DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)‘lar ile ilgili dosya son derece önemli. Tarihimizin karartılmaya çalışıldığı, özellikle DDKO sürecinin tartışma dışı bırakılmaya ya da yanlış kaynak ve görüşlere bağlanmaya çalışıldığı dikkate alınırsa, bu tartışmanın yapılmasının önemi daha da iyi anlaşılır. Ayrıca, yeni nesil insanlarımızın geçmişi, tarihimizi bilmelerinde de büyük yararlar var. Bu nedenlerle size ve diğer dergi çalışanlarına teşekkürlerimi iletiyorum.

Bu konuda, düzenlemiş olduğunuz soruları bana da göndermiştiniz. Ancak olanaklarım 1. bölüm için hemen birşeyler yazıp göndermeme elvermedi. Beni anlayışla karşılayacağınızı umut etmiştim. Daha sonra davetli olarak Güney Kürdistan’a gittim, 2. bölüm için orada uygun bir metin hazırlamayı denedim, ama koşullar elvermedi. Başvuracağım bazı metinler de yanımda değildi.

Bu arada, yayınlanan DDKO-I Dosyası’da bazı arkadaşların yazdıklarını da okudum. Yazılanlarla ilgili kısa bazı açıklamalar yapmam gerekiyor.

Ne yazık ki bazı arkadaşlar, böylesi tarihsel bir süreci aradan geçen 40 yıla yakın zamana karşın bugüne uyarlıyarak yazmışlar. Tarihsel olay ve olguları zamanına, muhtevasına uygun, gerçekçi bir biçimde yazmak gerekiyor. Anılarınızı da övünme, paye çıkarma aracı olarak ve aralarında seçim yaparak yazamazsınız. Özcesi tarihi pazarlıyamayız, şimdiki durumumuza, görüş ve programlarımıza uyarlıyamayız. Bu nedenlerle bazı arkadaşlara karşı cevap hakkımızı kullanacağımı da belirtiyorum. Yazıları olan ilgili arkadaşlar sorunun üzerinde ciddi durmalıdırlar. Ben de, yeni bir yazı düzenlemek yerine, Yenilginin İzdüşümleri kitabımda detaylı yazdığım DDKO bölümünü dergi yayınına uyarlıyarak göndermek istedim. Eğer arkadaşlar daha önce bu yazıyı değerlendirip eksiklerini ya da varsa yanlışlarını belirtselerdi; değişiklik yapma, ilaveler ve yeni dipnotlar koyarak hepimizi ifade eden ortak bir tarihsel metne varmamız mümkün olacaktı. Yine de, derlitoplu bir metinle böylesi ciddi ve titiz tarihsel sürecimize somut bir çerçeve vermemiz mümkündür.

DDKO”ları ilişkili olmayan ya da bu işleri bir kenara bırakmış ve sizin öneriniz üzerine dolaylı kabul edeceğimiz bir biçimde değerlendirmede, yanlış anlatımlar ve açıklama da son derece yanlış. Bu tür arkadaşlar, üstelik kendilerini zorlayarak bugüne dönük yorum ve tarihsel tesbitler yaparlarsa daha da yanlış yapmış olacaklardır. Bu düzeyi kim ve nasıl denetleyecektir? Biz, elimizdeki bilgi ve belgelere indirgeyerek ve somut isim, olay belirleyerek bile yazmakta zorlanıyoruz.  Hatırlıyorsunuz,  size ısrarla ilişkili olan arkadaşları ve o dönemi çok canlı taşıyanları belirtmiş ve mutlaka yazmalarını önermiştim. Adını ettiğim unsurlarla ben de görüştüm. Bunlardan bazıları cevap vermemişler. Neden süreçle ilişkili olmayan ya da yanlış, abartılı anlatımlarla DDKO’ları açıklayan arkadaşları böylesine tarihsel bir tespit yapılması gerekli düzeye sokulduklarını anlamış değilim. Bugün yalnız DDKO değil, bütün Kürdistan‘ın tarihsel süreci karartılmaya uğraşılırken, bizim yalan ve yanlış bilgilerin sunulmasına yardımcı olmamız beklenemez. Ve üstelik DDKO süreci belgelenmiş.

Bazı arkadaşlar da kendileri ile ilgili anıları DDKO sürecinin tarihsel açıklaması olarak sunmuşlar. Hepimizi bir torbaya koymuşlar. Böyle unsurlar genel ya da özel değerlendirmeler yapabilirler elbette. Ancak bunu hangi belge ve bilgiye dayandırdıklarını açıklamak zorundalar. O günler için, en azından ‘şuradaydım, şununlaydım, şöyle duydum vb. demelidirler. Yazılanlara baktığınız zaman, kimin yönetici, kimin üye, kimin dışarıdan hikaye anlatan, kimin direndiği, savunma yaptığı ya da hiç bedel ödemeden işi idare ettiği gibi daha da çoğaltabileceğimiz soruların neresinde durduğu belli değil. Bazı olay ve olgular da alabora edilmiş, anlamsız hale getirilmiş ya da hiç söz edilmemiş olmaktadır. Bu tarzın da süreci anlaşılmaz hale getirdiği açık.

Hangi açıdan alırsanız alın, gazetecilik, yayıncılık, tarihsel sürecin yerli yerine oturtulması, tarihimizin bilinmesi vb.. hemen hepsi gerçekleri ifade etmeli, bilimsel olmalı, belgelenmelidir. Esas olan budur. Yanlış varsa, hata varsa, hepsi ortaya konulmalı, utanılmamalıdır. Tarih böyle yazılır diye düşünüyorum. Bizim tarihimiz yalnız kahramanlıkların, zaferlerin tarihi değil, aynı zamanda ihanetlerin, yanlışların, yenilgilerin de tarihidir. Bizim de tarihimizde önemli entrikalar var. (…)

DDKO süreci Kürdistan tarihinde önemli bir kilometre taşı. Bunu kabul etmek gerekiyor. Biz o süreçte, kuruluş döneminde olsun, cezaevlerinde olsun, savunmalarda olsun direndik, bütün hayatımızı ortaya koyduk, bir daha da kendimize gelemedik. Anlayacağınız, vuruştuk. Eksikleri ve aksakları çok tali olan önemli bir duruş ve direniş sergiledik. Ama, bazı olanaklardan yararlanan, bu işten hiç zarar görmeyen, üstelik tüm yaşamları boyu o süreci ve fırsatları iyice kullananlarımız da oldu. Kendi çıkarlarına, siyasi ilişkilerine peşkeş çekenlerimiz oldu. Böylelerinin o günleri, gerçekleri ifade etmeleri ancak onların teşhir edilmeleri ile mümkündür. Tersine herkese uygun birçok şeyi ayıklayıp yazmak gerekecek, bu da anlamsız olacaktır. Çünkü, belgeleriyle o günler 38 yıl öncesinde kaldı. Kimse kendisine özel payeler çıkararak, bir de DDKO süreciyle ilgili faaliyet raporu sunup, emekli olmaya çalışmamalı diyorum. Herkesin hakkı verilmeli, sürecin hakkı verilmeli. Siz de bu görüşte değil misiniz? Hazırlanan dosyanın amacı ve sorduğunuz sorular  benim dediğimi doğruluyor.

Ayrıca, daha sonraki süreçte o dönemin kadroları ile aramızda görüş ayrılıkları, program farklılıkları oldu. Değişik kulvarlara, örgütlere, mücadele pratiğine savrulmalar oldu. Şimdi kin, husumet, yalan ve yanlışla tarihsel bir süreci anlatmaya çalışmak dürüst bir tavır sayılamaz. Daha önce de yazmıştım. DDKO’nun kuruluşuna karşı olanlar ya da bir iki aylığına cezaevine gelip giden arkadaşlar nasıl bütün süreci bugün detaylandırarak yazabiliyorlar? Bu doğru değil. Bazılarına  genişçe cevap vermiştim, tartışılmadı. Göndereceğim metnin içinde bunlara rastlamak mümkün. Böyle birkaç arkadaş var.(…) Görüş ayrılıkları program farklılıkları vb. hemen hepsi olsada, yine de bu dosyada yazılanlar gerçekleri ifade etmeli ve DDKO’nın tarihteki yerini daha da güçlendirmeyi sağlamalıdır. İçinden geçtiğimiz süreç ulusal politikaları, soyut olmayan birlikleri dayatıyor. Aynı zamanda yanlış yapanların bunu açıklama fırsatlarını, küçük de olsa bir özür dilemelerini de gerekli kılıyor sanıyorum.

Ben bu sürecin öncüsüydüm. Bazı arkadaşlarla DDKO’ları yönetip yönlendirdim. Bedelini de ödedim. Bunu gizlemenin ya da bazıları gibi üstünden atlamanın gereği yok. Süreci açık ve dönemine uygun ifade etmemiz bir namus borcu. Üstelik, İddianameye Cevap, Savunmalar, Yargıtay Layihası ve dosyadaki diğer bazı metinlerin orjinalleri elimizde. İnkar edilecek bir şey yok.  Ve o süreçten bugüne gelen üst organ olarak açıkladığım kuruldan iki arkadaşımız vefat ettiler, diğer ikisi hayattalar.  Her arkadaşın bir görevi vardı, biri kurulacak İstanbul DDKO ile aramızdaki ilişkiyi, diğeri Ankara DDKO ile ilişkiyi, birisi mali sorunları, bir diğeri de dış ilişkileri götürüyordu. Ben de bu arkadaşlarla onların ilgilendikleri alanlarda birlikte çalışıyordum ve koordinasyonu sağlıyordum. İlk olarak legal konumlanacak Ankara ve İstanbul DDKO’ların, tüzük, program, kurucuların ve ilk yöneticilerinin tesbitine çok uğraş sarfettik. Daha sonra yönetilip yönlendirilmelerine de aktif katıldım. Özetle, hem kuruluştan önceki, hem de kuruluştan sonraki dönemi bazı arkadaşların yardımlarıyla yönetip yönlendirdim. Anlatılmaz çok büyük bir efor harcadık ve emek verdik. O süreç sıradan bir süreç değildi. Kişisel sürtüşmelerle, sen ben meselesiyle yıllar sonra açıklanacak bir süreç değil.

