Dr Abdullah CEVDETGerçekte sahip olmadığımız yerleri kaybettik -Halen kaybetmediğimiz yerlere gerçek anlamıyla sahip değiliz – Anadolu’yu fethederken karşınıza kurşun, gülle, şarapnel değil, sıtma, verem, frengi, yoksulluk ve cehalet çıkacak -Hamidiye Etfal Hastanesi kısmen vebalılara ayrıldı- Veba denizden geldi – Hekim Hayyam’ın ezeli öğrencisi.

Mülakat Abdullah Cevdet’in Sıhhiye Umum Müdürlüğü’nden ayrılmasından üç gün sonra Cağaloğlu’ndaki ikametgahı İçtihat evinde yapılmıştır:

S.: Sıhhiye umum müdürlüğü makamını kabul ettiğiniz zaman belirli bir programınız var mıydı?

C.: Şüphesiz, hem de yıllardır, en az on beş yıldan beri kararlaştırılmış bir programla iş başına geldim. Programın temel hatlarını İçtihat‘ın 49, 63, 112 ve 17. sayılarında yayımlamıştım. “Köylerimiz İçin” makalesini size göstermek, son kısımlarını okumak isterim. Çünkü sıhhiye programının en canlı hatları buradadır:

‘Hayırlı, devamlı ve gerçek inkılaplar ancak köylülerin ruh ve vicdanlarında oluşan yükselmenin sonucudur. Her milletin zinde kuvvetini bu çalışkan, üretici, saf, dürüst tabaka teşkil eder. Biz gerçekte sahip olmadığımız yerleri kaybettik. Halen kaybetmemiş olduğumuz yerlere ise, gerçek anlamıyla sahip değiliz. Demek ki fetihler yapma ihtiyacı önündeyiz. Anadolu’yu fethetmek, Anadolu’yu tedavi etmek, Anadolu’yu imar etmek, Anadolu’yu iskan etmek ihtiyacı önündeyiz. Anadolu’yu fethederken karşımıza kurşun, gülle, mitralyöz, şarapnel çıkmayacak. Sıtma, verem, frengi, yoksulluk, cehalet ve bütün bunların sonuçları çıkacak. Bu savaşta kan ve alın teri değil, beyin teri dökülecek. Beyin teri dökülmeden dökülen terden ve kandan bir meyve almak ihtimali yoktur. Fedakarlık vardan icra olunur. Varı olmayanın verebilmesi nasıl beklenir.’

Beyefendi işte bunlar benim hep sıhhi ve sosyal programlarımın ne olduğunu pekala söylüyor. Zannederim ki pek iyi anladınız. Benim asıl hedefim Anadolu halkına gerçeği iade etmektir. Pek çok yıldan beri Avrupa’da, Mısır’da, İstanbul’da hep bu emelin sevk ve şevkiyle hareketli ve coşkulu oldum. Bunun için genel müdürlüğe gelir gelmez Köy Hekimleri Tüzüğü Tasarısı’nı hazırladım. Yılda 1.000 köy hekimi yetiştirmek için yıllık 200.000 lira gerekliydi. Bunu maliyenin çok göreceğini bildiğimden yıllık 500 köy hekimi, diğer deyimle sıhhiye çavuşu yetiştirmekle yetinmeye razı oldum. 100.000 liralık ödenek de verilemedi. Sıhhiye memurları okulunu yatılıya dönüştürmek ve genişletmek için yıllık 19.000 lira gerekliydi. Ben bu iki teşkilat için 125.000 lira buldum. Tuz vergisi üzerine kilo başına beş para eklenerek bunun bu masrafa ayrılmasını maliyeden ve Düyun-i Umumiye genel müdüründen sağladım. İşe başlayacağım sırada iş başından ayrıldım. Resmi görevde bulunmamam, bu amacımı izlemeye engel değildir. Benim uğraştığım amaç Anadolu oldu ve daima o olacaktır. İstanbul’un şehremaneti sıhhiye müdürü ve İstanbul vilayeti sıhhiye müdürü vardır. İstanbul’la sürekli meşgul olmak onların görevidir. Genel müdürün bunlar üzerinde bir denetim görevi vardır. İtilaf Sıhhiye Heyeti de İstanbul’un sağlığı için bizimle beraber çalışıyor.

S.: Denetim dediniz.

