Kürt ve Kurdistan sorununun tarihini incelerken özellikle yakın dönem Kürt siyasal-ulusal mücadelesinin tarihini kavrayabilmek için kısaca daha önceki yıllara bakmak lazım.

Birinci Dünya savaşı emperyalistlerin Orta Doğu’yu paylaşma ve bu arada Kurdistan’ı sömürgeci devletler arasında paylaştırma savaşı olarak masa başı antlaşmalarla tarihteki yerini aldı.

Fakat Kürtler bu tarihi adaletsizliğe karşı hep direndiler. Güney Kurdistan’da ve Kuzay Kurdistan’da direnişler yıllarca sürdü.

Kürt halkının bu bitmez tükenmez özgürlük talepleri, emperyalistlerin destekleriyle sömürgeci devletler tarafından inkar ve imha ile bastırıldı. Şeyh Mahmud BERZENCİ, 1925 Şeyh Said,  Ağrı, Dersim, Mahabad vb. diğer Kürt hareketlerinde olduğu gibi.

Kuzey Kurdistan’da yıllarca planlı bir şekilde uygulanan sürgün politikaları ile Kürtler asimilasyona tabi tutuldular.

İkinci Dünya Paylaşım Savaşı sırasında da kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti  de yine aynı kapitalist-emperyalist sistem ile emperyalist Sovyet sistemi kendi çıkarları doğrultusunda anlaşarak tarihi bir ihaneti gerçekleştirdiler. Henüz bir yaşını doldurmamış bir bebek gibi masum, Mahabad Kürt Cumhuriyeti’ni ortadan kaldırdılar ve liderlerini darağaçlarında sallandırdılar.

Kürdistan’ın tümü Kürt halkı için bir cehenneme dönüştürüldü. Neticede Mustafa BARZANİ pêşmergeleriyle uzun ve meşakkatlı bir yürüyüşten sonra SSCB’ye iltica etmek zorunda kaldı.

Artık Kürdistan yıllarca lidersiz ve örgütsüz bir şekilde ahu-zar içinde kaldı. Adeta Kürdistan’ın üzerine ölü toprakları serpilmişti. T.C. yöneticileri histerik şoven duygularını “hayali Kurdistan’ı Ağrı dağına gömdük” diye dile getiriyorlardı.

Artık dünyada Kürtlük adına Kürt yok. Her Sömürgeci işgalci devlet Kürtleri kendilerine mal etmeye çalıştılar. Türk-Kürtler, Arap-Kürtler, Fars-Kürtler gibi. Ama bu hunhar katliamcılar bir şeyi unutmuşlardı ki, bin yılların kültürünü taşıyan ve insanlık kültürünün beşiği olan Mezopotamya’nın bu kadim halkının küllendiği topraklardan yeniden fışkıracağını.

Nihayet yaşanan yenilginin suskunluğu, BARZANİ’nin 1958 yılında Irak ve Kurdistan’a dönüşü ile bozuldu. İki üç yıllık barış ve sükunet ortamından sonra, darbeci yönetim ile ihtilafa düşmesi neticesinde 11 Eylül 1961’de Irak yönetimine karşı başlattığı hareketle Kurdistan dağlarında özgürlük mücadelesi yeniden alevlenmeye başladı.

BARZANİ’nin yeniden başlattığı hareket kısa bir zaman içinde bütün Kurdistan’da duyulmaya başladı. Türk basını bu Kürt ulusal hareketini aşağılamak için bunu bir “eşkıya hareketi”, “çete hareketi”, “aşiret isyanı” şeklinde göstermeye çalışıyordu. Buna rağmen, yıllarca ezilmiş, hor görülmüş, aşağılanmış, Kürtlüğünden utandırılmış Kürt halkı ve gençleri bu yazıları yazan gazete ve dergileri bile alarak ve burada yazılanları birbirine aktararak bir ümit ışığı aramaya çalışıyorlardı. Gazete ve dergilerde çıkan BARZANİ ve pêşmergelerin resimlerini keserek ceplerinde ve yüreklerinin üzerinde taşıyarak, ulusal duygularını tatmin etmeye çalışıyorlardı.

