HDP 24 Haziran 2018’de yapılan parlamento seçimlerinde altı milyona yakın seçmenin oyunu alarak parlamentoda 3. büyük parti olarak yer aldı. HDP bu seçmen tercihiyle TBMM’de gurubu olan ve milletvekili sayısı itibarıyla, ana muhalefet partisi CHP’den sonra yer alan ikici büyük muhalefet partisi oldu. Hali hazırda bu konumunu sürdürmeye devam ediyor.

Türkiye bu gün 2000 yılında yaşadığı ekonomik krizini de aşan büyük bir kriz yaşıyor. Kriz bir yanda ekonomik boyutlarıyla ülkede büyük bir gelir dağılımı bozulmasına neden olurken, diğer yandan geniş halk kitlelerinin yoksullaşmasına neden olmaktadır. Ekonomideki kriz, iktidarın faiz, enflasyon sarmalında yeni “teori” sini hayata geçirmeye çalışınca içinden çıkılmaz bir hal aldı.

Yargıda yaşana siyasallaşma sistemde büyük bir çöküşe neden oldu. AHİM kararlarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmaması bütün dünyada olduğu kadar Türkiye içinde de yargıya güvenin büyük ölçüde ortadan kalkmasına neden oldu. Muhalif sesleri bastırma girişimden yazar, çizer, siyasetçi herkes payına düşeni aldı.

Savaşın yarattığı sonuçlardan büyük ölçüde mağdur olmuş Kürt halkı, hak arama mücadelenin sivil araçlarla sürdürülmesinden yana tutum alarak parlamento ve yerel seçimlerde büyük ölçüde HDP’ye destek vererek, onun seçimlerden iyi sonuçlar elde etmesini sağladı.

Siyasi iktidarın içinde bulunduğu ekonomik sorunları çözmekte başarısız olması, muhalefet için, iktidarı düşürme yolunda bir fırsat yaratacağı inancıyla birlikte hareket etme girişimlerine kapı araladı. Bu çerçevede başını ana muhalefet partisi genel başkanı K. Kılıçdaroğlu’nun çektiği altı muhalefet partisi, ülkenin içinde bulunduğu olumsuzlukların temel nedeni olarak; MHP’nin desteği ile Erdoğan – AKP iktidarının hayata geçirdiği “Türk tipi Başanlık” sistemini gösterip, bu sistemin getirdiği sınırsız iktidar gücünün ülkede “Tek Adam” rejimine yol açtığı konusunda mutabakat sağlamış bulunmaktadırlar.

Ülkenin içinde bulunduğu bu durumdan en kısa sürede kurtulmanın yolunu; bu günkü sistem yerine, “Güçlendirilmiş Parlamenter sistem” inşa edilmesi suretiyle sorunların aşılabileceği konusunda ortak tutum almak isteyen muhalefet partileriyle bir masa etrafında toplanma kararı alındı. Bu çerçevede alınan karar uyarınca, Ana muhalefet partisi CHP’nin başı çektiği altı parti, 12 Şubat 2022 akşamı bir araya gelerek, basına ortak fotoğraf verip kendi aralarındaki görüşmeleri başlattılar.

Normal koşullarda düşünecek olursak;  ülkede bunca önemli kriz yaşanıp, ekonomi her gün biraz daha kötüye giderken, ekonomik kriz geniş halk kitlelerini girdabına çekip, hayatı onlar için yaşanmaz hale getiren, ülkede Anayasa’da öngörülen Kuvvetler ayrılığı ortadan kalkmışken, Yerel yargı “Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımıyorum” diyebilirken, nasıl oluyor da iktidarı alaşağı etmeyi düşünen muhalefet,  ülkenin üçüncü büyük muhalefet partisi olan HDP’yi muhalefet blokuna dahil etmeyi düşünmezler!

12 Şubat 2022 Günü, altı muhalefet partisi bir yuvarlak masa etrafında toplanıp, ortak bir cephe oluşturmak için görüşmeler yapıyor. Son seçimlerde yaklaşık 60.000 oy almış DP toplantıda yer alırken, 6.000.000 civarında oy alan HDP bu toplantıya çağrılmıyor. HDP bu toplantıya çağrılmamış olması nedeniyle kıyamet koparıyor. “Nasıl olurda, biz bu toplantıda bulunmayız” diyor. Genel Başka M. Sancar;  “HDP’yle diyalog içinde olmak, mutabakat aramak şarttır.” diyor. Hasip Kaplan ise bu toplantıyı “Kürt düşmanı ittifak” olarak yorumluyor. Öte yandan iktidar karşıtı Kürt kamuoyu ve seçmen, oy vererek TBMM gönderdiği ve iktidarın baskılarına en fazla maruz kalmış bir partinin, nasıl olurda iktidarı düşürmeyi hedef alan muhalefet blokuna alınmamasına bir türlü anlam veremiyor.