C.: Ayrıldıktan sonra, orada mevcut hastaların, hizmetli ve memurların hemen aşılanmaları gereği tıbbi bir zorunluluktu. Vebanın baş göstermesinden itibaren hastane aşısız bırakılmadı. 27 Ekim’de hizmetlilerden birinin vebaya yakalanması üzerine hastaneye bir müfettiş göndermesini, genel müfettiş Zeki Bey’e söyledim. Zeki Bey bugün genel müfettiş olan Arif Paşa’yı gönderdi ve raporunu bana verdi. Raporda hastane baştabibinin ifadesi vardı. Bütün hastane mevcut ve hizmetlilerinin aşılandığı, yalnız iki kişinin böbrek hastalığıyla, ihtiyarlığından dolayı aşılanmadığı belirtiliyordu. İki gün sonra hastanede tekrar bir veba olayı olunca, altıncı Belediye Dairesi baştabibi ve mücadele reis vekili Mehmet Emin Bey’e derhal hastaneye bir doktor ve bir aşı memuru gönderip, aşısız kimseleri aşılatmasını, isimlerini bana bildirmesini bizzat ve kesin şekilde bildirdim. Ertesi gün hastanede 82 kişiyi aşısız bulup aşıladığını bildirdi. 3, 5, 8 Kasım tarihlerinde hastanede 105 kişiye aşı yapıldı ve listesi bana verildi. Genel müdürün veba hastanesi sayılan hastane halkının değil, civar evler sakinlerinin de herkesten önce aşılanması gereğini hastane baştabibine bildirmesi gerekirdi!

Konuşulup cezalandırılamayan, görev duygusu ve bilimsel eğitimi eksik olanla iyi iş görebilmek ne kadar güçtür.

Mumhanedeki unların nakli için gereken 500 lirayı Maliye’den, Divan-ı Muhasebat’tan alabilmek için beş gün devamlı Mihran, İstepan Armenak efendilere ve Birleştirilmiş Satın Alma Komisyonu Başkanı Hasan Bey’e gidip geldim. Vebaya karşı geniş teşkilat yapabilmek için 50.000 lira ek ödenek istedim. Kabul edilmiş, fakat hala verilmemiştir. Halbuki köklü tedbirler almak için bugünkü para ve fiyatla en az yarım milyon lira gereklidir. Mükemmel bir veba hastanesi, büyük bir veba tecrithanesi veya işi için iki üç istimbot ile beş on otomobil lazımdır. Vebayla mücadeleye memur edilen doktorlara bugün en az 100 lira maaş, bunlardan sonra genel müdüre tam yetki verilmeli. Bunlarsız veba bu ülkeden ancak Tanrı’nın lütfuyla çıkar. Görüyorsunuz ki İttihatçı gazetecilerin, İttihat kökenli kuvvetlere yoldaş olanların bana saldırmaları sırf şahsıma yönelik bir düşmanlık eseridir.

S.: Affedersiniz, bu düşmanlığı neye yoruyorsunuz?

C.: Pek açık nedenleri vardır. Ben kaynayan ve köpüren bir kin ve nefretle İttihatçılığı, milletin parasını öldüren, vatanını berbat ve perişan eden; hoş görülemeyecek bir bilinçsizlikle, bir çıkar ve hırsla Türkiye’yi İngiltere ve Fransa gibi tarihi dostlarımız aleyhine savaşa sürükleyen, katliamcı, vurguncu, hırsız İttihatçılığı kınadım ve göğsümde nefes oldukça kınayacağım. İkinci olarak ben bağımsız bir adamım, memuriyet sandalyesine muhtaç değilim. Azledilmekten korkmadan, kamu işinden başka hiçbir şey düşünmeden, hatıra, gönüle bakmadan görev yaptım. Böyle bir sevilen amir olmaz, gazaba uğramış amir olur.

Ülkede veba ortaya çıktı, veba denizden geldi. Eğer bu bir kusur eseri olsaydı, Sınır Sağlık Genel Müdürlüğü azarlanırdı. Halbuki o da görevini hakkıyla yapmıştır. Veba bir defa bir şehre girince, hemen kovmak kimsenin elinde değildir. Bugün Pire’de, Atina’da, Marsilya’da hatta Londra’da da veba vardır. Bundan dolayı bunların sağlık genel müdürlerine saldırmak, onları görevden almak ve sürgün etmek akıllı adamların aklına gelmemiştir. Fakat yeni durumumdan ben çok memnunum. Vasıtasızlık içinde samimiyetsizlikle kuşatılmış, iş başında istediğimiz gibi iş göremeden boş yere çırpınmaktan kurtuldum. İşte sıhhiyeyi bu halde terk ettim.

S.: Yeni sağlık genel müdürü hakkında fikrinizi sorabilir miyim?

C.: Hayhay. Terbiyeli, derviş mizaçlı bir kişidir. İhtirassız, doygun bir adam görünüyor da. İyi niyetli olduğuna inanıyorum. Dairede üçüncü derecede bir memurdu. Üstünde şube müdürleri ve genel müfettiş vardır.

S.: Bazı entrikalardan söz ediliyor?

C.: Evet. Damat Ferit Paşa Kabinesi çekildikten sonra şahsım etrafında birçok entrikalar çevrildi. Sandalyeye göz dikenler vardı. Ben de birçok gözlerde dikendim. Ben bunları seziyor ve gülüyordum, Hekim Hayyam’ın ezeli öğrencisi ben:

Der-dehr her an ki nim nani dared.

Ez-behr-i nişest aşyani dared.