1960 Askeri Darbesi ve 1961’de yürürlüğe konan Anayasa’nın getirdiği daha demokratik bir ortam ve rahatlama, fikri açıdan yeni bir döneme yol açtı. Sol yayınlar rağbet görmeye başladı. Metropollerdeki Kürt gençleri de bu ortamda bir arayış ve okuma seferberliğine girdiler. Türkiye’de sağ-sol tartışmaları süratle gelişmeye başladı.

İşçi-emekçi kesimi örgütlenme faaliyetine girdiler. Türkiye İşçi Partisi (TİP) kuruldu. Kürt aydın ve gençliği de bu sağ ve sol yelpazeler arasında bölünmeye uğradılar. Milli Türk Talebe Birliği (MTTB), Türk Talebe Federasyonu (TTF), Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) gibi örgütler kuruldu. 1964-1965 yıllarında MTTB yönetimini ellerine geçiren bazı Kürt gençleri iktidarın desteği ile “vatandaş Türkçe konuş” kampanyası açtılar. Yoğun bir propagandaya girdiler. Kürtler Kürtleri asimile olmaya çağırıyordu.

Diğer yandan Kürt aydınları ve gençliği TİP ve FKF içinde yer almaya başladılar.

Basında Kürt sorunu ve Irak’taki Kürt Ulusal mücadelesi tartışılıyor; Kürt aydınları baskı ve zorluklara rağmen zaman zaman Kürtçe dergi ve kitap çıkarmaya çabalıyorlar (Dicle-Fırat, Yeni Akış, Kürtçe Alfabe, Mem û Zîn’in Latin harfleriyle yeniden basımı) vb. gibi.

Kurdistan’dan gelen gençler Ankara ve İstanbul gibi metropol üniversitelerinde okumaya başladılar. Bu süreç içinde tanışma ve ortak değerler etrafında toparlanma fırsatını elde ediyorlar. Yurtlarda, derneklerde, cemiyetlerde ve kulüplerde dayanışma içine giriyorlar ve böylece ortak değer ve kimliklerinin farkına varıyorlar. Dayanışma gecelerinde bir araya gelip kültürlerini, folklorlarını ve stranlarını dillendiriyorlar. Düzeninin asimile etmeğe çalıştığı bu gençler, süreç içinde metropollerdeki Kürt aydınlarıyla tanışma ve etkileşim sonucu, onların ulusal kimliklerinin bilincine varmasını sağlıyordu. Aynı zamanda süren faşist ve asimilasyoncu baskılarla da karşılaşıyorlardı. Bu dönemde genelde Türk solu içerisinde yer alan Kürt gençleri “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Etme” ilkesini tartışıyorlar. Bu gelişmeler bir taraftan faşist baskılar, diğer taraftan Türk Solu içindeki sosyal şoven baskılar ve dışlamalar, Kürt Aydın ve gençleri arasında ayrı örgütlenme tartışmasını ortaya çıkardı.

Güney Kurdistan’da ulusal direnişteki gelişmeler bir ümit ışığı gibi Kürt aydın ve gençleri arasında yaygınlaşmaya başlamıştı.

Bu sis ve dumanlı atmosfer içinde Kürtler kendilerine bir yol ve yordam arayışı içine girdiler.

1965-1966 yıllarında bir grup Kürt genci Ankara’da kendi aralarında sürekli bir görüşme arayışı neticesinde Koma Azadîxwazên Kurdistan adıyla bir grup oluşturdular. (M. Ali Dinler, M. S. Bilgin, A. Kotan, H. Buluttekin, M. Uysal, M. Çadırcı, A. Beyköylü).

Bu grup, Kürt gençleri arasındaki asimilasyonu kırmak ve Kürtlük bilincini geliştirmek için, Kürt tarihiyle ilgili bazı bildiriler basıp KAK rumuzu ile dağıtıyordu. Fakat pek etkili olmuyordu.

Faşist ideolojiyi besleyen Ötüken adlı dergi, 1967 Nisan ayı sayısında Nihal Atsız’ın Kürt düşmanlığını işleyen Vasiyetname niteliğindeki makalelerini art arda yayınladı.

