Berat Özipek/ Kırmızı bir çizginin kerametini sorgulamak

0
1727

Uzunca süren yanlış politikaların terk edilmesiyle, “sahi biz bunları yaşamak zorunda mıydık?” dediğimiz birçok ayak bağından kurtulduk. Bağımsız bir Kürt devletine karşı çıkmak da bunlardan biri aslında. Sorgulanmaksızın geçerli kabul edilen, kerameti kendinden menkul, eski bir politika.

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağımsızlık referandumuna gitme kararı tepki toplamış. Gazeteler öyle söylüyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan kararı “üzücü”, Başbakan Binali Yıldırım ise “sorumsuz” olarak tanımladı ve her ikisi de Irak’ın toprak bütünlüğünden yana olduklarını ifade ettiler.

Buradan başlayalım:

Her şeyden önce, Irak’ın toprak bütünlüğünü savunmak üstümüze vazife midir?

“Bütün Iraklıların bir arada, bir devlet olarak yaşamasını istiyoruz” diyor Yıldırım.

İstemek meşru tabii. Ama istemekle olmuyor. Boşanma aşamasına gelmiş çiftleri zorla barıştırmaya çalışanların anlamadığı da budur aslında. Karakolda “barıştırıp” eve gönderip trajediye davetiye çıkaran polisler gibi, dışarıdan bakıp “birbirinizi sevin” diyenler de böyle bir kararın arkaplanını gereği gibi değerlendiremiyorlar. Ayrılma şeklinde somutlaşan o kararın, uzun bir zaman diliminin, iz bırakan bir dizi hadisenin, genellikle acılı bir tarihin ve onunla gelen bir tecrübi birikimin bileşkesi olduğunu anlamıyorlar.

Elbette mesele Irak’ın toprak bütünlüğü değil; en azından ondan ibaret değil. Başbakan Yıldırım’ın önemsediği de aslında Türkiye’nin toprak bütünlüğü. Muhtemelen bağımsız bir Kürdistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğüne tehdit oluşturabileceğinden kaygılanıyor.

O halde biz de bunu konuşalım.

Sahiden kaygılanmamız gerekir mi?

Türkiye’nin öteden beridir sınırlarının öteki tarafında bir Kürt devletine karşı çıkma politikası, gerçekten onun toprak bütünlüğüne hizmet ediyor mu? Her zaman aynı amaca hizmet eden böyle sabit bir politika var mıdır? Bu politika özellikle de bugün bu amaca hizmet ediyor mu?

Aslında cumhuriyet tarihi boyunca doğruluğu tartışılmadan kabullenilmiş bir devlet politikası bu. Ama bir politikanın uzunca bir süre izlenmiş olması, onun doğruluğunu garanti etmiyor. Tersine, bazen sadece yanlışta ısrar anlamına geliyor. Tıpkı yakın zamanlara kadar sorgulanmadan izlenen, dar görüşlü bürokratların temsil ettiği “devlet” tarafından kırmızı kitaplara yazılan diğerleri gibi.

Dışarıda “Türkiye’nin Kıbrıs politikası”, içeride ise başörtüsü yasağı da böyle değil miydi? AK Parti Hükümetinin en isabetli icraatları, devlet politikası haline gelmiş olan ve süreklilik arz eden bu hataları cesaretle sona erdirmesi değil miydi? Ne oldu Kıbrıs politikası değişince? “Kıbrıs’ı satıyorsunuz” diyenler haksız çıkmadı mı? O konuda yazılan kitaplar, daha mürekkebi kurumadan yanlışlanmadı mı? Kıbrıs’ın satılmadığı ama Türkiye’nin üzerindeki ağır siyasi basıncın kalktığı bir durum ortaya çıkmadı mı? Hani başörtüsü serbest bırakılınca bütün kadınlar başını örtmek zorunda kalacaktı? Bugün kuşaklar boyunca milyonlarca kadına yaşatılan mağduriyetin ne kadar haksız ve zalimce olduğu tartışılmıyor. Artık bunu bir devlet politikası olarak savunan ciddiye alınır kimse de yok.

Başka ülkelerin toprak bütünlüğü üzerinden Türkiye’nin toprak bütünlüğünü korumaya çalışmanın ahlaki ve mantıki bir zemini yok. Aksine, Türkiye’nin kendisini bu çizgiyle bağlaması onun hareket alanını daraltıyor; içte ve dışta bir dizi sorunu da beraberinde getiriyor.

Uzunca süren yanlış politikaların terk edilmesiyle, “sahi biz bunları yaşamak zorunda mıydık?” dediğimiz birçok ayak bağından kurtulduk. Bağımsız bir Kürt devletine karşı çıkmak da bunlardan biri aslında. Sorgulanmaksızın geçerli kabul edilen, kerameti kendinden menkul, eski bir politika.

Ve kerametini tam da sorgulanmamasından alıyor.  17.06.2017

***

Geçmişin hayaletlerinden kurtulmanın zamanı

Sınırlarının hemen dışındaki Kürt varlığını artık bir tehdit olarak görmekten vazgeçmiş, dahası onları küresel ve bölgesel güçler karşısında yalnız bırakmayan özgüvenli bir Türkiye, bölgesel anlamda doğru bir politikayı izlemekle kalmaz, kendi içindeki Kürtlerde de aidiyet duygusunu pekiştirir.