  Sözünü ettiğim üst illegal (yarı/legal) organ dışında, daha alt düzeyde kadrolarımızdan ve cezaevinde önde vuruşan, dışarı çıktıktan sonra da birlikte olduğumuz, mücadeleye şöyle ya da böyle devam eden, süreçten bazı nedenlerle ayrılan arkadaşlarımızdan hayatta olanlar da var. Benim itirazım bu unsurlarla ilgili değil, ilişkili olmayanlarla ve onların birdenbire bu süreci ulu orta açıklamalarına ilişkindir. Ben bunu ayıp sayıyorum. Üstelik, bilinçli ya da bilinçsiz bizim üzerimizden atlanarak, bizi varsaymayarak, gerçekleri, olayları inkar ederek DDKO süreci anlatılamaz ki. Acaba diyorum, belgelenmiş bir süreç için bu unsurlar ‘’tanık’’ olarak mı dinleniyorlar? Bu konuda gönderdiğiniz sorular da bu arkadaşların açıklamalarında yer almamış. Elbette, sorulara tıpa tıp uymak gibi bir zorunluluk yok, ancak dosyanın çerçevesi çizilmiş olduğundan en azından bu düzeyde uymak gerekiyordu. Çok gerilerde kalmış, birçok belge ve bilgi ile tarihe geçmiş bir sürecin bugün böyle anlatılmasını büyük bir yanlış sayıyorum. Bunca iftira, karalama ve bazı unsurların “anılar’’ında çok aşağılara indirdikleri bir düzeyi, elbette vargücümüzle savunmamız gerekiyor diye düşünüyorum ve bize hak vereceğinizi umut ediyorum. Yalnız DDKO’lar değil bütün tarihimiz açısından savunma ve koruma görevimize devam edeceğiz.

  2003 tarihinde 1. baskısı yapılan ‘’Yenilginin İzdüşümleri’’ adlı kitabımında, 3. bölüm olarak  441- 544. sahifeleri arasında yer alan DDKO’larla ilgili metni, ‘’BÎR’’ Dergisi yayınına uyarlayarak, yeniden redakte ederek düzenledik. 374’den 451. No’ya kadar olan  dipnotları da metne uygun olarak 1’den 78’e kadar yeniden numaraladık.

***

Kısa Biyografi

1942 yılında Kürdistan’da Muş’ta dünyaya geldi. Ailesi aslen Van’ın Hoşap Kalesi beylerindendir. Kürdistan’daki sürgünler nedeniyle yerlerinden edilmişler ve Muş Ovasına gelip yerleşmişler. Kürdistan’ın birçok yerinde bulunan büyük bir aşiret, Kotan aşiretindendir.

Daha sonraki ayaklanmalar nedeniyle de, ailesi Türkiye’nin batı bölgelerine sürülmüş ve uzun zaman buralarda sürgün yaşamışlardır. Dedesinin milletvekili olmasıyla Ankara’ya giden ailesi, daha sonra Muşa dönmüştür.

İlkokulu Varto’da bitirdi. Ortaokul ve liseyi değişik illerde okudu. Ankara Dil/Tarih/Coğrafya Fakültesi Felsefe/Sanat Tarihi-Arkeoloji bölümüne girdi, 3. sınıfa geldiği zaman terk etti ve Ankara Hukuk Fakültesine geçti. Üniversiteye başladığının ilk yılı, 1962 de Türkiye İşçi Partisi’ne katıldı, aktif çalışmaya başladı. Bir ara askerliğini yapmak üzere Varto’ya döndü ve ilkokul öğretmenliğine başladı. Ancak tamamlayamadı ve geri dönmek zorunda kaldı.

1968 Eylemlerinin yönetici ve yönlendiricilerindendir. TİP gençlik kolları, üniversite öğrenci dernekleri birliklerinde aktif çalıştı. Fikir Kulüpleri Federasyonu, Türkiye Milli Talebe Federasyonu vb.. örgütlerde  yöneticilik yaptı. Daha sonra 1969 yılında DDKO’ları yönetip yönlendirdi. Ve 1970 yılında tutuklandı. Yargılandı ve 16 yıl ağır cezaya çarptırıldı.

1974 yılında çıkarılan Af Yasası’nın “eşitlik ve genellik esasına aykırı bulunması’’ nedeniyle bozulması üzerine tahliye oldu.  Hukuk Fakültesi son sınıfta cezaevine girmiş ve birkaç dersi kalmıştı. Fakülteyi bitirip stajyer oldu ve daha sonra serbest Avukat olarak çalıştı.

Çağdaş Avukatlar Derneği, Pol-Der gibi kuruluşların aktif avukatlığını yaptı, Pol-Der’in eğitim ve örgütlenme çalışmalarına Türkiye çapında katıldı. 1975 yılında KOMAL Yayınevinin ve 1976’da ise Rizgarî dergisi kurdu ve yönetimine katıldı. Rizgarî yazı kurulu başkanlığı yaptı. Yönetip yönlendirdi. Kürdistan’lı örgüt, gurup ve kişilerle Rizgarî temsilcisi olarak  ortak cephe çalışmalarını yönetti.

1979 yılı sonlarında kaçak duruma düştü ve 1980’de tutuklandı, 1985 yılında Diyarbakır Cezaevi’nden tahliye oldu. Askere gitmedi, ülkeyi terketti. Yunanistan’da uzun süre siyasi mülteci olarak kaldı. Şimdi Almanya’da kalmaktadır.

Diyarbakır Cezaevi’ndeyken kurulan Kürdistan Komünist Partisi Genel Sekreteri olarak görevlendirilmiş. Cezaevi’nden çıktıktan ve yurt dışına gitiği zaman bu partinin kendisini dondurup, yeni bir program ile bir kitle partisi kurulmasına karar alınmış ve Partîya Rizgarîya Kurdistan’ın Genel Sekreterliği’ne getirilmiştir. Bu kez Avrupa’da bazı örgütlerle ittifak ve bazılarıyla da cephe kurulması çalışmalarını Rizgarî adına yönetip yönlendirmiştir.

Birçok isimsiz kitapları var. TBKP Program Eleştirisi, Marksist Öğreti ve Yeniden Yapılanma, Diyarbakır Cezaevi Raporu vb.. Kürdistan Press ve Rizgarî dergilerinde sayısız makale ve yazıları yayınlandı. Son olarak ilk legal kitabı Yenilginin İzdüşümü var. Yakın Tarihimiz, I. Cilt 1960-80 ve II. Cilt 1980-2000 çalışması sürüyor. Ayrıca ‘’Yeni Gelmiş Gibi’’ isimli mültecilik yıllarını belgeleyen bir roman çalışması var. Anıları’nı da kapsamlı olarak yazmak için programlaştırmış durumda.

***

  1. DDKO’ların Ortaya Çıktığı Dönemin Özellikleri

Bilindiği gibi biz, bir bütün olarak Türk devrimci hareketinin içinde büyümeye başladık. Bu büyüme bizim rızamız ile değil zorunluluk ve dayatmalardan ötürüydü. Her ne kadar dede ve babalarımızdan Kürtlerle ilgili bilgiler edinmiş ve onların başına gelenleri öğrenmiş olsak da, daha çok ulusal olmayan bir yapılanmaya girmiştik. Bu Türkiye’de devrim yapmak ve “Sol”u “sosyalizm”i getirmek içindi. Teorisi başkaları tarafından yapılmış olan bu tezin yarattığı hareket içinde uzun dönem kaldık. Ne zamanki, teoriyi ve pratiği bir araya getirip tarihimizin ince noktalarına eğildik, o zaman solcu da sosyalist de olsak, Kürt sorunu’na kafa yormaya, Kürdistan mücadelesini düşünmeye, tartışmaya ve programlamaya başladık.  Ne de olsa biz, önce Kürt olarak dünyaya gelmiştik, diğer herşeyi sonradan edinmiştik.

SSCB’de olup bitenler, dünya’daki mücadelelerin yaydığı teorik atmosferde, bir de gençliğimizin verdiği sıcaklık ile muhalefet olmayı, insanların temel sorunları ile uğraşmayı önümüze koymuştuk. En önemlisi, sisteme ters gelen yanlarımızdan ötürü, büyük metropollerde gelişen öğrenci hareketleri içinde kendimizi bulmuştuk. Ne de olsa, biz de üniversitenin içindeydik. Bundan önce, lisedeyken bir muhalefet eğilimimiz de vardı.

O dönem en önemli olaylardan biri 1960 askeri darbesisi ve ardından gelen 1961 Anayasası’ydı. Bu gelişmeler Türkiye’de biraz da sol bir muhalefetin oluşmasını sağlamıştı. Ama bunun içinde en çok cuntacı eğilimler boy vermişti. “kitleler geriydi” görüşleri yaygınlaşıyordu, “olsa olsa bir kadronun eline iktidar verilmeli ve planlama yapılarak” ülke “sol bir biçime” götürülmeliydi. Bu anlayışı, gençlik kitlesi ve onun yarattığı daha çok CHP yanlısı öğrenci birlik ve örgütleri  kucaklayabiliyorlardu.

Bizim de ilk tanışmışlığımız bunlarla oldu, başlarında Doğan Avcıoğlu gibileri vardı.1 Dönemi anlatması bakımından D. Avcıoğlu’nun bir belirlemesini aktarayım:

Sınıf egemenliği meselesini sanki bugünün en hayati meselesiymiş gibi her şeyin üstünde sayan bir davranış, çeşitli sosyal sınıfların psikolojisini göz önünde tutmadığı için, hiç değilse taktik bakımdan hatalı olmuştur. Fakir ve mütevazi ailelerden gelen ordu, Türkiye’mizin ileri hamlelerinde dayanılacak en sağlam kuvvetlerden biridir. Ordunun mutlaka faşizm getireceğini iler sürenler, her şeyden önce Nasır denemesini aydınlığa çıkarmalıdırlar. Nasır’ın bu yaz açıkladığı program, oldukça ileri sosyalist bir programdır.” 2

Doğan Avcıoğlu’nun görüşü açık. Bu kısa belirleme o dönem için söylediklerimizi de açıklıyor sanıyorum. Yani, askerler yönetimi alıp bir seçkin kadroya vermeli, onlarda ordu adına ülkeyi yönetmeliydiler. (…)1962 itibariyle bu anlayış bize göre değildi. Yıllardır bütün yaşamımızda askerleri iyi tanıyorduk, onlarla ilgil çok hikaye dinlemiştik.