Oysa dünyada herkesin bilmesine karşın Kürtlerin ve HDP’ye oy veren seçmenlerin bilmediği veya bilmek istemediği bazı gerçekler var.

Öncelikle bu partinin kuruluş kararı, programının içeriği, ismi,  A. Öcalan’ın görüşme notlarına yansımıştır. Bu bilgilere göre partinin oluşumu İmralı’da, devlet adına görüşmeleri sürdürenler ile A. Öcalan arasında varılan mutabakat sonucu karar altına alınmıştır.  Buna devletin isteği ile Öcalan’ın da kabul ettiği  “kararları” uyarınca;  KCK /PKK’nin sivil siyaset yapan unsurları tarafından, diğer bileşenlerin de “ikna” edilmesi sonucu kurulduğunu söylersek hata etmiş sayılmayız. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar sonucu, partinin resmi kuruluşunun 15 Ekim 2012’de gerçekleştirildiğini görüyoruz.

O günün koşullarında İmralı’da devletin istihbarat örgütü mensuplarıyla A. Öcalan arasında gerçekleştirilen bu görüşmeler üzerinden KCK – PKK’nin silah bırakarak, çatışmalara son verilmesi sağlanmaya çalışılıyordu. Buna “dağda savaşmak yerine, ovada siyaset yapmak” diyenler de vardı. İşte bu koşullarda PKK/KCK’nın en azından Türkiye’de tasfiye edilmesi sonrası çıkarılacak genel af sonrası “özgür” kalacak kadroların bu sivil siyasi yapı içerisinde siyaset yapmalarının da yolu açılmış olacaktı. Görüşmeler, bir yandan İmralı’da A. Öcalan’la, Oslo’da PKK’nin Avrupa kanadıyla, öte yandan HDP üzerinden Kandil ile sürdürülüyordu. Bu süreç başarıya ulaşmış olsaydı, “Ovada” yapılması düşünülen sivil siyasetin de HDP ve DBP saflarında yapılması   düşünülüyordu.

Bu kurgu çerçevesinde kurulan HDP içinde Kürt yoğunluğunun doğurabileceği Kürt milliyetçisi etkiyi dengelemek üzere de, yurttaş düzeyinde pek ağırlığı bulunmayan sosyalist Türk hareketlerini, feministleri ve diğer muhalifleri de HDP içinde örgütleyip, yer almasına olanak sağlayan bir yapılanma esas alındı. A. Öcalan’a düşen görev ise bu siyasi yapıya birlikte hareket etiği istihbarat örgütü mensuplarıyla birlikte teorik, ideolojik yeni yol haritası çizmek ve Kürt kamuoyunu buna hazırlamaktı. İmralı’ya alınmasından sonra bu konuda önemli çalışılar yapılmış, dünyanın eski komünist yeni neo anarşist felsefecilerin görüşlerinden istifadeyle “ekolojik toplum”, “ Demokratik Konfederalizm”, “Demokratik modernite”, “Demokratik ulus”, “ilkel milliyetçilik” gibi kavramlar bazen ödünç alınarak, bazen yaratılarak, Kürtler açısından devlet talep etmenin nasıl kötü bir şey olduğunu kadrolara anlatmaya çalıştı.

A.Öcalan ile devlet ilişkilerin geliştiği dönemde, partinin izlediği çizgi İmralı’dan esen rüzgara uygun olarak şekilleniyordu. Örneğin A. Öcalan ile yapılan 23 Şubat 2013 tarihli Sırrı Süreyya Önder ve Altan Tan’ın katıldığı görüşmede Başkanlık sistemi konusunda A. Öcalan basında yer alan bilgilere göre şöyle diyor; “Biz Tayyip (Erdoğan) Bey’in başkanlığını destekleriz. Biz AKP ile bu temelde bir başkanlık ittifakına girebiliriz” Ancak AKP – Erdoğan iktidarının İran’la ilişkilerinin gerginleşmesi ve Erdoğan’ın İran’ı Şii yayılmacılığıyla suçladığı dönemde, Öcalan Ankara’ya yakın bir tutum alırken, Kandil İran’a yakın bir tutum sergilemeye başladı. Bu iki merkezin farklı ve biberine zıt kutuplarda yer alması, HDP genel başkanı S. Demirtaş’ın sosyalist Türkler’le birlikte “bağısız” siyaset yapmasına zemin hazırladı. Bu süreçte 02 Mart 2015 Günü Dolmabahçe sarayında “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak ifade edilen 10 maddeden oluşan anlaşmaya imza atılmasına karşın, S. Demirtaş’ın, Kandil’in zımni onayı ile seçim kampanyası boyunca miting meydanlarında Erdoğan için kullandığı “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı, Ankara’da duş etkisi yarattı.

