka¬leye, kışlaya, hükümet konağına ve Gökmeydan mezarlığına top ve mitralyözler mevzilendirmişti. Sabahleyin başlayan çarpışmalar akşama kadar sürmüş ve pek heyecanlı olmuştu. Kürdler sayıca az oldukları gibi, silah ve cephaneleri de yok denecek kadar azdı. Çoğunluğu hançer ve değnekle donatılmış olduğu gibi, komutadan, disiplinden ve düzenden de yoksun idiler. Aralarında, liderlerden sayılan eski Şirvan beylerinin torunlarından Mehmed Emin, merhum Padişah Sultan Hamid’in tüfekçilerinden Hewirs’li Ali Ağa, Xumaçlı Ferso vb. vardı. Mehmed Emin ile Xumaç ağası Ferso’nun karşı koymaları pek yiğitçe ve kahramanca idi.

Top gürültüsü, sürekli olarak yağan ve çevreyi tarayan mitralyöz yağmuru, Kürdlerin muhtemel bir saldırısından ürkerek hükümete yardım eden güçlerin eklenen yardımı karşışında hazırlıksız olan Kürdler hiç kuşkusuz geri çekilmek zorunda kalacaklardı. Mela Selim’in emri altındaki halktan ölü ve yaralılar olunca saldırıya geçmiş olanlar çarpışma alanını bırakıp yerlerine dönmüşlerdi. Çarpışmalar sırasında Kürdlerden 8-9, askerlerden de bir o kadar ölü ve yaralı düştüğü gibi, halktan da kaza sonucu olarak 20 kadar kişi ölmüş ve yaralanmıştı.

Sonuç; En çok mitralyözlerden yakınan saldırıya geçmiş olanlar, dönmeye başlamışlardı. Mela Selim, 16 kişilik arkadaşları ile birlikte, yol üzerinde bulunan Rus Konsolosluğuna iltica etmişti. Şeyh Şehabeddin ise, bu sonuç üzerine Van gölü kıyısına inerek yelken gemisiyle Erciş’e, oradan da sınır bölgesine doğru giderken, ilk söylentilere göre Ruslara iltica etmeyi onuruna yediremeyip teslim olmuş, son söylentilere göre de Zilan deresinde tutuklanarak Bitlis’ e getirilmişti.

Olayın son şekli üzerine, Hizan ve Bitlis’e büyük miktarda düzenli asker-ler gönderilmiş ve Bitlis’te sıkıyönetim ilan edilerek, böyle durumlarda hep yapıldığı gibi sıkıyönetim askeri mahkemesi kurularak sert bir biçimde harekatı yürütmeye başladığı gibi, bir yandan da Hizan üzerine asker gönderilmeye başlanmıştı. Hizan üzerine yürüyen Osmanlı askerleri hiçbir karşı koymaya uğramadan doğruca Hizan şeyhlerinin mezarlıklarının ve tekkelerinin bulunduğu Gayda’ya ulaşmışlar. Seyyid Ali tarafından karşılanarak ağırlanmışlar; Seyyid Ali, kovuşturma harekatı süresince Padişahın askerlerini beslemişti.

Kovuşturma sonucu olarak 300’e yakın kişi tutuklandığı gibi, Seyyid Ali de, “sadece merkezde bulunması gerektiği”nden söz edilerek Bitlis’e getirilip tutuklanmıştı. Bir ay kadar tutuklu kaldıktan sonra sıkıyönetim askeri mahkemesi, yargılamalarını sona erdirmiş olacak ki, Şeyh Şehabeddin’in Bitlis’e ulaşmasından birkaç gün sonra 18 kişi hakkında idam emri çıkarak, üç ayrı gecede kasabanın değişik yerlerinde idam hükmü yerine getirilmişti.
Seyyid Ali, Şeyh Şehabeddin, Feqi Xelîl ve başkaları Gökmeydan’da; Şeyh Şirin, Mela Muhyeddin, Feqi Cindi ve başkaları da Çarşı meydanında asılmışlardı. Gökmeydan’ın tarihsel bağrı üzerinde kurulan idam sehpaları altında pek müthiş, pek acı bir facia oynanıyordu: Şeyh Şehabeddin, masum kalbiyle ipin altına geldiğinde, o zamana değin kırgın bulunduğu Seyyid Ali ile helallaşmış ve öfkeli bir şekilde söylenmek isteyen Feqi Xelil’e susmasını emrettiği gibi, çevresindekilere de ümitsiz ol¬mamalarını söyleyip, büyük bir dayanıklılıkla kendisini cellatlara teslim etmişti.
Asıldığı ip iki kez kopmuş ve Şeyh Şehabeddin, “Allah’ın affettiğini siz affetmiyorsunuz, benim için kalın bir ip getiriniz” demişti. Seyyid Ali de davranışları ile uğradığı feci akıbet arasında hiçbir ilişki göremediğini ve akıl erdiremediği bu zalimce sonuç karşısında “dost eliyle ele karşı asılmanın kendisine pek ağır geldiği”ni söylemişti.
İdam edilenler, Bitlis Hanları ile Rojkan aşireti ağalarının türbelerinin bu-lunduğu Eski Mezarlıkta toprağa verildiler. (Bu şehitlerin kemikleri, 1951-1952 yıllarında, gömülmüş oldukları yerleden çıkarıla¬rak Hizan’ın “Seyidava” köyüne götürülmüş ve oradaki mezarlığa gömülmüştür.) Dostlar ve müritler, 15 gün kadar akın akın mezarlarına gelerek ağıt yaktılar ve matemlerini, acılarını belirterek, bu facia için matem usulü ile yaktıkları ağıtları söylediler.
Ziyarete gelen kafileler tüm olarak kasabanın içine bırakılmıyorlardı, grup grup ge¬lerek ziyaret edip gidiyorlardı. Aksi takdirde geniş ölçüde gösteriler düzenleneceği kuşkusuzdu. Ayrıca hükümet, Seyyid Ali’nin küçük oğlunu rehin olarak Bitlis’te ikamet ettiriyordu.