Sonunda, gelişmekte olan TİP (Türkiye İşçi Partisi) içine girdik. Burada teorik bilgi ve becerilerimiz gelişmeye, tartışma, yargılama olanaklarımız artmaya başladı. Üniversiteye geldiğimin ikinci yılı, Ankara Küçük Esat’ta halk pazarında bildiri dağıtanları görüp bir tane aldım, okuduktan sonra TİP’e girmeye karar verdim. 1962’de TİP Çankaya ilçe üyeliğine Uğur Cankoçak’ın sunuşu ile kaydoldum. Bu bağlamda, ‘’sosyalizmi ve ulusal sorunu’’ da eksik-aksak öğrenmeye başladık.

Cunta eğilimleri durmuyordu. 1960 Askeri Darbesi’nin lideri Cemal Gürsel’in Kürt olduğu söylentileri vardı, kitleler içinde demokrat olduğu da tartışılıyordu. Cunta yönetimi ‘’Milli Birlik Komitesi’’ olarak kısa sürede sivil koşullara geçmeye hazırlanıyordu. Bu yönde TC tarihinde ileri düzeyde sayılan bir Anayasa (1961) yapılmış ve referanduma sunularak kabulü de sağlamıştı. C. Gürsel’e ‘’Milli Birlik Komitesi’’nde bir suikast düzenlendi, bu saldırıdan sonra ağır bir felç geçirdiği söylentileri yaygınlaştı. Bunu yapanlar değişik ülkelere sürgün edildiler, aralarında “meşhur ve maruf” Albay Alpaslan Türkeş de vardı.(…)

Daha sonra 22 Şubat 1962’de bir askeri kalkışma oldu. Bu kalkışmayı yapanlar affedildiler ve yargılanmadılar. Ardından 21 Mayıs 1963’de ikinci bir askeri kalkışma daha yapıldı. Harp Okulu Komutanı Albay Talat Aydemir liderliğinde Harp Okulu öğrencileri Ankara’yı işgal ettiler. Bu kalkışma sırasında ben, Mamak’ta kiraladığımız bir evde arkadaşlarımla kalıyordum ve arkamızdaki “Mamak Er Eğitim Tuğayı” tarafında meydana gelen patlama ile uyandık ve şehre indik, herkes gibi olanları seyrettik. Sonunda ellerindeki silahlarla Harp Okulu öğrencileri teslim oldular. İ. İnönü bu kez affetmedi, geniş tutuklamar oldu, Harp Okulu’nda değişiklikler gerçekleştirildi. Albay Talat Aydemir ve binbaşı Fethi Gürcan yargılamalar sonunda idam edildiler.

Burada bir parantez açalım. 1960 Darbesi öncesi 17 Aralık 1959’da ‘’49’lar’’ olarak anılan tutuklamalar olmuş, Kürt aydınları yargılanmışlardı. 1961 Ocak-Şubat aylarında tahliye olmuşlardı ve davaları devam ediyordu. 1963 askeri kalkışmasında da Haziran 1963’de ‘’23’ler’’ tutuklanmış ve yargılanmaya başlanmıştı. Aralarında Güney Kürdistanlı aydınlar da vardı. Bunlar da 1964’de tahliye olmuşlar ve davaları çok sonraları sonuçlanmıştı. Bu kısa belirlemeleri yapmamızın nedeni, bütün darbelerde Kürtlerin gerekçe olarak sunuldukları, tutuklandıkları ve yargılandıklarını anlatmak içindir. Nitekim, DDKO’lar dönemi 1971 müdahalesinde de yine gerekçe olarak Kürtler öne sürüldü ve bizler yargılandık, ağır cezalara çarptırıldık. Geçmişte her defasında ve şimdilerde de yine bütün bu gerekçeler yine Kürtlerin inkarı üzerine öne sürülmüş, kullanılmıştır. (…)

Daha sonraki dönem Cuntacılar tarafından geniş cephe ortaya atıldı. Bu öneri TİP’deki bazı unsurlar tarafından da olumlu karşılandı, hatta ilk dönemler desteklendi. Bu destekçiler arasında Behice Boran da vardı. Cuntacılar TİP’in bu tavrını övüyorlardı. Ancak, öneri daha sonra başka yerlere savruldu.

Milli Demokratik Cephe Türk ulusunun devrimini öneriyordu. Bize tersti. Yeri gelmişken belirteyim, 1971’deki gelişmeler de buna yakın ve benzer öneri ve eylemliliklerdi.(…)

TİP, 1965 seçimlerinde büyük uğraşılarla sonunda 15 milletvekili ile meclise girmeyi başarmıştı. Ve aralarında Kürt olan unsurlar da vardı. Bu, bizim ortaya çıkışımızın başlangıcı olmuştu da denilebilir.3

TİP’in dışında bir de YTP  (Yeni Türkiye Partisi) vardı. Kürtlerin bir bölümü de bu partide yer alıyorlardı. Böylece, 1968’lere gelmiştik. YTP ile ilgili kısa bazı açıklamalar yapmak gerekecek.(…) Bu parti, Kürt olan Dr. Yusuf Azizoğlu’nun liderliğinde bir partiydi.

1968 yılları dünyayı alt üst eden bir “devrimci dalga” olarak yayılmıştı. Bu döneme denk düşen biçimlerde Türk Devrimci Hareketi’nin  “Milli Demokratik Devrim”(MDD), “Sosyalist Devrim” (SD) anlayışları olarak ikiye bölünmesi de gerçekleşmişti. Bu bölünmede taraflar yalnız bizim ayrılığımız için değil, aynı zamanda bir bütün olarak mücadelemiz açısından son derece vahim yanlışlar yaptılar. Detaylı incelenirlerse bu akımların, özellikle MDD Hareketi’nin devletin uygulamak istediği programların önünü açmada ve yol almasında önemli yardımcılık görevlerini yerine getirdiği görülür.(…) Böylece büyük bir kargaşa ortamı oluşmuştu. Biz de “Doğulu devrimci gençler” olarak bu ayrılıkların ve giderek kargaşanın tam orta yerinde duruyorduk. Elbette aramızda yer yer tartışmalar yapıp durumu değerlendiriyor, kendi kaderimiz açısından bir ayrılık koymanın zamanı geldiğini, onlara “hizmetimizin” karşılığının verilmediği, ayrılmamızın zorunluluğunu vurguluyorduk, bu konuda kafa patlatıyorduk. Ama,  nasıl olacaktı bu.  Çünkü, zaten baskı ve suçlama altındaydık. Ayrılık bizi daha fazla tecrite götürecekti. Biraz da teorik olarak yetersizliğimiz, bir yerlere dayanma olanağımızın olmaması, “Kürtçülük” damgası yemek, hem “sosyalistliğimize” hem de korkularımıza gebeydi. (…)

Bölünme bazı “lider” unsurlar tarafından yaratılmıştı. Onların aralarındaki sürtüşmeler, hesaplaşmalar çok eskilere dayanıyordu. Bu bizi de ilgilendirmiyordu. Böylece birbirlerine aşırı saldırılar başlattılar, suçlamalar had safhaya vardı. Önemli olan, bunlara taraf olan genç insanlar tarafından ayrılığın temel nedenlerinin bilinmemesiydi. Yanlış da yönlendirildiklerinden birbirlerine saldırıya geçtiler. “Kraldan çok kralcı” olan gruplar, kişiler türedi. Giderek kemikleştirildiler. Taraf olma öyle bir dedikodu ortamı oluşturmuştu ki, artık iç tartışmalar dışında pek fazla bir şey yapılmıyor, hep birbirleri ile uğraşıp duruyorlardı. Biz de durumu dışarıdan yabancılar gibi izliyorduk. Sanki, yılların mücadele pratiğinde biz hiç olmamıştık! Oysa, en önde ve korkusuz bütün bir Türkiye sathında gözü kara vuruşmuştuk, elbette bundan, kendi ulusumuz için hesap yapmak ve pay çıkarmak gerekiyordu. Bundan daha doğal ne olabilirdi. Hiçbir yerde kaçmamış ve de geri adım atmamıştık. Militandık anlayacağınız. Samimi ve içten bir mücadele pratiği sergilemiştik. Taraflar bizi almak, kapmak için olmadık şeyler yapıyorlardı. Artık gençlik örgütleri bir sınıf örgütü gibi davranıyor, kimse kimseye olanak bırakmıyordu. Herkes en iyi teorisyen, militan ve sosyalist olmanın gösterisini yapıyordu. Oysa tarafların arkasında gerçek olan bir şey vardı, o da parlamento içi mücadelenin sokaklara taşırılması, cuntacı eğilimin aracı olmalarının sağlanmasıydı. Bu da gençlere hoş geliyordu..

Bugün kısaca belirlemek gerekirse, çok güzel ve samimi bir mücadele verilmişti. Birçok arkadaşımızın hayatına mal oldu, çok bedel ödedik. Ama, ‘’sıfır maliyetle’’ kullanıldığı gayet açık. Ben de, başka arkadaşlarımız da sonraları ‘’bölücü’’ ve ‘’ayrılıkçılığa’’, ‘’ajanlığa’’ vb.. terfi ettirildiğimiz zaman hep şunu  demişiz; ‘’Türk devrimci hareketi’’ne sarfettiğimiz  o akıl almaz eforu, fedakarlığı daha önce farkına vararak kendi ulusumuzun mücadelesine vermiş olsaydık keşke. Yine de verdiğimiz emek ve haklarımız onlara helal olsun! ‘’Zararın neresinden dönülse zarardır’’ ama, yine de DDKO’larla attığımız adım tarihsel sürecimiz, genel mücadelemiz vb.. açısından çok önemlidir ve zamanlaması da iyi yapılmıştır. Bir de o dönemin “lider” tayfasının sultasına, kaprislerine, dedikodu ve çıkarlarına, vefasız, adaletsiz anlayışlarına bakıp üzülmemek mümkün değil. Şimdilerde çoktan devletlerinin, Kemalizmin yanında saf tutarak artık görevlerini saklamıyorlar. (…)

Neyse. Gençler kendi sorunlarından, ülke geneli sorunlardan soyutlanmaya başlamışlardı. Kitlelerde büyük kopuş oluşmuştu. Varsa yoksa, cuntayı getirmek vazgeçilmez bir kısa yol olarak savunuluyordu. Orduya yağlar çekiliyordu.  Zaten ilk gözümüzü Ankara’da açtığımız zaman 1962 ve sonrası Genel Kurmay’ın önünde “İsmet paşa çizmeni giy” “Kıbrıs Türk’tür, Türk kalacaktır” sloganları ile mitingler düzenleyen öğrenci federasyonunun, insanı sonradan utandıran yapılanmalarından arta kalan şeyleri hep hatırlıyorum. İsmet Paşanın çizmelerinin izleri Kürdistan’da hiçbir yerden silinmemişken, Ankara’da ona yine o uzun  çizmelerini giydiriyorlardı! Ne olup bittiğini hayretle izlemiştik.