Kandil bu süreçte, İran karşıtlığı yapan Erdoğan iktidarına yönelik silah kullanma siyasetine kapı aralamaya başladı. Bütün basın yayın organlarında AKP/ Erdoğan iktidarına karşı yoğun eleştiriler yer almaya başlattı. Kobani’ye yönelik İŞİD saldırıları karşısında Erdoğan iktidarının kayıtsız kalması, PKK’nin AKP ye yönelik saldırılarının dozunun artasına vesile oldu. Kobani’ye yönelik İŞİD saldırılarının yoğunlaşması Kürt kamuoyunda yoğun tepkilere neden oldu. 6-7 Ekim 2014’te yaşanan protestolar çatışmalara neden olurken can kayıpları yaşandı. Kobani’de İŞİD’in saldırıları bir insanlık dramına yol açmak üzereyken, Peşmerge güçlerinin, ABD ile Erdoğan iktidarının vardığı mutabakat üzerine, Türkiye üzerinden 22 Ekim 2014’de Kobani’ye müdahalede bulunması, İŞİD’in bölgeden çekilmesine ve katliamın yaşanmasına engel oldu.

Haziran 2015’te yapılan genel seçimlerde AKP’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesi ve HDP’nin bu koşullarda Erdoğan’a karşı CHP ve MHP ile birlikte konumlanması, Erdoğan’da büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Durumu Kürtlerin kendisine  “ihanet” etmesi olarak algılaması noktasına kadar götürdü. Bu arada A. Öcalan’ın Kandil ve HDP üstünde belirleyici bir “ağılığının” olmadığını da anlamış oldu.

Bu durum karşısında 17/25 Aralık 2013 yılı operasyonlarıyla büyük ölçüde ayağının altındaki halının kaydığının farkında olan Erdoğan iktidarın muhalefetin eline geçmesinin kendisi için yaratacağı vahim sonuçların farkındaydı. Bunun karşısında yapabileceği tek şey; derin devletin koşullarını kabul edip, Ergenekon, Balyoz, Jitem gibi davaları sonlandırmak, “Kürt” politikasını onların istediği şekilde oluşturmak, AB çizgisinden çark ederek, dış politikayı bu yapıya teslim etmek. Bu doğrultuda gerekli tavizleri vererek iktidarının ömrünü uzatmanın yolunu açmak.

Bu doğrultuda MHP, CHP’nin bütün tavizlerine karşın muhalefeti bırakıp Erdoğan’a destek vermeye başladı. Alınan erken seçim kararı uyarınca seçimin yapılacağı güne kadar Türkiye nerdeyse bir korku tüneline sokuldu. PKK ve İŞİD çatışmaları başlattı, bombalama eylemlerinde bir çok sivil yaşamını yitirdi. “Terör” korkusu herkese hakim oldu. Seçim sonucunda muhalefet seçimi kaybederken AKP-MHP koalisyonu seçimin galibi olarak kadiri mutlak bir iktidar oluşturdular. O günden bu yana yaşananlar, Darbe girişimi, Başkanlık sistemi, Batıdan kopuş, Avrasyacı çizgide Rusya ve İran ile yakın ilişkiler, Suriye topraklarına, Irak topraklarına müdahaleliler. Batı bloku ve Nato karşıtı söylemler, S 400 krizi, Çin’le yakınlaşma, Kürdistan Federe devletine karşı, İran ile birlikte ortak operasyon çekmek, Kerkük’ü İran yanlısı güçlere teslim etmeler daha niceleri.

