Ben milletimle hasbihali pek arzu ediyorum. Sohbet ve arkadaşlığından mahrum edildiğim vatandaşlarıma çok hem de pek çok şeyler söylemek istiyorum. Lakin maalesef hiçbir şeyi söyleyemiyorum. Çünkü dinlemeyi tahammül edemeyen dimağlara, hakikat sesi yıldırım tokmağı gibi kötü tesir ediyor. Bilmem Şark’ta fıtratın icabı mıdır nedir? Bizim fikrimiz göğsümüzdedir. Her işimizde galip amil (etken) tefekküratımız (düşünmemiz) değil duygularımızdır. Biz ne istiyorsak ve nasıl istiyorsak onu öyle yapmak isteriz. Her şeyden ziyade fikri muameleleri gerektiren alemşümul (evrensel) seyahatleri bile arzu ve hissiyatımızla telif hevesinden geçemiyoruz. En yüce siyasi menfaatlerimiz heveslerimize uygun düşmezse keyif ve havamıza feda ederiz. Velhasıl serden geçer yardan geçmez. Bilahassa bugünlerde etrafımızda dönen ve her çeşit havadis tufanı ve üstün derhal değişik şekillerde yorumlanıyor. Hayali delillerimiz kalbimizin çarpıntısıyla ahenkli olmayınca derhal bir aksülamel (tepki) hasıl ediyor ve bu halde suizan (kalbe kötü düşünce), iğbirar (kin), batıl iftiralar birbirini takip ediyor. Böyle kalbiyle düşünen, fikriyle isteyen bir muhit (bölge) içinde görünen hakikatleri bile sakız gibi çiğnenmeden söylemek mümkün olmuyor.

İşte bu suizan, bu kilûkal (dedikudu), hakikat lisanını lal ediyor; vatan aşkıyla tutuşan kalplere bıkkınlık veriyor. Naçar biz de fikir ve idrakin arzu ve heveslere galebe ve hakimiyeti tahakkuk edinceye kadar sükûn ve intizara (beklemeye) mecbur oluyoruz.

Bundan dolayı haspihallerimiz hevai ve sathi (yüzeysel) olmaya mahkumdur. Hitaba başlamadan muhatabı tayin mecburiyeti var. Çünkü milletimden başka aklımı dinleyen olamaz. Milletim kimdir? Gerçi kozmopolit olmak rağbet edilen bir haslet değilse de mukadderatımın huyuma aşıladığı ülfet (dostluk) sakine galebe (yenmek) etmekte, müşkülata düçar oluyorum. Ben İslam aleminin muhiti bulunduğu millet ve kavimlerinin hiçbirinden soyutlanıp uzaklaşmayı istemiyorum. Hatta bütün Şark kavimlerini kardeşlerim diye sayıyorum. Bu insanlık cemiyetlerinin hepsine bağlı ve mensup olmak amacı, ruhumun gıdasıdır. Çocukluk dönemimden beri birkaç kavim ile pek samimi bir nispet ve alaka peyda etmiş ve adeta vatandaş olmuş idim. Arkadaş ve dostlarımın onda biri bile mensup olduğum ırkı ve vatanı ayırmada mütehayyir (hayrete düşen) ve mütereddit (ikircikli) idi, uzun bir gurbet ve aralarında yaşadığım milletlerden görmüş olduğum sıcak bir samimiyet, ruhuma yüce ve ebedi bir sevgi bağını bırakmış idi. Lakin çı (ne) fayda! Ben bu kardeşlik ve İslamiyet duygusuyla iftihar ve şaşkın zevklerde iken dostlardan her biri bir iftihar ve mütehakkimane ile (tahakkümle) milli nispetini ilan etmeye başlayınca kendimi üvey kardeşler arasında buldum. İşte o zaman Mirza’nın hasretli gözleri, anne kucağından cidden ve mahrum kalan felaket yetimleri gibi anavatanı aramaya mecbur oldu. O günden beri ta kalbimin derinliklerinden kopan bir hissi tahassür (hasret duygusu) beni vatana cezb etti.