Doğulu Gençleri” geleneksel anlayışları ile “Biz kardeşiz, bu vatan hepimizin”, “Bölünmez bir bütünüz” sloganları ile saflarına almayı başarmak için olmadık yöntemlerle aşırı eylemlilikler, vuruşmalar pazarlanıyordu. (…)

Son saflaşmalar içinde de MDD ve SD taraftarları aynı yöntemlerle bizleri içlerine çekmeye çabalıyorlardı. Sloganlar değişik olsa da ilk dönemlerin mitinglerini, askerlerin gelme heyecanını yine de anımsatıyordu. Bu aşamada gruplar, değişik olarak “HALKLAR  SORUNU”nu ortaya attılar ve tartışmaya başladılar. Herhalde bu da bizim mücadele içine çekilmemiz için verilmiş bir tavizdi!

Biz de kör değildik, okuyor, görüyor ve dinliyorduk. Tarihin sayfalarını açmıştık. Dedelerimizden, babalarımızdan kalan anılar, hatıralar gözlerimizin önündeydi. Lenin’de ya da sosyalizmin genel anlayışı içerisinde bizim halimize de bir reçete bulunurdu herhalde! Hep başkalarının değirmenine su taşıyamazdık.

Kendi aramızda görüşmeler yapmaya ve bir örgütlenme yaratmaya karar vermiştik. Türk “Sol”undan kopacaktık. Bu bir boşanmaydı, ayrılığımız hem meşru hem de gerekliydi. Bunun ötesini dedikoduları, suçlamaları hiç tartışmak gerekmiyor. Zaten, 1967 yıllarındaki Doğu Mitinglerinden sonra işlerimiz biraz da onlardan ayrılmış, bölgemiz ve ulusumuzun somut taleplerine, kendi sorunlarımıza eğilmemizi sağlamıştı. Bu konuya DDKO’nun çalışmalarında geleceğiz. (…)

Konuyu dağıtmadan o dönem “Doğulu gençlerin” nasıl zorlandıkları, hangi kanallardan baskı yediklerini kısaca belirteyim.

TİP yanlısı FKF (Fikir Kulüpleri Federasyonu) içinde bulunan Kürt unsurlara yapılan baskı ve MDD ile SD yanlılarının ayrışması konusunda mutlaka taraf olmamızı dayatmaları4 diğer yandan daha sonra İstanbul’da gündeme gelen ve ileride THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu) ile iç içe geçecek olan  DÖB, (siz adına bakmayın, sayıları çok az olan bir grubun örgütüydü.) bütün “eylemlilikleri” içinde Kürt unsurları tutarak bize taraf olmamızda dayatma yapıyordu. “Kürt gençleri” zorunlu olarak taraf olma ile karşı karşıya bırakılmışlardı5.

MDD saldırılarını TİP’e yöneltmeye başladığında artık TİP’liler bize yanaşmaya ve bizi ellerinde tutmaya özen göstermeye başladılar. Bu tarafın gençlik liderleri de bizlere övgüler dizmeye başlamışlardı.

FKF bunu yaptı. Sorun Kürtlerin durumunu tartışmak değildi. Bu konuya eğilmemiz gerekiyor, çünkü tarihsel sürecin tespiti önemlidir. Esas amaçları MDD karşısında kendilerine güç toplamak ve bizi kullanmaktı. Nitekim, DDKO kurulduktan sonra da bunu yaptılar ve bizleri bölerek, kendi saflarına çekmeye uğraştılar. Ama, tam başaramadılar. Elbette bu çabalar içinde TİP içindeki “Doğulu Sosyalistler” ekolünün bazı üyelerini de saymak gerekiyor. (…)

TİP’i, ‘’sosyalizmden ayrılan’’  ve “kapitalist olmayan yol”u önüne koyan bir kitle partisi olarak eleştirip vaveyla koparan MDD’ciler; birden bire birçok  kuruluşu içine alan ‘’Devrimci Güç Birliği’’ ilan ettiler.. Bunun içinde kimler yoktu, Mucip Ataklı paşadan Kadri Kaplan’a kadar herkes..

Bunun teorisyeni Mihri bey  şöyle diyordu:

Türk toplumunda,  emperyalizmin işbirlikçisi sömürücü  güçlere karşı duran, tam bağımsız ve gerçekten demokratik  Türkiye’nin bir gerçek olmasını  özleyen ve bu uğurda anayasanın sağladığı hak ve özgürlüklerden son kertesine kadar yararlanarak eyleme girişmek  azminde olan örgüt, kurum ve çevreleri  kucaklayan Devrimci Güç Birliği  kurulmuştur.  Devrimci Güç Birliği’nin  temel ilkeleri , Milli Demokratik  Devrimin ilkeleridir6.

Bu birlik içinde herkesi barındırıyordu. Mihri bey Anayasa’nın son kertesinden, Milli Demokratik Türk Devrimi’nden, iktidarı ele almaktan, eylemlerden bahsediyordu. Bunu da sosyalizm adına yapıyordu. Kemalist-sosyalist ittifak kurulmuş ve bunun da utanmadan teorisi yapılmıştı. Kemalizm’e bu misyon da verilmişti. Nihayet “Nasyonal bir sosyalizm” olabilirdi! Bizim için ayrılmak daha net hale gelmişti, bunu artık iyice anlıyorduk. Bir de, yakından tanıdığımız, içinde olduğumuz bu akım ve içindeki örgütleri iyi biliyorduk. FKF’nin hemen yakınında, Sakarya Caddesi’ndeki ESMUH’taki meyhanede (Eski Muharipler Derneği’nin Lokali) DEV-GÜÇ planlanmaya, emekli subaylarla bütün bir mücadele alt üst edilmeye başlanmıştı. Sonuçlarını gördük, birçok genç insanı gözü kapalı toprağa ve devlete veren liderler, teorisyenler ortalıktan yağdan kıl çeker gibi kayboldular, başka süreçlere katıldılar. Sonunda PKK teorisyenliğine kadar geldiler. “Her tarakta bezleri var”dı bunların. Ve ellerini kollarını sallaya sallaya Türkiye’ye geri dönerek, kendi anlatımlarına göre boğazın mavi sularına bakarak iç geçirip, demleniyorlar, günlerini gün ediyorlar.(…)

  1. DDKO Kuruluş Dönemi

DDKO’lar kısaca yukarıda açıkladığım kargaşa ortamında biçimlenmeye başladı. İlk önceleri uzun bir çalışma ile Doğu Kültür Dernekleri Federasyonu çalışmasını yürüttük. Bu program, varolan “Doğu Kültür Dernekleri”ni bir araya getirmek ve güç toplamak, kendi örgütlenmemizi yaratmak amacına matuftu. Bu derneklerin önemli güçleri, maddi olanakları, yurtları vb. vardı. Bir ikisi hariç, sonunda bütün derneklere egemen olmayı başarmıştık. Ele geçirilmeyen dernekler üzerinde de çalışmalar ve muhalefetimiz sürüyordu. En çok direnen ve bizi uğraştıran, bir türlü ele geçiremediğimiz Erzurum İli Kültür Derneği olmuştu. Sonunda onları da genel programımıza kanalize edecektik.

Düşünülen federasyonun tüzük ve programını yaptık, kurulmaya hazır hale getirdik. Bu konuda kurucuların da tespiti yapıldı, en geniş biçimde bütün illeri kapsaması amaçlandı. Tam kuruluş için başvuru yapacağımız aşamada gelişen olaylar ve görüşlerimizdeki değişiklikler kuruluşu ertelememizi sağladı.7 Bir de, YTP ile ilişkilerimiz gelişmiş, bizzat Y. Azizoğlu bana gençlik kolu görevini önermişti. Kürdistan’da gelişen YTP bizim yarattığımız potansiyeli almak istiyordu. Ancak, yukarıda da değindiğim gibi, örgütlenmemizin kapsamının genişlemesi, değişmesi ve siyasallaşması,  DDKO’lar olarak belirginleşmesi sonucu bu öneriyi kabul etmedik.8

 Böylece amacımızın sadece Kürt gençlerini birleştirmek olamayacağı, aynı zamanda “Doğu” kavramı içinde bölgeye dönük, açık olmasa da Kürtlerin varlığı, dili, kültürünü geliştirmek zorundaydık. Bu doğruydu. Dolayısıyla bu yönde politikaların oluşmasını sağlamak, kadrolaşmak eğilimleri, daha açık söylersek Kürdistan olgusunu bir yerlere yerleştirmek gerekiyordu. Bu da zordu. Yasal çerçevesi bir yana, bunu çalıştırmak çok büyük bir güç ve inisiyatif, yetenek istiyordu. Kürt halkının sorunlarının tartışılması yanında Güney Kürdistan’daki gelişmeler de bizi etkiliyordu. Nihayet tabanımız Kürdistan’daki bütün eğilimlerden gençleri kapsıyordu. Açıkça bir ulus biçim ve muhtevasını hareket ettirmemizin bilincindeydik. Kendimize hizmet etmemiz gerekiyordu.9

Kuruluş aşamasındaki gelişmeler ise şöyle;

Kürt gençleri arasında, o günkü tabiriyle sağ ve sol diyebileceğimiz görüşler de olanlar, milliyetçi özler ileri sürenler, ulusal kimlik arayanlar da vardı. Örgütlenmemize çok yönlü bir ulusal muhteva hakimdi. Yani, bir görüş ya da kesimin değil, bir bütün olarak Kürt ve Kürdistanlı gençliğin ortak platformuna ulaşılmıştı. Bu son derece önemlidir. Ama yönetilip yönlendirilmesi de o derece zordu. Önceki ilişki ve bağlantılardan etkilenmiş bir karmaşıklık vardı. İlk dönemler bunu dengelemek, ortak özlere ulaştırmak gerekiyordu. Örgütün yürümesi zordu, gruplar arasında sert tartışmalar oluyor, bunu bazı büyüklerimiz de dürtüyorlardı. Temel ilke olarak “Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” tavizsiz benimsendi. Bunda karar kıldık. Gruplara etki yapan en çok iki güç vardı, Kuzey KDP’ler ve TİP. Buradaki unsurlar grupları ilk dönem etkilediler, ayrıca dışarıdan gelen dalgalanma da bu gruplar üzerinde etkili oldu.