Bu makale; faşizmin kin, nefret, katliam ve sürgün kokan insanlık dışı yüzünü ortaya koyuyordu. Sömürgeci-işgalci sistemin inkar ve imha politikalarına yeni bir yol ve yöntem öneriyordu.

Kurdistan’ın Kürtlerden boşaltılıp Orta Asya’dan Türk soyundan kimselerin getirilip yerleştirilmesini ve özetle yazısının sonunda da Kürtlere bir önermede bulunuyordu: “Def olup gidin, nereye giderseniz gidin, Barzani’ye gidin, Hindistan’a gidin, Afrika’ya gidin, Birleşmiş Milletlere baş vurup kendinize yurtluk isteyin, Türk milletinin aşırı sabırlı olduğunu, ayranı kabardığı zaman önünde durulamayacağını gidin ırkdaşlarınız Ermenilere sorun da aklınız başınıza gelsin.”

Bu faşist ırkçı görüş Kürtler için kabul edilemez ve cevapsız bırakılamazdı. Bu yazı metropollerdeki Kürt gençleri arasında yaygın bir tepkinin oluşmasına neden oldu. Fakat buna kim ve nasıl bir cevap vermeliydi?

Koma Azadîxwazên Kurdistan gurubu, bu düşünceyi ve dergiyi protesto etmek için yol ve yöntem aramaya başladı. Bu faşist ve ırkçı düşüncelerin örgütlü partisi olan Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) ve lideri Alparslan Türkeş’le görüşerek protesto etmeyi arkadaşlara önerdim. Bu öneri üzerine Ankara-Erzurum Talebe Yurdu yönetiminde ben ve Sabahattin Deliçakı telefonla randevu alarak görüşmeye gittik.

Elimizde Ötüken dergisi ile başkanlık odasına girdiğimiz zaman aynı dergi A. Türkeş’in masası üzerinde dikkatimden kaçmadı. Oda da A. Türkeş ve MBK’sinden bir arkadaşı vardı. Ötüken dergisindeki bu yazının doğulu gençler arasında bir tepkiye yol açtığını, böyle devam ederse olaylar çıkabileceğini söyledim.

A.Türkeş ise bu yazıyı okuduğunu ve tasvip etmediğini, Türkiye’de yaşayan herkesin Türk olduğunu, Kürtlerin de Türk olduğunu ve Orta Asya’dan geldiklerini, kendisinin ne kadar Türk o kadar Kürt ve ne kadar Kürt ise o kadar da Türk olduğuna anlatarak bizi inandırmaya ve Erzurum’daki çift minarelerde taş işlemelerdeki nakışlarla Doğulu Kadınların dokudukları yün çoraplardaki nakışların aynı olduğunu ve dolaysıyla aynı kültürden olduklarını, çeşitli örneklerle ispatlamaya çalıştı.

Tartışmamız bir saatten fazla sürdü. Bu şekilde daha fazla tartışmaya gerek görmediğim için, ayağa kalktım ve Kürtleri inkâr, imha ve sürgün etmekle bir yere varılamayacağını, çıkacak olaylardan sorumlu olacaklarını, bu düşüncelere karşı sonuna kadar mücadele edeceğimizi söyleyerek odadan çıktık.

Bu görüşmeyi KAK grubundaki arkadaşlarla değerlendirdikten sonra, bir bildiri yayınlamayı kararlaştırdık.

M.Kotan, H. Buluttekin, M. Çadırcı ile bildiri metnini hazırladık. Bildiri özetle şöyle idi.

“Hodri Meydan!

Kim kimi kovuyor?

Asırlardan beri bu topraklarda yaşamış ve yaşayacak olan Kürt halkını kovacak bir güç daha ne anasından doğmuş ve ne de doğacaktır….

… Asıl def olup gitmesi gerekenler halkları birbirine düşürmek isteyen bu örümcek kafalı faşistlerdir… vs.”

Bu bildirimizi dağıtabilmemiz için meşru ve yasal bir zemine oturmamız gerekirdi.

Ankara’da Kürt öğrencilerin dayanışma ve barınma için kurdukları cemiyetler, dernekler ve yurtlar vardı. Bildirimizi bu kurumların yönetimlerine sunduk. 19 kurumun onay ve imzasını aldıktan sonra, bu bildiriden on bin adet bastırdık. Bu dayanışma Kürt aydınları ve gençleri arasında coşkulu bir gelişme yarattı.

