Jamanak gazetesinin 16 Kanuni Evvel sene 1912 tarihli nüshasında “Ermenistan mı, Kurdistan mı?” Sorup anlama namıyla bir makale, yalnız birkaç gün evvel gözümüze ilişti, gazeteyi ve makalesini görür görmez düşüncemi vermeyi, fakat açıklamaktan beni meneden bazı düşünceler mevcut idi. Bugün o düşünceler engelleme gücünü yitirmiş olduğundan, verilmesi lazım ve caiz olan cevabımı pek kısaltarak özet olarak veriyorum.

İlkönce Ermeni vatandaşlarımızın milli menfaatleri böyle meseleleri karıştırmakta değildir.

Ermeni vatandaşlarımızın konumları, Osmanlı unsurlarından olan Bulgar, Rum ve Sırpların konumlarına hiç benzemez. Ben bu sözü söylerken tarafsız bir sosyolog gibi söylüyorum. Mantık ve muhakememi diğer bütün ilişkilerden azade tutuyorum. Kürdler, Ermeniler, Türkler vs. aynı zamanda ve aynı ölçü ile zahmet veya nimet görmeğe; aynı zamanda, aynı derecede, aynı şartlar altında mesut veya gayri mesut yaşamağa mâhkumdurlar.

Jamanak”ın iki sorusu var:

Tarihte bir Kurdistan memleketi mevcut olmuş ise, hudutları ne suretle tayin edilebilir? Osmanlı Asya’sının hangi vilayetleri Kurdistan’a tabi olmuştur?

Eğer ben önsöz olarak yazdığım satırların ihtiva ettiği fikir ve kanaatte olmamış olsaydım, yani “Kurdistan”, “Ermenistan” meselesi gibi meselelerin faydasızlığına hatta etnik menfaate muhalif olduğu kanaatinde bulunmamış olsaydım, meşhur tarihçi Şerafeddin Bitlisi’nin “Şerefname” kitabını şahit ve 1605 hicri senesine kadar Kurdistan’ın Diyarbekir, Cizre, Dinever, Fesluye, Lordkûçûk, Van bölgelerinde icrayı hükümet eden en meşhur Kürd Sultanlarından “Sulatan Ahmed bin Mirdas, Sultan Nasır, Sultan Said bin Nasreddin, Sultan Mamed bin Teyar, Sûcaddin bin Horşid ve pederinin vasiyeti üzerine “Yemen”i istila ile Hicaz’a kadar hududunu genişleten ve Hicaz’da medfun Sultan Me’mun bin Nezir, zikredebildiğim gibi; Hakkari, İmadiye, Cizre, Fınık, Arapgir, Hasankeyf, Mardin bölgesinde emirlikler icra eden Emir Timur, Emir İzeddin, İbrahim Ali ve Halid bin Velid’in oğlu Süleyman tarafından teşkil edilip 1300 sene devam eden, “Aziziye Hükümeti” hakim ve emirliklerinin isimlerini, Diyarbekirli tarihçi Said Paşa’nın “Mîratûl Îber” adlı eserinden aktarıp ve olduğu gibi dökümü yapabilirdim.

Aziziye Hükümeti, Emir Bedirhan’ın muhterem ve değerli Padişahımız Sultan Birinci Mehmet Hazretleri’nin kıymetli babaları Sultan Mecid zamanında arzı itaat etmesiyle son bulmuştur.

Çemişkezek, Pereng, Sekima, Mirdas, Keld, Palo, Sason, Hizan, Mûks, Îspalar, Niklis, Şirvan, Zerka, Kürdikan, Mahaweşt bölgelerinde üçyüzü geçkin derebeyi, gah bazı sultanlara, gah bazı emirlere vasaal yani hükme tabi olarak işlerini idare etmişlerdir.

Yalnız Bitlis Kürd muazzam hükümetinin detaylı tarihi, Fars dilinde yazılmış ve mevcuttur.