Dönem İtibariyle Bazı Olaylara da Kısaca Değinmek Gerekiyor.

 Siverek Öğrenci Yurdu Toplantısı

Ankara’da Siverek yurdunda geniş katılımlı bir toplantı düzenlenmişti. Toplantıyı M. Siraç Bilgin yönetti. Toplantı aynı zamanda, “Doğu”da devletin baskı ve köy aramaları eylemleri için birliktelik sağlamak, en azından ortak bir miting koymayı da amaçlıyordu. Bu toplantıda Siraç ile aramızdaki tartışma çıkmış, hatırladığım kadarıyla Siraç, ben ve bazı arkadaşları dışarı çıkarmaya kalkışmıştı. Toplantıyı terk etmiş de olabiliriz. N. Büyükkaya da İstanbul’dan görevli katılmıştı. Bu olay bizim lehimize oldu, birçok unsur DDKO kuruluşunu desteklemeye, bize  katılmaya karar verdi. Siraç gerekçe olarak, bu kuruluşun TİP yanlılarının bir güç toplama ve kullanma taktiği olduğunu ileri sürüyordu. Aslında Siraç’ın o günkü durumu çok ilginçti, bunu burada detaylandırmak gerekmiyor. Bize böyle davranamazdı, ama kuruluşumuzu tamamlamak üzereydik ve ilke kararlarımıza çok bağlıydık. Ondan korkmadığımızı biliyordu. Dağınıklığı ve bütün Kürt gençliğini toparlamaya, kuruluşumuzu oluşturmaya çok özen gösteriyorduk. Bu konuda kararlıydık ve ciddiydik. Neyse, toplantıyı terkettik, dışarı çıktık. O açıkça  kabadayılık yapıyordu, ama sonra bu davranışından pişman oldu.

DDKO’lar Federasyon olamazdı. Üstte bir gizli kurul oluşturmuştuk. Bunu ben yönetiyordum. Bu kurulda Necmettin Büyükkaya, Halit Çetin Yalap, Yümnü Budak, Ümit Fırat vardı. Genel örgütlenme bu kurula aitti. Tüm görüşmeleri biz yaptık, kararları biz aldık. Amaç maddesine federasyon ile ilgili hüküm de konulmamıştı. Çünkü, federasyon olursa, kapanma halinde tümü birden kapanacaktı. Tek tek DDKO’lar bağımsız gösterilmeye büyük özen gösterildi. Oysa bütün kuruluşumuz bir bütündü. Kanuna karşı hile kullanılmıştı. Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi’ndeki toplantı da gizli genel bir koordine kurulu için karar alınmış ve uygulamaya konulmuştu. Bu, hem kurulacak DDKO’lar arasında hem de DDKO’lar ile diğer kurum ve kişiler arasında bir koordinasyon sağlama görevi yapacaktı. İlişkilerin götürülmesi konusunda genel olarak örgütlenme, mali sorunlar, basın yayın, dış ilişkiler vb. konularında aramızda bir işbölümü de vardı. En çok ağırlık verilen yan ise, Diyarbakır ile olan ilişkilerdi. Çünkü, DDKO’ların gelişmesi ya da parçalanmaları burada sağlanabilirdi, bunu çok titiz götürmeye çalıştık. (…) 

Kürtçü Olarak Tanınmış Bütün Kişilerle Görüşme

İlke Kararına Bağlandı

Bu görüşmeler ayrım yapılmaksızın gerçekleştirildi. Siyasi görüşü, ideolojik yapısı ve sosyal durumu ne düzeyde bulunursa bulunsun, hemen ulaşılabilecek her Kürdistanlı’ya gidildi. Bunlar arasında şimdi hatırladıklarım şunlardır:

Yusuf Azizoğlu, Şeyh Melik Fırat, Ali Rıza Bey, Sait Elçi, Sait Kırmızıtoprak, Musa Anter, Tarık Ziya Ekinci, Kasım Sever,  Canip Yıldırım, Kemal Burkay, Naci Kutlay, Feqi Hüseyin, Kaya Müştakhan, Şeyh Gıyasettin Emre, Emin Kotan, M. Ali Arslan, Tahsin Ekinci, Kasım Bey, Norşin Beyleri, Patnos/Tutak‘ta Öztürkler, Edip Karahan, Örfi Akkoyunlu, M. Ali Ermiş, M. Emin Bozarslan, Medet Serhat, Yaşar Kaya, Necati Siyahkan ve burada adını hatırlayamadığım Ağrı, Diyarbakır, Mardin, Dersim, Elazığ, Bingöl, Muş vb.deki birçok unsurla görüşmeler yapıldı. Görüşleri alındı, maddi destek sağlandı. Görüşme yaptıklarımızın çoğunluğu bu çalışmayı olumlu buldular. Çok sert davranan, bizi suçlayanlar ve çekimser kalanlar da oldu.10

Aralıksız Toplantılar Yapıldı

Ankara’da toplantımız, Kızılay’dan cebeciye giden caddedeki DDKO’ nun kurulduğu zamanki binasının karşısında bulunan T. Ziya Ekincinin evinde yapılmıştı. Bu toplantı çok tartışmalı geçmişti. Tarık Ziya, DDKO Karar Tasarısı taslak metni üzerinde anlaşmaya yanaşmakla birlikte, Musa Anter’e sert eleştiriler yöneltmişti. Musa Anter’in “bu yasal kurumu zorladığını, sosyalist görüş ve düşüncelerden arındırmak istediğini, biçimsel bir gizlilik yarattığını, onunla ilgili kuşkuları olduğunu” dile getirmişti. Toplantıya hatırladığım kadarıyla Naci Kutlay, ben, Yümnü, Halit Çetin Yalap vb. katılmışlardı. Canip ağabey’in de  olduğunu anımsıyorum. Bir karar tasarısı hazırlanması ilke olarak benimsendi. Elimizdeki bir taslak metin önerilerle yeniden yazılmak üzere karara bağlandı. Bundan sonra, İstanbul’da bir toplantı yapılmasına karar verildi.

İstanbul toplantımız Mecidiyeköy’de M. Emin Bozarslan’ın geçici kaldığı bir evde yapıldı. İstanbul DDKO kurucularından bazılarının da metin üzerinde görüş ve düşünceleri alındı. Ben ve M. Emin Bozarslan karar tasarısını son haline getirdik, yazdık. Necmettin Büyükkaya ile birlikte orada bulunan Orhan Kotan da bize yardımcı oldu. Orhan ve Necmettin’in bir arada bulunmaları “Şivan Hareketi”nin (Dr. Sait Kırmızıtoprak liderliğindeki Türkiye de KDP, Yukarıda da belirlemiştim, diğer TKDP (Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi)’nden isim olarak sadece de eki ile ayrılıyordu.) çalışmaları olarak kabul edilmesi gerekiyor, bunu daha sonra öğrendik. Yukarıda Orhan Kotan ile ilgili “Kürt Cephesinde Yenilginin Teorisyenleri” bölümünde bu konuya kısaca değinmiştik. 1. Dönem Karar tasarısı böylece son haline getirilmişti11.

Ankara’da Cebeci’de Dinçer Kıraathanesi’nin alt katını kullanabiliyorduk. Burada aralıksız birkaç toplantı yaptık, parçalı yapılan bu toplantılara kurucuların hemen tümü katıldı. Bu toplantılardaki konuşmalar kasete alınmış olarak bize yargılamada delil olarak kullanıldı. Büyük bölümünde ses uyumu benzerlik göstermedi, bize ait olmadığı ortaya çıktı. Birkaç kaset ise, nerede alındığı belli olmamasına karşın, bu yerdeki toplantılarda yapılmış konuşmalar olarak cezalandırılmamız için delil kabul edildi.

Toplantılarda daha çok bazı “Doğu”lu gençlerle bilgi alış verişi yapılıyor, kurucular da dahil hazırlanmaları sağlanıyordu. Aradaki farklı görüş ve düşünceler, davranış biçimleri giderilmeye, ortak zemin yaratılmaya çalışılıyordu.

Yaşar Kaya, Medet Serhat, Örfi Akkoyunlu, Edip Karahan vb. ile tek tek görüşüldü. (Adını andığım unsurlardan Yaşar Kaya dışındakiler hayatta değiller. Onları en içten duygularla ve saygıyla anıyorum). Bu unsurlarla İstanbul Diyarbakır Öğrenci Yurdu, Avukat Medet Serhat’ın yazıhanesi, İstanbul Beyazıt’taki Üniversite yanındaki kahvede birçok kez görüştük. Örfi ve Edip ağabey bizi her şarta destekleyeceklerini ve her türlü yardımı yapacaklarını belirttiler. Medet ağabey biraz çekimser kaldı, onun da “Şivan Hareketi” ile bağlantılı olduğunu tahmin ediyorum. (…)

Yine, Ankara’da Diyarbakır, Bitlis, Muş, Van, Siverek, vb. öğrenci yurtlarında birçok toplantı yaptık. Amacımız bütün Kürt arkadaşları sürece çekmek, eğitmek ve kazanmaktı. Bu toplantılar başarılı oldu. Bu toplantılarla ilgili yargılamaya yansıyan çok az bilgi var. (…)

Böylece, Kürt Öğrenci Dernekleri Federasyonu’ndan vazgeçerek, hazırlanan karar tasarısı kapsamında bağımsız bir Kürt Gençlik Örgütlenmesi üzerinde karar kılındı. Ankara’da kurulması beklenen federasyon da böylece ortadan kalktı. DDKO’nun ilk belirlenmesi böyle oluştu.

Her ne kadar yasal olması üzerinde ısrar etmemiz ve bunu kuruluşundan sonra da çok titiz götürmemize karşın, çalışmalar ve gelişen potansiyel kısa sürede bunu aştı.