Bildirimizin dağıtım işi organize edildi; Ankara, İstanbul, İzmir, Diyarbakır ve diğer yerlerde dağıtılması üzere gönderdik. Mayıs ayının son haftasının cumartesi günü resmi dairelerin tatil saati olan saat 13:00’da dağıtım yapıldı.

Bu beklenmeyen protestomuz her yönüyle toplumda büyük bir etki yarattı. Günlük gazetelere haber oldu ve köşe yazarlarının yorum köşelerinde yer aldı (Çetin Altan, İlhami Soysal vs.).

Mecliste ve senatoda sert tartışmalara yol açtı. Kurdistan’da büyük bir ilgi gören “Hodri meydan! Kim kimi kovuyor?” bildirimiz il, ilçe ve köylere kadar dağıtılmıştı. TKDP ve TİP için halk arasında iyi bir propaganda fırsatı yaratmıştı.

Eylül ayında Ankara’da bir araya gelen arkadaşlarla bu gelişmeleri değerlendirdik. Kürt halkının yıllarca küllenmiş arzu ve taleplerini mitinglerle ortaya koymayı kararlaştırdık. Bu demokratik girişimimiz kısa zamanda taraf ve zemin buldu. Miting tertip komitesi oluşturuldu. Ekim ayının ilk haftasında başlayan bu mitingler; Batman, Silvan, Diyarbakır, Ergani, Siverek, Tunceli, Ağrı ve en son olarak da Kasım ayında Ankara’da* yapıldılar.

Bu mitinglere halkın çok önemli ilgisi ve katılımı oldu, mitinglerde Kürt halkının özlem ve taleplerini dile getiren konuşmalar yapıldı, şiirler okundu. Pankartlar ve sloganlar “Hodri meydan!” bildirisine can ve kan katı. Bu mitingler zinciri, tarihe “Doğu Mitingleri” olarak damgasını vurdu. Kürtlerin demokratik yollarla özlem ve taleplerini dile getirilmesi ve legal örgütlenme girişimlerinin yolunu açtı. Aynı zamanda Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın kuruluş çalışmalarına önemli bir zemin oluşturdu.

Türk sol hareketi bu yıllarda başlayan bitmez-tükenmez ve uzlaşmaz teorik ve ideolojik tartışmalar içine girdi.

Sağda devlet destekli ve MHP’nin dümen suyunda yürüyen ırkçı-faşist gruplar ve örgütlenmeler her yerden radikal tabanlar oluşturarak pervasız ve saldırgan eylemlerde bulunuyorlardı. “Komünizmle Mücadele Dernekleri” gibi örgütlenmelerle devrimcilere, Alevilere ve Kürtlere karşı eylemler düzenleniyordu. Doğu Mitingleri’ne karşı Erzurum’da yapılan “Şahlanış Mitingi” gibi.

Bu gelişmeler ve tepkiler Türk solunda bölünmelere ve radikal örgütlenmelerin oluşmasına yol açtı. FKF, Dev-Yol, Dev-Sol, gibi örgütler giderekten illegal örgütlere dönüştüler.

Bu gelişmeler ve tepkiler Kürt gençlerini ve devrimcilerini derinden derine etkiliyordu. Kürt gençlerinin “ayrı örgütlenme” tartışmaları gündeme oturmuştu. FKF’den ayrılan bir grup Kürt genci ile arayış içerisinde olan yurtsever Kürt gençleri bir araya gelerek 1968 yılı boyunca bir dizi toplantı yaptılar. 1969’un Mayıs ayına kadar çok detaylı tartışmalardan sonra kurulacak örgütün ismi ve tüzüğü üzerinde anlaşmaya varıldı. Böylece Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın kurucular listesi oluşturuldu.

İlk yönetim kurulu başkanlığına seçilen Yümni BUDAK ile beraber dernekler masasına gerekli evraklarımızı vererek resmen kuruluşumuzu gerçekleştirdik. Bu süreç içinde katkıları çok yoğun olan arkadaşlar bu kuruluşu daha detaylı anlatacaklarına inanıyorum. Yalnız burada süreci ve DDKO’yu olumsuz etkileyen bir gelişmeyi detaylı olarak anlatmam gerekir.