Gelinen süreçte şimdi fatura ödeme zamanı. Türkiye 2003 ile 2013 yılları arasında yaşadığı liberalleşme ve demokratikleşme döneminde batının büyük desteği ve sermaye transferiyle büyük bir gelişme kaydetti. 16/25 Aralık 2013 sürecinden sonra her şey tersine döndü. Bir şekilde iktidarın nimetleri üzerinden parayla buluşanların nelere bulaştığını bütün dünyayla birlikte bizler de gördük. Artık sonu belli olmayan bir yolculuğa çıkılmıştı. İmam Hatip Okulları açmanın, her ilçeye bir İlahiyat Fakültesi kurmanın, iktidarı yandaş kadrolarla doldurmanın, derin devletin karanlık güçlerini iş başına getirmenin kimseye bir şey kazandırmadığını hep beraber gördük.

Peki bütün bu olup bitenlere karşın Muhalefet’in de, İktidarın da HDP’nin yüzüne bakmamasına ne demeli?

Bence bu yapının kimlerin kontrolünde olduğunu yukarıda da izah etmeye çalıştığım gibi her kes biliyor. Bu tapının tek başına yapmaya muktedir olduğu hiç bir şey yoktur. HDP’nin karıldığı bir toplantıda konuşulanlar 24 saat içinde Tahran, Suriye, Türkiye ve Avrupa’daki istihbarat örgütlerinin ilgili ofislerinin masalarında dolaşacağından hiç kimsenin kuşkusu olmasın. KCK-PKK silahsız kadrolarının HDP ve ona bağlı kuruluşlarda faaliyet gösterdiği bilinen bir gerçektir. Bunlardan bir şey saklamak olanaksızdır. Bir anlamda parti müfettişliği yaptıkları herkesçe bilinmektedir. Bunların partiyle ilişkisinin kesilmesi olanaksızdır. Bu nedenle görüşme notlarının bir kaç saat içinde ilgililere ulaştırılması onların görevidir. Bu gerçeği bilenlerin, HDP’yi neden muhalefetin görüşme masasına oturtmamak gerektiğini bilip, buna göre hareket ediyor olması doğal değil mi?

HDP’nin yoğun oy aldığı Kürt seçmenin iradesine uygun hareket etmesi beklenecek bir davranış biçimi olması gerekirken, bunların “Hendek” siyasetine kurban edilen, evleri barkları yıkılan, yurtlarını terk etmek zorunda kalan insanların yanında yer almak yerine, bu çatışmaları örgütleyen yapıların propagandasını yapmalarına hep beraber tanık olmadık mı?  Bunların PKK/KCK cinayetlerine karşı bir tek protesto yaptığını, bir tek kınama söyleminde bulunduğunu duydunuz mu? KCK/PKK içinde birçok istihbarat görevlisinin bulunduğu, bunların eylemleriyle halka zarar verdiklerini bilmelerine karşın, silahla siyaset yapılmasına, insan katledilmesine karşı olduklarını, insan öldürerek siyaset yapmanın herkese kaybettirdiğini, bu nedenle PKK/KCK’ya “silahlarınızı toprağa gömün, bu coğrafyada silah sesi duymak istemiyoruz” dediklerini duydunuz mu?

Bunların Kürtlerin derdine derman olacak bir siyasetin takipçisi olduğunu gördünüz mü? Kılavuzu karga olanın burnunun …… tan kurtulmayacağını herkes bilir. HDP gibi sözde yasal yapılar silahlı örgütlerin etki alanından çıkmadıkça ne kendilerine, ne de kendilerine oy verenlere hiç bir faydaları olmaz. Kürtlerin oylarıyla bu yapıdan belediye başkanı olan insanlara uygullatıkları siyasi programla seçilmiş insanları egemen iktidarın boy hedefi haline getirip hem seçilmiş insanların, hem de bölgenin kayyumlara teslimine yol açarak bölge halkının zarar görmesine yol açtıklarını hep beraber görmedik mi?

HDP muhatap alınmak istiyorsa öncelikle Kürt coğrafyasının sorunlarını kendince öngördüğü çözüm şekillerini kamuoyuna açıklamak zorundadır. Üzerindeki şüpheyi kaldırmasının en güzel yolu budur. Türkiye’nin emekçilerinin, demokratlarının, kadınlarının sorununu da Türk sosyalistleriyle birlikte çözmek istiyorsa, bunları da kamuoyu açıklayıp, ürettiği çözüm yollarını da herkese açıklamalıdır. Böylece açık siyaset yaparak aleyhine uydurulacak yalanların ve komploların da önüne geçmiş olur. Ama bunlar yerine istihbarat örgütlerince alınmış kararların, “müfettişler”ce dikte ettirilmesini siyaset saydıkları sürece, kimsenin bunları muhatap almayacağını herkes gibi artık Kürtler de bilmelidir.

15.02.2022