DDKO’lar genel olarak o gün için Ülke ve Ulus kavramlarını legal olarak tartışmadı, bunu hep arkada gizli tuttu. Legal ve programatik olarak başta Kürt halkının varlığı önemli yer tutuyordu. Buna bağlı olarak dili, kültürü de gündemleştirildi. Bu sorunlar çok önem arz ediyordu. Böyle bir örgütü yönetmek ise zordu. 1937’lerden beri tabu olan bir sorun tartışılmaya açılıyor, üstelik örgütleniliyordu. Bu aynı zamanda yıllardır kısılan bir sesin yeniden ortaya çıkarılmasıydı. Bütün bunlardan ötürü önemli bir kadroya ihtiyaç vardı. Bilimsel bir yeterlilik gerekiyordu. Kürt toplumu ilkel yöntemlerle ya da el yordamı ile bugünlere gelmemişti. Önemli bir direniş geleneği vardı, bu nedenle yıpranmıştı, bunu biliyor ve kabulleniyorduk. Bir takım nitelikleri ayağa kaldırmak için güçlü mücadele yapılmalıydı. Bunu düşmanlık olarak algılayan büyük bir kamuoyu ve çevresi de unutulmamalıydı. Oysa, gerçek bir olguyu gündeme taşıyorduk, bilimsel bir zorunluluk olarak bunu algılamak istemiyorlardı. Biz boşanmak hakkımızı, bu tür çıkışla kadrolaştırmak ve başta Kemalizm’i, ardından da Türk “Sol”unu yenmek istiyorduk, buna mecburduk. Ama bunu DDKO döneminde tam yapamadık. DDKO’ların hayatı çok kısa sürdü ve koşullar, yeteneklerimiz de daha fazlasına elvermiyordu. Ancak, DDKO’nun yarattığı zeminde bu zaferimiz  1975 sonrası gerçekleşti.

Önemli bir sorunumuz da bağımsız bir örgüt olmaktı. Bu mücadelemiz için gerekli ve zorunluydu. Tüm odakların şimşeklerini çekmesi doğaldı. Yılların tabu sayılan bir olayı gündeme gelince, büyük panik yarattı. Yalnız devlet ya da gerici bazı güçler değil, en çok da “Komünistler” vaveyla koparacaklardı, bu belliydi. M. Kemal’i kutlayan, birlik ve beraberlikten dem vuranlar,  sürgünlerde, cezaevlerinde cezalar çekmişlerdi. Korku her yanı sarmış, eğildiğimiz olguyu gündeme getirirken herkes bize tedbirli davranıyordu. Bu nedenle, karşımızda önemli bir entelektüel birikim de vardı.

Ama, çok sayıda genç unsur mücadelenin içindeydi. Bu potansiyelin üzerinde önemli ataklar yapılabilir, geniş bir zemin yakalanabilirdi, öyle de oldu.

Nihayet, Türk “Sol”unun senelerdir gösterdiği ihmal ve milliyetçiliğinden ötürü, Kürt Sorunu cepheden ideolojik, teorik bombardımana tutulmuş, suçlanmış, horlanmış ve küçümsenmişti. DDKO gündeme gelince, mücadeleyi böldüğümüz için bizi yine ağır saldırılara tabi tutacakları gün gibi belliydi. Başından beri birlik, beraberlik nutukları atanlar bizi bölücülükle suçlayacaklardı, öyle de oldu. Velhasıl her yanımızdan saldırı hattında yürümek gerekiyordu. Bütün bu zorluklar için iyi kadrolar gerekiyordu. Kuruluş aşamasında buna dikkat ettik. Fedakar ve her şeyiyle vuruşacak kadroları tuttuk. Ama bu kadroları teorik-pratik yetiştirmek de gerekiyordu, çünkü yeterli sayılmazlardı.

Düşünün; yargıçların yalnız “halklar” diyenleri tutukladıkları ve cezalandırdıkları, Ecevit’in halklar kelimesine gösterdiği tepki durumu anlatıyor. “Aşırı sol”un kalemşorları Kürdistan’a dönük yüzü ile DDKO potansiyelini kaçırmak istemiyorlar, en azından  “doğulu gençleri” içlerine çekmek ya da bazıları da başından bu gelişmelere karşı olduğu için, engel olmak istiyorlardı. Yayın organlarında “Doğuda iktidarın isyan tahrikçiliği”, “Doğu’da kargaşalık çıkmasından devrimciler hiçbir fayda sağlayamazlar” gibi ilkel ve o kadar da sosyal şoven açıklamalar yapılıyordu. Kimdi bu devrimciler? Devrimcilik yaftası bunlara nasıl yapıştırılmıştı, Allah vergisi miydi? Bizim ulusal hak ve özgürlüklerimizden ve örgütlenmemizden neden bu kadar tedirgin oluyorlardı, buna hakları var mıydı? Bütün bu nedenlerle karşımızda yalnız devlet ve onun destekçileri, ordu, polis vb. değil, bir de “devrimciler” vardı. İşte bu ilginçti! Bütün bu davranışlar saflarımızda kuşku ve şaibe yaratıyordu, giderek korkular oluşturuyordu. Ama biz, karşımızdakilerin bütünü ile vuruştuk ve bu mücadeleyi o zaman için kısmi de olsa kazandık. Bedelini de ağır ödedik. Yani, DDKO’lar hedef gösterilmiş, bilerek ya da bilmeyerek hedefe konulmuşlardı. Yalnız başımıza kalmıştık. “Cami ile Kilise arasında beynamaz” misali ne “Sağ”a ne de “Sol”a yaranamıyorduk. Yeni bir dönem ve yeni bir atılımdı, deneyimlerimiz de yoktu. Bu tecrit altında süreci sürüklemek zordu.

Bugüne kadar hiçbir kesim, özellikle de Türk devrimci hareketi denilen kesim, ne bir özeleştiri yaptı, ne de bu süreçten sorgulandı12.

III. Kuruluş ve Sonrası

DDKO’lar, Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisi Öğrenci Derneği (Talebe Cemiyeti)’nde yapılan son toplantımızdan sonra kuruldu. Hatırladığım kadarıyla 24 kurucu üye ile kuruluşu gerçekleştirmiştik.  Kurucular, bütün Kürdistan illerini ve her görüşte unsurları dengeli olarak temsil edebiliyordu. Bu kuruluş tam bir Kürdistani nitelik taşıyordu. Özellikle kurucuların Kürt ve Kürdistanlı olmaları ilke olarak benimsenmişti. Tam bir ulusal mutabakat ile kuruluş gerçekleştirilmişti. Sol görüştekiler ağırlıkta olmakla birlikte, diğer unsurlarla bir ortak zemin yaratılmıştı. Hazırlanan tüzükle önce Ankara DDKO’nun kuruluşu tamamlandı ve bir dernek binası kiraladık. Burasını, bütün gücümüzle ve istekle, coşkuyla, niteliklerimizin, örgütçülüğümüzün senelerdir başkalarına transfer olan ve adı bile anılmayan yapılarımızla bir güzel döşedik. Diyarbakır’dan küçük kürsüler getirdik. Çok iyi olmasını istiyorduk, bu görüntü bize gerekliydi. Ankara’da Kızılay’dan Cebeciye giden yolun Ankara Maarif Koleji’ne yakın yerde, ikinci katta görünür iyi bir yer tutmuştuk. Bütün işlemleri Ümit Fırat yapmış kendi adına binayı kiralamıştı. Büyük bir levha astık. Bir yönetim kurulu odası, bir küçük seminer ve toplantı odası, büyük bir salon (ki lokal olarak kullanılıyordu) ve mutfak ile tuvaletten oluşuyordu. Altımızda bir radyocu vardı, iki katlı binaya dışarıdan merdivenle çıkılıyordu. (…)

Lokal her gün dolup taşıyordu, çok ahenkli bir durum gözlemleniyordu. İlk Yönetim Kurulu kurucular adına göreve başlamıştı. Daha sonra genel kurulla birlikte yeni yönetim kurulu seçilmişti. İlk dernek Başkanımız Yümnü Budak’tı13.

Türk metropollerindeki Üniversitelerde Kürt gençliğinin ve aydınlarının ilk yasal ve bağımsız örgütleri olan DDKO’lar, 1969 yılında önce Ankara ve daha sonra  İstanbul’da kuruluşlarını tamamlamışlardı. Biz, yukarıda açıkladığım gibi bir kurulla arkada duruyor, DDKO’nun güncel, eğitim vb. işlerine katılsak bile, genel olarak örgütlenmesi ile uğraşıyorduk. Gizli duran bir örgütlenme komitesi ile DDKO’ları merkezi bir yapılanmaya götürüyorduk. Amacımız bütün Kürdistan çapında bir kuruluş haline gelebilmekti.

Ankara’dan sonra İstanbul DDKO’nun da kuruluş çalışmaları hızlandırılmış ve kuruluşu tamamlanmıştı. İlk başkanlığına da Kurucular adına Hikmet Bozçalı14 getirildi. Ardından diğer alanlardaki DDKO’lar hızla kuruluşlarını tamamladılar. Ancak sıkıyönetim bu hızı kesti, bizim içeri girmemiz sonrası koordinasyon da bozuldu. Daha sonra da cezaevi yaşamı başladı.

DDKO kuruluş dönemi bir takım dış müdahaleler ile karşılaştık. Çok legal davranıyorduk, çok titiz ilişkiler yürütüyorduk. Bütün bilincimiz ve yeteneklerimizle bu örgütlenmeyi sürdürmeye kararlıydık. İlk müdahaleler illegal KDP’lerden geldi. Özellikle Ankara’da Sait Elçi (TKDP) yandaşları ve sınırlı da olsa “Şivan” yandaşları (T-KDP), İstanbul’da ise, büyük oranda “Şivan” yanlısı kurucu üyemiz vardı. Ayrıca Musa Anter’in müdahalelerini de ekleyeyim, onun yanlısı gözüken arkadaşlarımız da vardı.(…)

TİP ise, bütün gücüyle bize çelme atmaya çalıştı. Kurucular arasında TİP yanlıları genel olarak Parti içindeki “Doğulu Sosyalistler” ile birlikte hareket ediyorlardı. Hatta, parti merkezine çağrılarak ikaz edildik, bu aynı zamanda bir tehditti. Bizden DDKO’yu kapatmamız isteniyordu15.