DDKO’nun kuruluş tartışmaları ve çalışmaları sırasında Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin cemiyet başkanı olan Nezir Şemmıkanlı katılmıyordu. Bir gün bana DDKO’nun kuruluşunun içinde olmadığını ve hatta dışlandığına üzüldüğünü söyledi. Kendisinin bir çok imkân ve ilişkiye sahip olduğunu ve bunları böyle bir faaliyete sunabileceğini anlatı. Akabinde devam ederek, eğer arkadaşlar bu ilişkiyi ve zemini bulamazsa İstanbul’da kurulacak DDKO ile ilişki kuracağını söyledi. Kendisinin böyle imkan ve olanaklara nasıl sahip olduğunu ve niye değerlendirmediğini sordum.

Bahçelievler’de kiraladığı bir evde kaldığını ve eve gidersek bana bazı şeyler göstereceğini söyledi. Gittik ve bu arada yatağının altında bazı şeyler çıkardı; Bir Kurdistan haritası ve bazı mühürler ve yazılar. Bunları liseden arkadaşı olan Fevzi Kılıç’ın kendisine verdiğini, Avrupa’dan bir Kürt milliyetçisi olan dayısı Dr. A. Rasatgeldi’nin gönderdiğini söyledi. Fevzi Kılıç’ın Ankara Belediyesi’nde çalıştığını ve bir çok imkana sahip olduğunu, eğer bunları değerlendirirsek bir çok olanaklar elde edileceğini söyledi. Ve  Fevzi Kılıç’la beraber İstanbul’a gideceğini, kendisine yardımcı olmamı istedi.

Ben ise Fevzi Kılıç’ı tanımadığımı onu tanımam lazım dedim. “Tamam ben onu ararım yarın akşam yemeğinde beraber oluruz” dedi. Fevzi Kılıç gece gazinolarını ve eğlence yerlerini denetleyen görevde çalışıyormuş. Akşam yer ayırdığı bir gazinoda buluştuk. Restoranın bahçesinde itina ile hazırlanmış tek bir masada oturduk. Sohbet sırasında Fevzi sahip olduğu imkân ve olanaklardan ve ilişkilerden bahsetti. Bu hususta Nezir ile samimi oldukları için anlaştıklarını ve dayanışma içine girdiklerini, kendisinin de milliyetçi bir Kürt olduğunu, Kürt gençlerinin DDKO’da bir araya geldiğine sevindiğini, fakat memur olduğu için bu kuruluşta yer alamadığını, ama katkıda bulunmak için elinden geleni yapacağını söyledi. (Bu sohbetimiz sırasında Nezir tuvalete gitmişti).

Ankara’da güvenilir bir zemin bulamadığını, İstanbul’a kurulacak DDKO’ya yardımcı olabileceğini bunun için İstanbul’a gitmeyi istediğini söyledi.

Benim Doğu Mitingleri ve DDKO’nun kuruluşundaki çalışmalarımı duyduğunu, memur olduğu için bu çalışmalara katılamadığını, ama Avrupa’daki dayısı Dr. A. Rastgeldi ile olan ilişkileri ve onun isteği üzerine ilişki kurmak istediğini söyledi.

49’lardan bazı Kürtlerin bu meseleyi istismar ettiğini, Doğan Kılıç’ın illegal faaliyetler içinde olduğunu, Tunceli dağlarındaki mağaralarda silah depoladıklarını, devlete karşı silahlı mücadeleye gireceklerini duyduğunu, bunları bizim duyup duymadığımızı sordu.

Anlattığı bu şeyleri duymadığımızı, bu gibi olayların yanlış olduğunu ve legal çalışmalara engel teşkil edeceğini söyledim.