Şeyh Şehabeddin’in ve Seyyid Ali’nin idamı Bitlis’te, Hizan’da, Kürdistan’ın çeşitli bölgelerinde acı etkiler uyandırdı; etkilenmedik bir tek yaratık kalmadı. Hiç kimse, bu ansızın ve gaddarca sonucu beklemiyordu. Özellikle Seyyid Ali’nin olayda katkısı ve içten gelen ilişkisi yoktu. Şeyh Şehabeddin’ in de suçsuzluğu ve aklığı ortadaydı.
Mela Selim, 55-60 yaşlarında, Genç dolayları Dumıli/Dımıli/Zazalarındandı. Dinsel ve Arapça bilimleri bilen, bilgin ve dindar bir zat idi ve olayda oynadığı role bakılırsa, “kendine özgü kişiliği olan” kimselerden sayılabilir. İradeli ve ideal sahibi olduğu anlaşılıyor.

Mela Selim, Şeyh Şehabeddin’in çocukluktan beri eğitim ve öğretimi işinde bulunmuş ve bu nedenle de hem lalası ve hem de hocası olduğu gibi, şeyhlik makamına geldikten sonra da yol göstericisi ve aynı zamanda da “Başhalife”si idi.( “Mürid”, Nakşibendı tarikatına bağlı olanlar için kullanıldığı gibi, “halifelik” de, adı geçen tarikate bağlı olanlardan aranan niteliklere sahip olan kimselere verilen özel bir rütbedir.).

Şeyh Şehabeddin, 30 yaşlarında, beyaz sarıklı, saygı uyandıran bir yüze sa¬hip, şişman, övülecek nitelikleri olan bir zat idi. Dinsel ve Arapça bilimleri bilen, dünya işlerinden sakınan, kendini ibadete veren, iyi nitelikleri huy edinmiş erdemli bir insan ve gerçek bir şeyh idi. Hocasına karşı, yüreğinde zaafa yakın derin bir saygı ve bağlılık duygusu beslerdi. Bu duygularını ölüm karşısında bile göstermekten çekinmemişti.

Sıkıyönetim askeri mahkemesi¬nin, valiye o bilinen mektubu yazıp yazmadığı sorusuna, “hocasının arzusunu yerine getirdiği” karşılığını vermişti. Hizan’ın “Paknûs” köyünde otururdu. Yazın ise, Bitlis’e yakın, ormanlarla çevrili, güzel bir yerde bulunan “Seyidava”(Seyyid’in yaptırdığı yer) adlı yazlığa giderdi. Halkın gönlünde, tapınma derecesine varan bir olağanüstü saygıya ve manevi nüfuza sahipti.

Tarikate bağlı olanlar arasında “Gaws”( yardımcı, imdada yetişen kimse) unvanıyle yüceltilen atası Mela Sebatullah hazretlerinin (1) Celaleddin, Hasan ve Nur Muhammed ad¬larındaki üç oğlundan Seyyid Nur Muhammed’in büyük oğlu idi. Seyyid (1) Mela Sebatullah, Nakşibendı tarikatını yaymak için Büyük Seyyid Taha hazretlerin¬den izin almışlardı. Gerçekte Seyyid Taha hazretieri, daha birçok saygıdeğer zata(örneğin Siirt dolaylarında Fersav Şeyhi, Bitlis’te Şeyh Muhammed Küfrevı gibi) izin vermişlerdi.