Avrupa kaynaklı müdahaleler de vardı. Bizden bazı unsurların kurucu üye olarak yazılmaları isteniyordu. Ankara Ulus’ta bir otelde yaptığımız görüşmede C. Alemdar bazı unsurları kurucu yapmamız karşılığı maddi destek vaat etti. Bunu kabul etmedik, kurucuların belirlendiğini ve değiştirilemeyeceğini söyledik. C.Alemdar’ın DDKO Dava Dosyasında adı geçiyor.14

Bir olay da Ankara’dan İstanbul’a gitmekte olan Nezir Şemmikanlı, Ali Beyköylü ve Fevzi Kılıç adındaki arkadaşların baskına uğramaları ve Fevzi’nin öldürülmesidir. Nezir yara almadan kurtuldu, Ali Beyköylü ise ağır yaralandı. Olay İstanbul’daki bir geceye katılmak üzere otobüsle yola çıkan arkadaşların, Düzce’de otobüsün mola vermesi sırasında gerçekleşiyor. Biz İstanbul’da bulunuyorduk, bazı arkadaşlarla birlikte acele olay yerine gittik. Olay DDKO kuruluş dönemi bize bir darbe olmuştu. Nedeni henüz dahi tam bilinmiyor. Ama, olayın etrafa bir korku havası yaydığı kesin. (…)

Devam edelim.

DDKO kurulduktan sonra ilk olay KDP yanlıları tarafından oldu. Yönetim Kurulu’nun (ikinci yönetim kurulu) yanlış davranmasından kaynaklanmıştı. Bir grup DDKO lokaline gelerek, seminer odası olarak kullandığımız odadaki Lenin’in resmini indirip, yerine Barzani’nin resmini asmışlardı. Bize haber verdiler, DDKO’ya gittiğim zaman gergin bir hava vardı. Ayakta dolaşanlar ve sinirli hareket edenleri teskin ettim. DDKO üyesi olmayanlar da bulunuyordu. Gayet sakin bir biçimde “elbette Barzani’nin resmi de asılabilir” diyerek Lenin’in resmini asıp yanına ve biraz aşağıya da Barzani’nin fotoğrafını astım. Herkesi oturtarak, çay ikram ettik, kısa konuşmalardan sonra durumu sakinleştirdik ve gittiler. Daha sonra Nusret Kılıçarslan ile konuştuk’’Bu örgütte hiçbir fedakarlıktan kaçınmayacağımızı, ama hiç bir provokasyona da gelmeyeceğimizi, Barzani’nin resmini asmaktan değil, yasal çerçevenin zorlanmasından çekindiğimizi, zaten DDKO’ları kapatmak için fırsat kolladıklarını, bu aşamada polisin şimşeklerini çekmemek gerektiğini vb.’’ anlattık. Nusret ikna olmuştu. Zaten kurucu üyemizdi. Örgütün kuruluş dönemi amaç ve niteliğimizi iyi biliyor, bizi, özellikle beni de tanıyordu.16

Elbette Barzani’nin resmi de asılmalıydı. Ama, Yönetim Kurulu panik göstermiş, yanlış yapmıştı. Ayrıca, Lenin’in fotoğrafının DDKO’da duvara asılması zorunlu değildi, gerekli de değildi. Ama böylesi bir tepki ve çağrışım yaratmıştı. Biz duvarlara fotoğraf asılmasından yana değildik. Hangi birini asalım! Olay üzerine sol kesimden arkadaşlardan da tepki gelmiş, onlarla da oturup konuşmuştuk.

Biz sağ sol ayrımıyla ya da TKDP – TİP ekseninde değil, genel olarak Kürt gençlerini kucaklayabilecek, temel sorunlarına eğilebilecek bağımsız bir Kürt gençlik örgütü kurmuştuk. Bunu götürmek zorundaydık, tüm arkadaşların anlaması gerekiyordu. Ama zamana ihtiyaç vardı. Bitlisli bazı arkadaşlar da DDKO’ya geldiler ve bize olmadık laflar ettiler, bize “siz kendinizi ne zannediyorsunuz”da dediler. Çok “solcu” bir gösteriydi bu. TİP destekliydi. Özellikle, o zaman Naci Kutlay’ın bir provokasyonu olarak nitelendirmiştik. İlginç olan her iki kesim de Naci Kutlay ile görüşüyor ve samimi ilişkiler sürdürüyorlardı. Bitlisli arkadaşlarla da konuşup ikna etmeye çalıştık, zaten içlerinden bazıları tepkisel değildi. Ayrıca bu arkadaşlar aktif değil, DDKO’ya dışarıdan destek sağlıyorlardı..

İstanbul DDKO kurulduktan sonra da küçük bir tehditle karşılaşmıştık. Yaşar Kaya bazı unsurlarla birlikte İstanbul DDKO lokaline gelerek tartışma yaratmak istemişti. Bizim “bölücülük yaptığımızı, proletaryanın gücünü böldüğümüzü, milliyetçi olduğumuzu” söylemişti. Bize destek vermedi, DDKO’na da katılmadı. Kendisine o zaman lokalde bulunan rahmetli Edip Karahan cevap vermişti. Edip ağabeyin adı  bu kitapta da, başka yazımlarımızda da hep geçecek. Edip ağabey, o zamanlar TİP Eminönü ilçe başkanıydı. Böyle bir baskın da  Deniz Gezmiş ve arkadaşlarından yemiş, onları lokalde kapatıp, binayı terk etmişti. Neyse. Yaşar Abi’nin  bir adı da “Kastro Yaşar’’dı.  Edip Abi,o gün “Yaşar sen Kastro’sun ama, bu bize sökmez. (…) ‘’demişti.

16 Nusret Kılıçarslan’la telefonla görüşmek istedim, görüşemedim. (…) Son olarak, Ş. Elçi’nin liderliğini yaptığı, yeni kurulan, kısa adı KADEP (Katılımcı Demokrasi Partisi) olan partinin kurucuları arasında ismini gördüm.

Hayat Yaşar Kaya’yı da bizim yanımıza, “Kürtçülüğe” savurdu. 17

Önemli bir olaya geliyorum. DDKO olarak İlk mitingimiz ve saldırı. Ankara’da DDKO Ankara örgütü olarak bir miting ve yürüyüş düzenledik. Bu miting için Dikimevi’ndeki Konservatuar’dan Kurtuluş meydanına yürüyecektik, orada yapılacak konuşmalardan sonra dağılacaktık. Hatırladığım kadarıyla tahmini olarak 3500 civarında bir kitle ile pankartlarla yürüyüşe geçtik. Yürüyüş bütün Doğu İlleri Kültür Dernekleri’nin (bir ikisi hariç) ve İstanbul’dan, Diyarbakır’dan gelen sınırlı bazı arkadaşların katılımları ile başladı. Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin önünden geçerken, fakültenin ana giriş kapısının yola yakın terasından yürüyüşe ateş açıldı. Bu devrimciler o zaman Dev-Genç isimli ve daha sonra THKP-C’nin yönetici kadrosuydu. Çok acı bir olay. Kürtler tarihlerinde ilk kez legal bir kuruluş yapıyor ve Doğu’da Komando zulmüne son, Ötüken dergisi’nin kışkırtıcı yayınları nedeniyle ırkçılığa ve baskılara karşı, adaletsizliğe karşı yürüyor, protesto da bulunuyorlar. Kürt gençleri ilk olarak ortak bir örgütlülük içinde yürüyüş yapıyorlar, yıllarca birlikte olduğumuz, onların sorunları için canhıraş çabaladığımız “Devrimci” geçinen dostlarımız ise bu yürüyüşe saldırıyorlar. Hayret bir şey. Hatırladıkça tüylerim diken diken oluyor. Bunun ötesinde ideolojik ve teorik bir şey aranmasına gerek yok, talepler gayet açık ve demokratik, anlayacağınız “anayasal haklar”. Bize ateş açmakla kalmadılar, aleyhimize sloganlarda attılar. Demedikleri kalmadı. Bize “bölücü”, “Amerikan Uşağı”, “Barzani’nin kuklaları” vb.. diyorlardı.

Yapılan saldırı sonrası yürüyüş belli bir bölümde bozuldu, tüm korteje yansıdı. İleride yine toparlanarak meydana girdik, ama, kısa sürede dağıldık. Olay sonrası akşam üzeri yüzlerce insan DDKO önünde birikmiş ve bunu yapanlara kahredici sloganlar atıyor, taşkınlık çıkarmak istiyorlardı. Toplanan kitlenin Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne yürümesi isteniyordu, buna izin vermedik. Sorunu diyalog yoluyla ve kendi temel legal duruşumuzun korunması düzeyinde çözmeyi tercih ettik. Biz korkmuyorduk, ama koşullar buydu. Örgütün devam etmesi gerekiyordu.

Olaylar yatışmamıştı. Olayın olduğu günün gecesi Dinçer kıraathanesinden bazı arkadaşlar ellerinde sopalar ve bilardo ağaçları ile Siyasalı basmaya gitmişler, yan sokakta pencereye çıkan Dev-Genç’lilerle ağız dalaşına tutuşmuşlardı. Olmadık küfürler ve birbirlerine saldırı ile devam eden olay daha sonra yatışmıştı. Biz olay yerine ulaştığımızda yan sokakta kalabalık bir Kürt kitlesi vardı. Arkadaşları yatıştırdık ve geri çekildiler.18

İlk mitingimizde bize karşı gelişen bu tavır beni çok tahrip etti ve üzdü. Hele devrimci gruplardan gelmesi ayrı bir üzüntü kaynağı oldu. Hep bu unsurlarla  birlikte direndiğimiz, dövüştüğümüz mitingler aklıma geldi. Şimdi aynı şeyi onlar bize yapıyorlardı. Kürtlere yapılan bu saldırılar bana çok acı vermişti, hala hatırladığım zaman utanıyorum. (…)

Çalışmalarımıza bütün hızıyla devam ettik. Yılmadık, daha önce de belirttiğim gibi DDKO’ların ömrü az olmuştu. Tüm olanaksızlıklara rağmen kendi gücümüzle kısa zamanda genişlemiş, büyük bir potansiyel yaratmıştık. Ama, Türk Devrimci Hareketi’nden “bölücülük” damgası yemiştik, toplantılarımızı polis ya da “sağcı”lar değil “devrimciler” basıyor, bize aman vermiyorlardı. Üzerinde olduğumuz nesnel gerçeklik ve militan duruşumuz DDKO’ların kimseye pabuç bırakmasına imkan vermedi. Tersine metropolleri aşarak Kürdistan’ın birçok yerinde de örgütlenmemiz gerçekleşmişti. Sıkıyönetim ilanı ve askeri müdahale sürecinde DDKO’lar tümüyle kapatılmıştı. Eğer bir süre daha kalabilselerdi, çok kapsamlı bir örgütlenme ve o kadar da kadro transferi sağlayabilecektik. Hemen hemen bütün (birkaçı müstesna) “Doğu” denilen Kürdistan’ın il merkezleri ve hatta  kasabalarında birer DDKO görmek mümkün olabilecekti. Yine de DDKO’lar kendinden sonraki döneme çok yetişmiş kadro aktardılar. Diyebilirim ki, 1974 sonrası Kuzey Kürdistan’da kurulan tüm parti, dernek ve diğer kuruluşların esas kadroları DDKO’lardan çıktı. Bu genellemeden PKK’yı ayrı tutmamız gerekiyor. PKK bu potansiyeli dışlayarak, ama onun zemininde yer edinmiş ve yükselmiştir. Daha sonra da birçok örgütün 1974 sonrası yarattığı kadro ve kitleyi bedava kaparak örgütlenmiştir. (…)