Türkiye uzun zaman bağımsız bir Kürdistan’ı kendi toprak bütünlüğü için bir tehdit olarak algıladı. Çünkü işlediği günahın farkındaydı. Cumhuriyetle birlikte Kürt varlığını reddetmiş, Kürdistan ismini yasaklamış, bütün Kürtçe yer isimlerini değiştirmiş, Kürt kimliğinin kamusal görünürlüğünü ortadan kaldırmayı, Kürtleri asimile etmeyi bir devlet politikası haline getirmişti.

Despotik bir laiklikle din ve vicdan özgürlüğünün sistematik olarak ihlal edildiği, siyasi haklar bakımından yerlerde sürünen, ekonomik bakımdan oldukça fakir ve on yılda bir darbe veya muhtıranın yaşandığı yarı-askeri bir rejim olarak, dış yardımlarla ayakta kalmaya çalışan bir ülkeydi burası uzun yıllar boyunca.

Böyle bir durumdayken, güneyinde kurulacak bir Kürt devletinin kendi Kürt vatandaşları için cazibe merkezi olacağından, onları ayrılıp Kürdistan ile birleşmeye yönelteceğinden kaygılanması anlaşılır bir durumdu.

Ama bugün Kürt varlığını kabul eden, pek çok hakkı iade eden ve Çözüm Süreciyle şiddeti tasfiye etmek için en üst muhataplık düzeyinde girişim başlatan bir ülke var. Elbette daha atılması gereken adımlar da. Ama asıl zor olan inkarın bitmesine ilişkin niteliksel değişim, geçmişten kopuş ve paradigmanın farklılaşmasıydı, ki bu oldu. Maksimalist Kürt milliyetçileri “hiçbir adımın atılmadığını”, onların Türk karşılıkları ise “fazla taviz verildiğini” iddia etseler de makul Kürt çoğunluğu bunu gördü.

Şimdi içinde bulunduğumuz süreçte, yaşadığımız bazı eski reflekslerin nüksetmesi sorununa rağmen Kürtler bu değişimin farkında ve PKK’yı hendek cinayetinde yalnız bıraktılarsa, şehirleri topyekun bir savaşa çekip, kopuşu sağlamaya götürebilecek bir gündeme topluca sırtlarını döndülerse, bunu gördüklerinden ve sorunun birlik içinde çözümü konusunda bir kararlılık sergilemelerindendir. Birliğin en somut teminatı, sözler değil, sloganlar değil ama Kürtlerin en kritik anlarda doğru yerde durmalarıdır.

Özgüvenli ve yapıcı olmak

Kısacası bağımsız Kürdistan’dan birlik adına eski kaygıları duymanın bir rasyonalitesi yok. Kendi inkar politikasını sona erdirmiş, şiddeti tasfiye etmeyi denemiş ve bugün terör dendiğinde ilk akla gelenin 20’lerin, 30’ların ve 90’ların devlet teröründen önce PKK terörü olduğu bir ülkede hiç yok.

Aksine, bugün sekteye uğramış olsa bile hakları iade sürecine girmiş, Irak Kürdistanı ile iyi ilişkiler geliştirmiş ve tarihin taşlarının Türklerle Kürtleri yeniden bir araya ittiği bir dönemde, Türkiye’yi yöneten irade, daha cesur ve özgüvenli olmanın en temel şartlarına sahip.

Sınırlarının hemen dışındaki Kürt varlığını artık bir tehdit olarak görmekten vazgeçmiş, dahası onları küresel ve bölgesel güçler karşısında yalnız bırakmayan özgüvenli bir Türkiye, bölgesel anlamda doğru bir politikayı izlemekle kalmaz, kendi içindeki Kürtlerde de aidiyet duygusunu pekiştirir.

Elbette tarihin nasıl akacağının mutlak bilgisine sahip olamayız. Ülkeler, toplumlar ve aidiyeti belirleyen duygular halden hale girer, sınırlar tekrar ve tekrar değişir. Kürtler ve Türkler geçen yüzyılın başındaki Kemalist inkarla başlayan, önce devlet sonra PKK terörleriyle bugünlere gelen travmayı atlatıp yollarına devam edebilirler veya edemezler.

Ama beraberliği önemseyenlerin her halükarda aklında tutması gereken, bunu muhafaza etmenin, bir devletin varlığından veya yokluğundan çok daha önemli belirleyicileri olduğudur. Toplumları bir arada tutan, beraberliği sağlayan insanların kendilerini bir millet olarak algılamasını sağlayan “biz” duygusu, hukuki veya siyasi statüden daha fazla belirleyicidir ve esas olan onu muhafaza etmek, onu besleyip güçlendirmektir.

Tabii bir de buna paralel olarak, kerameti kendinden menkul bir politikayı gözü kapalı takip etmek yerine, değişen dünyanın yeni dengelerinde, bunu mümkün kılacak bir siyaset üretmeye çalışmaktır. 18.06.2017

[email protected]

kaynak: http://serbestiyet.com/yazarlar/berat-ozipek/gecmisin-hayaletlerinden-kurtulmanin-zamani-797846