Ben ise Kürt halkının fakir ve yoksul olduğunu, kalkınmaya ve bilinçlenmeye muhtaç olduğunu, demokratik ve legal örgütlenmelerle bilinçlenebileceğine inandığımı söyledim. Mesela ben bu an bir kooperatif örgütlenmesi çalışıyorum. Memlekete döndükten sonra bu kooperatifçiliği halkın içinde yaygınlaştırmaya çalışacağım. Bu şekilde halk hem bilinçlenecek ve hem de ekonomik güç haline gelecek. Bu sohbetimiz devam ederken Nezir geldi, o da vaktin geç olduğunu söyleyerek tekrar görüşmek üzere ayrıldık.

Ertesi gün Nezir ve Fevzi ile olan bu ilişkiyi bazı arkadaşlara anlatım, arkadaşlar şok oldular. Fevzi Kılıç’ın şaibeli biri olduğunu, onun ilişkiye gireceği arkadaşları duyarlı kılmak lazım dediler. İstanbul’daki arkadaşları nasıl duyarlı kılacaktık.

Ankara’da istediği zemini bulamayan Fevzi Kılıç’ın Nezir’le beraber İstanbul’a gitmeleri ve bilinen şaibeli durumu bizleri daha fazla tedirgin ediyordu.

Amacımız kuşku duyduğumuz bu iki kişiyle ilgili İstanbul’daki arkadaşları da uyarmaktı. Bunun için bu kuşkunun bunlar tarafından sezilmemesi gerekirdi. Bu durumu bilen arkadaşlar benim bunlarla beraber gitmemin daha uygun olacağını söylediler.

5 Haziran 1969 tarihinde akşam Nezir beni aradı ve İstanbul’a gitmek için bilet alacaklarını söyledi, eğer gitmek istersem benim içinde alacaklarını söyledi. Ben de olur dedim. Akşam saat 21:00’de Nezirle otogarda buluştuk. Aynı saatte gelmesi gereken Fevzi, saat 23:00 olduğu halde gelmedi.

Nezir’e, bu adama güvenmediğimi, yalan söylediğini ve bu işten vazgeçelim dedim. Tam o sırada Fevzi karşımıza çıktı. Tren garında bizi beklediğini, onun için geç kaldığını söyledi. Ben yer ayırmışım biletleri alıp geleyim dedi. Biraz sonra geldi, önde ayırdığı yerlerin satıldığını ve arka sırada 3 kişilik yer aldığını söyledi. Bilet alınan otobüs de Gazanfer Bilge firmasının arabasıydı.

Gerede’yi geçtikten sonra Fevzi kalkıp ön tarafa gitti ve orada bazı kişilerle tartışmaya başladı. Yolcular aralarına girerek onu yerine yani yanımıza getirdiler. Kavganın sebebini sorduk, bizim yerimiz almışlar kalkmalarının istedim bana küfür ettiler dedi. Ve cebinde bir ustura bıçağı çıkararak adamlara küfür savurmaya başladı. Otobüsü eyleyin aşağı inelim kim kimin anasını beller görelim. Bolu dağlarındaydık. Fevzi hırçınlık ediyordu. Yolcular rahatsız oldular. Nezir’e bu adam başımızı belaya sokacak inmeyelim dedim. O şekilde gerginlik içinde Düzce’ye vardık. Yarım saat dinlenme molası verildi. Biz tam arka kapının yanında olduğumuz için önce Nezir indi, Fevzi ayakkabılarını giymekle oyalanırken, Nezir’in arkasından tam da ben inerken, Fevzi’nin kavga ettiği adamlar arka kapının önüne gelmiş ve bana ateş etmeye başladılar. Ben vuruldum, sarsıldım ve kapının eleğini tutum, kapıyla beraber arkaya doğru savrularak yere düştüm. Atılan diğer kurşunlar bana isabet etmedi. Nezir geri döndü ve bana doğru geldi. Bağırarak ben vuruldum dedim, sen kaç kendini kurtar. Nezir lokantanın içine doğru kaçtı ve ateş eden kişilerde onun arkasına doğru koştular. Nezir’in anlattığına göre kendisini görememişler, ateş edenler 3 kişi olup lokantanın arka kapısından kaçmışlar.