“Kürd” kelimesi bütün havasısımı (duygularımı) vecde getiren manevi bir elektrik mahiyetini aldı. Kürdistan’ı görmediğimdendir?  Yoksa tesaddüf ettiğim bazı fertleri hayalimdeki tasvirler timsali hamiyet gibi canlı ve gayretli bulmadığımdan mıdır? Bu iftihar unvanı hiçbirine tevcih edemedim. Hayret içinde Kürd, bir hakikat midir? Yosa bir ismi bimüsemma (varlığı olamayan bir isim) midir terddüdü hasıl olunca, aynaya bakar ve işte ben Kürdüm ve Kürdoğluyum mağrurane bir duyguyla bu yüce namı kendime hasredip iftiharla açıkladım. Kürdlüğün yalnız bir müşahhas misalle yetinmedim. Ansızın hatırladığımda Kürdün bilinen ifade eşkaline benzemeyen bir beyan tarzı var. Kürdün ayrı bir dili var ve bu sayede ezeli (eski) mevcudiyetine dair delili var.  Kürd dilinin noksan (eksik) beyanını; Kürd tarihinin olmadığını iddia edenler, aldandıklarını yakın bir zamanda anlayacaklardır. Bununla birlikte biz dilimizden pek memnun ve ümitvarız. Tarihimiz ise cevherimizin zatında saklıdır. Bizim tarih gibi müteber (itibar gören) milletlerle ilişiğimiz olmasa da istikbale nispetimiz var.

Kürdlerin insanlığın yayılmasından beri hasrete düşürecek bir vatanı var. Kudret eli, Kürdistanı tabiat haritasında öyle açık ve itiraza kabil olmayan tabii hudut (çizgiler) ile tahdit etmiştir ki, ne en fettan diplomatların hile kalemi ve siyaseti ne de en haris (hırslı) fatihlerin keskin kılıçları o hududun bir noktasını tahrif ve tebdil edemez (değiştiremez).

Kürdistan: “Rusya, Van, Fırat, Dicle” havzalarından oluşmuştur. 34 derece Kuzey arzından (kutbundan) geçen daire-i mütevaziye (enlem), Kürdistan’ı güneyden Arabistan çöllerinden ayırır. Hakikatine kim itiraz dilini uzatabilir? Ve hangi safsata ile iddia edilenin yanlışlığına cürret eder? Çünkü bu hakikat bariz, görülen ve ebediyen mevcuttur. İşte Kürd özel vatanıyla da mevcudiyetini ispat ediyor. Irk, dil, kadim vatan ve has gibi üç kesin delille Kürdün müstakil bir millet olduğunu tahakkuk ediyor, güneş kadar aşikar olan bir hakikat nasıl inkar olunabilir? Niçin o nezih ve kahraman milleti hafifsemekle ruhuna kin tohumlarını bırakıyorlar? Medeni ve kadirşinas milletlerin lügatında “Kürd”lük kelimesi, aşırı bir izzet-i nefis, ciddiyet ve vakar, şahamet (cesaret), cömertlik ve yiğitlik gibi yüce meziyetlerin medlulü (gösterileni) iken, bu fitri lütuftan paysız kalanlar Kürde istihkar nazarıyla (hor görmeyle) bakmakta mazurdurlar.

Fetihçi milletlerin eziyet, kahır ve baskısından bozguna uğrayan ve perişan bir halde Kürdistan’a iltica edenler veya bazı beyliklerin bakiyeleri halinde o pak toprağa yapışıp kalanlar gibi, biz de birkaç bin kişilik bir karışımın mevcudiyetiyle başkalarının vatanını temellük iddiasında bulunsaydık; vatan hududu haricinde Loristan’ın şarkından Kılikya, Suriye, ve hatta Mısır’a ve Afgan diyarına kadar atlamış oldurduk. Lakin Kürdler ne sair (başka, öbür) kavimlere tahakküm ne de cihangir imparatorluklar tesis etmek hırs ve hayalinde bulunmadıklarından yüzbinlerce hemrıkımızı güvenli vatanda misafir olanlara mukabil hariçte bırakıyoruz ve onların asırlardan beri kitle kitle yurt edindikleri memleketleri benimsemek hülyalarıyla kendimiz ve medeni dünyayı aldatmaya çalışıyoruz.

İstitraden arz edeyim ki milliyetimizi, dilimizi, vatanımızı, iftihar ettiklerimizi düşünürlere karşı yad ve saymamız, birtakım gençlerin şüpheli isnatlarına te’yide medar telakki olunmasın (anlaşılmasın).

Kürd; ihtiyaç halinde maksat ve gayesini açık söylemekten çekinmez. Lakin bu ana kadar hakkındaki suizanları (kötü düşünce ve kanaatleri) yümü ya vesvesecilerin hayal ürünü, yahut arabozucuların yalan ve hilelerinin mahsulüdür.

Bu satırları karalamaktan maksadımız, birkaç milyonluk bir alemi görmekten rencide nazar olanlara hayretle beyanla beraber, kendi millet efradıma bir sual irad etmektir (söylemektir). Vatandaşlar! … Kürd var, Kürdçe var, Kürdistan var; bunların etrafında bin türlü saadet ve mefahir (övülecekler) var iken bu kadar varlıklar içinde niçin bir yokluk var? Yahut bu kadar varlıkla beraber niçin bir varlık yok?