Bu zatların gerek yaşamlarında kendilerinin, gerekse vefatıarından sonra soylarının nüfuz ve maneviyat alanları gayet genişti. Örneğin Bitlis’te Şeyh Muhammed Küfrevı hazretlerinin türbesini ziyaret etmek üzere ta Kars dolaylarından gelen ziyaretçilerin, medet uman iniltilerle ve saygı ile eğilerek türbenin önünden geçtikleri olur. Yeri gelmişken şunu da söylemek gerekir ki, dağınık ve sayıca az topluluklar dışında Kürdlerde din olarak Müslümanlık, mezhep olarak Şafiilik ve tarikat olarak da Nakşibendılik, öteki benzerlerine oranla daha üstün durumda ve çoğunluktadır.
Ali ise, Seyyid Celaleddin’in oğlu idi. Şeyh Şehabeddin, amcası oğlunun dünya işleriyle ilgisinin fazla olmasından ve gösteriş ve debdebe ile uğraşma¬sınden dolayı kendisine kırgındı. Seyyid Ali, 30 yaşlarında, esmer benizli, siyah gözlü, çatık kaşlı, orta boylu, babayiğit tavırlı, kibar bir “bey” idi. Kıyafet bakımından birçok beyden ayrıydı. Başına, kenarlarına “Ahmediye” denilen ipekli yazma sarılı fes giydiği gibi, kostümü de Anadolu kasabalarında yaygın olan şekilde idi.(l) Kürdler arasında, kendisine özgü takma adıyle “Hutê Gewr”(Boz Ejder) diye anılırdı. Görkemliliği ve varlık içinde yaşamayı pek severdi.

Yetkinliği ve nüfuzu Hizan, Kevaş, Şetek, Tatık dolaylarında geçtiği gibi Melazgırd ve Bulanık’a kadar uzanmakta idi; bütün bu alanda tekkeleri ve müritleri vardı. Tanrı’nın kullarından günde 200 kişinin, tekke ve misafirhanesinde yedirilip ağırlanmış olduğu söylenmektedir. Tekkenin esas gelirini, vakıf arazisi oluşturuyordu. Emrinde 300’e yakın savaşçı vardı. Bu miktar, seferber olmayı gerektiren bir durum karşısında binlere ulaşabilirdi. Yalnız, bir kişinin anlattığına göre, savaşçılarının askeri açıdan önemleri, öbür aşiretlerin süvarilerine göre, donanım ve düzen bakımından eksikti.

Seyyid Ali’nin sürekli olarak artan nüfuz ve gücü karşısında birçok rakibi de ortaya çıkmaktaydı. Bu arada Ermeni çetleri dahi vardı. Fakat bu tehlikeli güçle başa çıkamayacaklarını anlayan çete liderleri,(söylentiye göre Aram, Işhan ve Remyan) geçmişte omuzdaşlarının denemiş oldukları gibi, Sultan Abdülhamid II’ nin saltanatının sonlarına doğru Kafkasya’dan gelen Ermeni çete liderleri, Hasanan aşireti liderlerinden Rıza, Musa Bey’in kardeşi Kasım Bey ile bir süre işbirliği yapmışlardı. Bu kez de Karçıkan’da ve Çemê Xanê tekkesinin bulunduğu “Kêsan” adlı yerde Seyyid Ali ile görüştükIeri söylenir.

Seyyid Ali, öyküsünü anlatmakta olduğumuz olaya karşı olumsuz ve ta-rafsız bir durum almıştı. Bu durumu, soruşturma kurulunun görüşü pekiş-tirdiği gibi, çarpışmalara katılmış olan ve olaydan iki yıl önce evinden kovmuş olduğu oğlu Haydar’ın cezalandırılması gerektiğini de hükümete bildirmişti. Bu nedenle olacak ki, kendisinden kuşkulanmamakta idi. Yoksa ortadan kaybolacağı kuşkusuzdu. Aynı zamanda, olayda etkin olanlara, kendilerine yardımcı ve destek olduğu konusunda haber ulaştırmış olduğu söylenmekte ise de bunun belgelerle pekiştirilmesi gereği açıktır.

(1)-Kürdlerde ulusal başlık giysisi, keçekKülâhtır. Değişik biçimleri vardır. Son zamanlarda Türklerle ilişki kurmaya alışmış bulunan kentli Kürdler de giydikleri feslerin çevresine yazma sarmaktadırlar. Kostümler de, “welat” denilen coğrafi bölgelere göre (Rojkan, Motkan, Garzan, Botan vb.) bir özellik gösterirler. Bunlardan Motkanlıların giyiniş biçimi gayet sade ve iyidir.

Şeyh Şehabeddin ile aralarında var olan karşılıklı nefretin ortadan kaldırılması için her ne kadar çalışılmış ise de başarı elde edilememişti. Aslında Seyyid Ali, olayın meydana gelmesinden önce, durumunun her yönden önem ve ağırlık kazandığını önsezi ile görerek, her şeyden vazgeçip Şam’a gitmek düşüncesinde bulunuyordu.

Ortaya çıkış biçimi ile akış biçimini, daha doğrusu dış yüzünü, kişilerini ve sonuçlarını gözden geçirdiğimiz olayın “iç yüzü” konusunda doğru bilgilerimiz bulunmamakla birlikte, niteliğini ve temel etkenlerini şu şekilde üç nokta üzerinde toplayıp özetlemek mümkündür.

Şöyle ki: 1- Bu olay, İttihad ve Terakkı hükümetinin sübjektif icraatına ve halkın uğradığı zalimce yönetim biçimine karşı adalet isteyen bir hareket idi.

2- Olayın çeşitli aşamalarında nüfuz ve rekabet iddialarının etkisi görülmüştür.

3- Dinsel istekler görünümünde ortaya çıkan ulusal ümitler sön-dürülmüştür. (Law Reşîd) (Jîn-Türkçe-Kürdçe mecmua, 1918-1919)