Nezir yanıma gelip beni kaldırırken, yolcular bir arkadaşımızın da otobüsün içinde vurulup düştüğünü söylediler. Bizi hemen bir taksiye atıp hastaneye gönderdiler. Müdahale yapılıp film çekildi, sol kolumun koltuk hizasında giren kurşun kolumu delerek koltuk altından vücudumun içine girmişti. Doktorlar bu durumda müdahalenin daha tehlikeli olacağını söylediler. Bu şekilde beni servis odasına çıkardılar. Fakat kolum felç olmuştu. Olay saat 02-2:30 sıralarında olmuştu.

Bir müddet sonra Nezir yanıma geldi ve doktorların benim tehlikeyi atlattığımı söylemişler. Fakat Fevzi Kılıç hastaneye gelinceye kadar ölmüş. Bana atılan ikinci kurşun ben savrulup yere döşünce, otobüsün içinde bekleyen Fevzi’nin kalbine isabet etmiş. Sabahleyin elbiselerini Nezir’e teslim etmişler, cebinde çıkan kimliğini ve eşyalarını tespit etmişler. Cebinde bir de Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) elemanı olduğuna dair bir kimlik çıkmış. Nezir gelip durumu anlatı. Ben de aferin dedim, iyi iş becermişsin. Sana bu adama güvenmediğimi söylemedim mi?

Sabah kontrolünde gelen doktor ve hemşire, Ankara’dan İç İşleri Bakanı Faruk Sukan’ın telefonla aradığını ve durumu sorduğunu, onlar da Fevzi Kılıç’ın öldüğünü ve benim durumumun iyi olduğunu söylemişler.

Nezir hemen olaydan sonra Ankara’daki yurtlara ve Erzurum’a telefon açmış. Sabaha doğru Ankara’dan ve İstanbul’dan onlarca talebe gelmişti. Öğlenden sonra babam ve annem Erzurum’dan geldiler. Beni hastaneden alıp Ankara’ya götürdüler ve Ankara Hastanesi’ne yatırdılar.

Orada doktorlar müdahaleye gerek görmediler. Hemşireler, Bakan Sukan’ın yine durumu sorduğunu söylediler.

Durumu ziyarete gelen arkadaşlara da anlatım. Olayın gelişimi, İç İşleri Bakanı Faruk Sukan’ın da tertibin içinde olduğunu gösteriyordu.

 Zaten daha önceleri Ankara Mitingi sırasında da gerekli güvenliğin alınması için kendisine baş vurduğumuzda, aramızda tartışma çıkmıştı.

Tabi sonradan DDKO yargılamaları sırasında bu planın ve tertibin netliği savcının hakkımızda düzenlediği iddianamede ortaya çıktı. Fevzi Kılıç’ın 321/21 numaralı eleman olduğu ve ölmeden önce verdiği raporlar ve ses kasetleri aleyhimize düzenlenmiş şekilde delil olarak karşımıza çıktı.

Daha önce Nezir’in evinde yapılan aramada çıkan Kürt bayrağı, mühürler ve bazı belgeler, sonradan DDKO’ya yapılan baskın ve aramada, sanki söz konusu belgeler DDKO’da bulunmuş gibi tutanaklara yansıyacaktır. Bu düzmece delillerle, DDKO’lara dış ilişki içinde oldukları suçlaması yapıldı.

Bundan dolayı bu olayın hem mağduru ve hem de sanığı olduğum için iyi anlaşılsın diye biraz detaylı anlatma gereği duydum.

Bu olaydan sonra ben felç olan kolumun tedavisi için ameliyat oldum ve bu arada da okuldan mezun oldum. Mezuniyetten sonra Erzurum’a yerleştim ve kurduğum kooperatifin gelişmesi için bir çabanın içerisine girdim.

Artık DDKO ve arkadaşlarla olan ilişkim kesilmişti. Ta ki yargılama süreci başlayıncaya kadar.

04.10. 2006

* Ankara Mitingi’nin tertip komitesi; mitinge konuşmacı olarak davet edilecek kişiler üzerinde anlaşamayarak ikiye bölündüler. Siyasi parti temsilcilerinin konuşmacı olarak davet edilmesi kararı üzerine; miting komitesi başkanı ve TİP yanlısı Ruşen Aslan’nın istifası neticesinde, yurtsever gençler mitingi neticelendirdi.