Ne hadem-i kes buved ne malıdüm-i kesi,

Kü şad bi-zi ki hoş cehani dared.[1]

rubaisini enine boyuna düşünüyor ve mırıldanıyordum.

S.: Ferit Paşa Kabinesi dediniz. Her ne kadar mülakat konumuz dışındaysa da Ferit Paşa hakkındaki fikrinizi anlayabilir miyim?

C.: Ferit Paşa’yla üç defa görüştüm. İki kez memuriyetime ilişkin işler için, bir kez de sadece ziyaret amacıyla. Bu dakikada itikadımca büyük bir devlet ileri gelenidir. Geniş ve aydın fikirleri vardır. Düşmanlık huyu değil, o da benim gibi sevgi huyu sahibidir. Her güçlüğün şiddetle değil, şefkatle çözüleceği kanısındadır. Ben ziyaretimde büyük bir saygıyla gitmiştim. Yanından ayrılırken hem büyük bir saygı, hem büyük bir sevgiyle göğsüm dolu olarak çıktım. Ben sanırım ki tabiat için fazla duyarlılık başarıya engeldir. Bir vücut ölümden kurtulacaksa, kangrenli bir organa acınmaz.

S.: Ferit Paşa ile Sabahattin Bey arasında fikri soğukluk olduğu hakkındaki söylentilere ilişkin ne düşünüyorsunuz?

C.: Her ikisi de saltanat ve hilafet hanedanının bin bağla bağlı açık sözlüleridirler. Gönülden ve içten olanlar arasında birlikten, birleştirmekten başka bir şey olamaz. Sabahattin Bey on sekiz yıl önce bugünkü sonuçları görebilmiş, bunların önünü alacak önlemleri göstermiştir. Ferit Paşa da herkesin Alman silahıyla düğüne girdiği bir sırada Ayan Meclisi’nde yüksek ve merhametli bir heyecanla birbirini öldürmeleri ve katilleri kınamış, her zaman Avrupa savaşına İngilizler ve Fransızlar aleyhine katılmamızı delilik ve ihanet saymıştır.

S.: İngiliz ve Fransız dostlukları hakkında görüşünüz nedir?

C.: Bundan beş-altı ay önce bir dost çevresinde söylediklerimi tekrarlayacağım. Fransa ruhumun anasıdır. Onu bir ana için özel bir sevgi ve şefkatle severim. İngiltere büyüklüklerin vatanıdır. Onu bir baba için özel bir sevgi ve saygıyla severim. Paris bir nur ve şefkat beldesidir. Londra bir nur ve kuvvet beldesidir. Fransa savaştan çok yaralı çıktı. Kendi yaralarını sarmayınca başka yaralarla meşgul olamaz. İngiltere’nin bilgisine, kültürüne, edebiyatına gözlerim her an bakar. Fakat İngiltere’nin bu yönlerini Fransa’nın verdiği bakış ışığı sayesinde gördüm.

S.: Üzüyorsam da bir şey daha sormama izin verin. Hangi ‘mandayı’ seçersiniz?

C- Bizim tercih ve seçimlerimiz söz konusu olamaz. Biz seçmek makamında değil, kabul makamındayız. Benim ümidim İngiliz yardımına yöneliktir.

S.: Bu noktayı biraz yorumlar ve açıklar mısınız?

C.: Yorum ve açıklama işi geleceğindir. Gerçek gösterilen kanıtları söyleyecektir.

S.: Ümidiniz kuvvetli değil mi?

C.: Aksine kuvvet ve şiddetle ümitliyim. Dünyayı kaplayan fırtınadan sonra, dünyayı kaplayan bir dinlenme ve refah dönemi açılacaktır. Kendisinden daha yüksek olan her şeyi yıkan, yakan, yutan canlı fırtına kendi kendini de yiyecek. Sükün ve son bulacaktır. Ezeli ve ebedi sosyal kanunlara karşı bilinçsiz kitleleri mücadele ediyor sanmak, dalgalar üzerindeki saman çöpünün okyanusla güreştiğini sanmaktır.

“Derya be-vuvüd-i hiş mevci dared.

Has pirıdared ki ın keşakeş ba ust.”[2]

diyen Hayyam bu ham hülyayı tasvir etmiştir. Bu nokta bir derin düşünce zeminidir. Burada kalalım.

Peyam, 25 Kasım 1919

Kaynak: Osmanlı’dan Milli Mücadeleye Seçilmiş Mülakatlar; Siyasetçi ve aydınlarla ülke ve toplum sorunları üzerine mülakatlar. S.: 164, 165, 166, 167, 168

[1]  Dünya hem kimin ki yarım ekmeği vardır.

Oturmak için de bir yuvası vardır.

O, ne kimsenin hizmetçisidir ne de hizmet ettiği kimse vardır.

Ki o sevinçli yaşar, (çünkü) hoş bir dünyası vardır.

[2] Denizin doğal halinde dalga vardır,

Saman çöpü bu hareketin kendisinden kaynaklandığını sanır.