1005 tarihinden itibaren Kürdlerin yukarıda zikrettiğim bölgelerde lerayı hükümet ettikleri meşhur, “Hamimerfon Bokşital”ın Osmanlı İmparatorluğu tarihi unvanlı muazzam ve muteber eseri bir önemli detaylı açıklamadır.

Bunca delilleri belirtmek kafi değil ise, Şahı İran “Cemşid” zamanından itibaren Kürdlerin o zaman en muazzam bir devlet olan İran devletiyle birlikte icrayı hükümet etmiş olduklarının İran tarihlerinde mazbut bulunduğunu ve hatta “Cemşid” ve “Dehhak”ın Kürd olduklarını da açıklayabilirim.

Jamanak gazetesinin sorduğu ikinci soru da şudur: “Kürdlerin en az bin senelik medeniyet mazisini öğrenmek ve bu suretle Kürdlerin medenileşme özellikleri hakkında bir fikir edinmek üzere hangi kaynaklara müracaat etmek lazım gelir?”

Bu hususta vereceğimiz her iki unsurun da koltuğunu kabartacak hamiyette değildir.

Her iki unsur dahi ne bin senelik ne yüz senelik bir medeniyet mazisini göstermekten uzaktır.

Bu unsurlardan hiçbir insanlığa ne bir Şekspir ne bir Molyer, ne bir Gotenberg, ne bir Doktor Behring, ne bir Pastör yahut Çander vermiştir.

Fakat içtihadımca bir kavmin hayatının devamı ve istiklali üzerinde olduğu; başlıca şu iki özelliktir.

Cengaverlik: yani harp ve darbe iktidar.

Sanatkarlık: Yani iktisaden hıfzı istiklale ehliyet.

Bu hasletlerin birincisinde Kürdler, ikincisinde Ermeniler benzerliklerden farklı olduklarını göstermişlerdir. Birinci hasletin görüntüsü olarak Sultan Selahaddin Eyyubi zikrolunur.  İkinci hasletin görüntüleri, her asırda Ermeni vatandaşlarımızın arasında eksik olmamıştır ve bugün de eksik değildir. Birinci hasletin mümtaz sahipleri olduklarını aslan Laz ve Çerkez kardeşlerimizle beraber Kürdler dün, daha dün, Çatalca hattı müdafaasında ispat ettiler. Osmanlı siperlerinin içinde Bulgar hücumlarını tutup yerlere çarpan askerlerin mensup oldukları unsur ez cümle Laz, Çerkez ve Kürd unsurları idi. İşkodra kumandanı Rıza Bey ve bugün resmi içtihadı tezyin eden Edirne müdafimi Şükrü Paşa Kürd unsurundandır.

Tekrar ve özetleyeyim. İcmal ve tekrar ederken muhlis, tarafsız ve tüm dini ve ırki bağlardan azade bir insan ferdinin kalp ve vicdanıyla mütehassıs ve mütefekkir olduğunu temin ederim. Kurdistan, Arabistan, Lazistan, Ermenistan vs. kelimelerle oynamak zamanında değiliz. Birlik ve hür olarak yaşamaya müstahak ve muktedir olduğumuza maddi kanıtlar verecek zamandır. Bizçok büyük felaketlere uğradık, fakat felaketlerin en korkuncu ve en büyüğü henüz bizleri beklemektedir. Bir felaket ki ondan kurtulmak elimizdedir ve henüz elimizdedir. En korkunç ve en büyük felaket, şimdiye kadar ve bilhassa şimdi uğradığımız felaketlerden nasihat almayışımızdır. Fakat bir coşkun ve parlak iman ile kanaatkâr ve eminim ki bu memleket ölmemiştir ve ölmeyecek, yaşamaya ve yaşatmaya kesin karar ile karar vermiş canlarla doludur.

1 Kanuni Sani 1913

(İçtihad, no: 50, 16 Kanuni Sani 1328/ 29 Ocak 1913)

Osmanlıcadan çeviren: Cemîl Amedî