***

  1. Amaç ve Nitelik

DDKO’lar tüzüklerinde belirledikleri gibi, “İleri üretim biçimine geçişin etkin unsuru olan devrimci kültürü” geliştirmeyi önlerine koymuşlardı. Bu aslında “Kürt Kültürü”nün geliştirilmesi demekti. Zor bir işti. Ciddi çalışmalar gerektiriyordu. Bilimsel olmayı, sabırlı olmayı gerektiriyordu. Buna bağlı olarak “Kürt dili, folkloru, edebiyatı vb.”nin de ortaya çıkarılması, geliştirilmesi zorunluydu. Bu amaç, meydana getireceği sonuçlar bakımından Türk milliyetçiliği ve şovenizminin tam bir saldırı odağıydı, öyle de oldu. Türk “Sol”u  ise,  kendi “çıkarları” için bu aşamada bilerek ya da bilmeyerek Türk milliyetçiliğinin yanında  yerini aldı. Sosyalizmin genel ilkelerinden koparak (!) askeri cunta “hayalleri” ile genç insanların kafalarını doldurmaya başladı. Zaten Kürt sorunu ve onun adına DDKO bu cunta için iyi bir gerekçeydi. Deli divane birçok unsur sokaklarda “bağırıp-çağırıp” koşuşturmaya, ve bunu da “devrimcilik” adına yaptıklarını söylemeye başlamışlardı. Bütün bu güçlere karşı savaşmak, devlet ve onun yandaşları güruh ve kişiler yetmezken, bir de “devrimciler” karşısında savaşmak zordu. Geniş bir cepheyi karşımıza almak durumunda kalmıştık. Bir yandan da meşruiyetimizi korumak, amaçlarımızı uzun vadeye yaymak, illegal yapılanmaların aracı olmamak elbette DDKO için çok çetindi. Ama bu süreci vuruşarak geçmeyi başardık. Kısa sürelik ömrümüzde tüm amaçlarımızı gerçekleştiremezsek de, ileriye dönük önemli bir zemin yarattık, bunun eksiklerini de daha sonra tamamladık. Ama, bu bizim bütün hayatımızı da aldı..

 DDKO’lar kuruluş amacı,

“..Türkiye’nin metropol merkezlerindeki üniversite gençliğini belli bir kültür çalışması içine almak, aralarında maddi dayanışmayı kolaylaştırmak,Türkiye’deki ırkçı-şoven ve faşist şartlanmaları kırmak, HALKLARIN KARDEŞÇE VE EŞİTÇE YAŞAMALARINI, daha mutlu olmaları yolunda mücadele veren devrimci demokrat kuruluşlar yelpazesinde yerini almak.” olarak belirlenmişti.

Bu amaç kapsamı içindeki sözcükler, belli bir kültür olarak Kürt kültürünü, maddi dayanışma olarak Kürt gençlerinin aralarındaki dayanışmayı, ırkçı şoven ve faşist şartlanmışlığı tarihsel sürecin Kürtlere dönük uygulamaları olarak algılayan ve devrimci demokrat yelpazeyi de ulusal demokratik ve sosyalist muhtevanın esas alınması olarak yasal çerçeveye sığdırmıştı. Bu, Kürt gençlerini örgütlemek ve kadrolaştırmak, daha ileri düzeylerdeki mücadele perspektiflerine  örgütlü geçirmek demekti.

Bu yasal amaca uygun olarak da şunları yapmaya başlamıştı:

Teorik ideolojik, kültürel konularda seminerler ve konferanslar düzenleyerek; özellikle “ULUSLARIN KENDİ KADERLERİNİ TAYİN HAKKI” prensibine Türkiye açısından yeni boyutlar kazandırmayı hedef seçmiştik. Bu da Kürt Ulusunun Kendi Kaderini Kendisinin Tayin Etmesi olarak algılanıyordu. Teorik soyutlamanın somuta indirgenmesi gerekiyordu. “Doğu ve Güneydoğu” yasal olarak seçilmiş, aslında   Kürdistanı ifade ediyordu. Böylece bu bölgedeki olayları, ırkçılık, faşizm, emperyalizm teorik ifadeleri içinde yorumlamak gerekiyordu. Kürt Kültürü ve Dili üzerindeki baskıları, giderek Kürt Ulusu’nun demokratik taleplerini ve en önemlisi de bağımsız örgütlenmesini, devletin komando aracılığı ile baskılarını siyasal bir içerikte açıklamaya, somutlaştırmaya çabalıyorduk. Bu konuları büyük tabuları yıkarak ortaya koyduk ve aydınlığa çıkarmış olduk. En azından her Kürdistanlı’nın  kendi benliğinin farkına varmasını sağladık.

1959 yılındaki ‘’49’lar’’ ve 1963 yılındaki ‘’23’ler’’ olarak anılan Kürt aydınlarının tutuklanmaları ve illegal KDP çalışmaları lokal bazı kıpırdanmalar yaratmıştı. Bu olaylar bizim da üzerimizde etkiliydi. Onlardan önceki çalışma ve kitlesel ayaklanmalar da dahil tümüne tarihimizin bir parçası olarak sahiplendik. Ancak, 1938 sonrası hüküm süren sessizlik kitlesel olarak DDKO’larla bozulmuştu. Bu, Türk devleti açısından büyük tehlike yaratmıştı. Her türlü komplo ve uygulamalara başvurmaya başlamışlardı. Yalnız sessizliği bozmakla kalmadık, önemli kültürel, siyasal ve teorik birikim de yaratılmaya başlandı. Oluşan bu düzeyin ilerideki gelişmelere ışık tutacağı besbelliydi.

Tarihin karanlığından bazı sayfalar daha aydınlığa çıkmış ve tartışma gündemine oturmuştu. Bu olgu ve olayların uluslararası boyutlara da vardırılması gerekiyordu. Özetle, tarihsel birçok haksızlıklar da ortaya çıkarılarak somut taleplere dönüştürülmüş, mücadele tarihimiz bütünleştirilmeye, savunulmaya, geliştirilmeye başlanmıştı.

  1. Çalışmalar, Yayınlar ve İçerikleri

Yayınların içerikleri zaten DDKO’ların çalışmalarındaki boyutları gösteriyor. Bülten ve bildiriler yoluyla 1,5 yılı bile bulmayan kısa dönemde birçok konuda tartışma sağlanmıştı. Bu yayınlar geniş ve yaygın dağıtılmıştı. Şunu da ekleyeyim, hemen hemen tüm yayınlarımız toplatılmış, haklarında cezai kovuşturmalar açılmıştı. Toplantı ve seminerlerimiz büyük oranda basılmış, yasaklanmıştı.

Bilimsel Toplantılar

Belli başlı toplantılarımız  şu konuları kapsamaktaydı:

Emperyalizm’in Ortadoğu’daki Oyunları, Halk Hareketleri, Halk Kültürü/Burjuva Kültürü, Doğu Toplumlarının Sosyo Ekonomik Durumları, İdealizm/ Materyalizm, Marksizm’e Göre Dil Sorunu  vb.” (…)

Bu toplantılar geniş katılımlı konferanslar biçiminde yapılmış, hem bizim tarafımızdan hem de DDKO dışından bazı unsurlar tarafından verilmiştir. Toplantılar soru cevap biçiminde tartışmalar yapılarak genişletilmiş, sonuçlandırılmıştır. Bu bilimsel toplantılar döneme denk düşen konu ve içerikleri itibariyle yine de polis tarafından sıkı kontrole alınmış, pankart ve afişleri yırtılmış, bazı toplantılar basılmış ya da konuşmalar gizli biçimde kasetlere alınarak ilerideki yargılamalarda delil olarak sunulmuştur. Yine de büyük bir kararlılık içinde bu faaliyetler sürdürülmüştür.

Yayın Faaliyetleri

Bu yayın faaliyetlerinin bazılarının kısaca içeriklerini vererek çalışmaların o dönem için neleri ihtiva ettiğini belgelemek gerekiyor. Ayrıca daha geniş olarak ele alınması da mümkündür19.

***

 DDKO Aylık Haber Bülteni 1 (Belge -1)

Bu bülten örgütlenme ve eğitime ayrılmış, içeriği özetle şöyle:

Tüzükte belirtildiği üzere, … bu amaçla eğitim kolunun çalışmaları üç yönde ve fakat iç içe bütünleşerek  olacaktır,

Üyelerin eğitimi,

Başkalarının eğitimi,

Bilim kurulunun  çalışmaları.”

Burada “başkalarının eğitimi” ilginç ve dikkat çekici. Demek ki, DDKO’lar dışındakilerin eğitimini de sorun olarak görüyor ve önemsiyor. Onları birçok şartlanmışlıktan kurtarmayı amaçlıyor. Ayrıca şu belirleme var:

“..halkın dileklerini ve sosyal kültürel yaşantısı hakkında gerçek bilgiler elde etmek, tavırlarımızın halka ters düşmesini engellemek amacı güdülmektedir. Bizden istenen dilekler mümkün olduğu ölçüde yerine getirilecek ve halkla bütünleşme sağlanacaktır”.

DDKO’lar gerçekten bu konuda çok başarılı oldular ve Kürt Halkı (Siz Kürt Ulusu anlayın-bizim-) ile her bakımdan bütünleşebildiler, bunu da bilimsel bir zemine oturttular..

Kitaplık, arşiv ve folklorun birleştirildiği bir eğitim kolunun oluşturulması öngörülmüş.(…) Ayrıca folklor kolu bütün Kürt folklorunu birleştirerek, “Doğu Folklor” ekipleri yerine bir tek ekip, Kürt folklor ekibi oluşturmayı programlamış ve pratiğe geçirmiş. Ortak yanlar bulunarak belli oyunlara indirgenmek suretiyle ve tek elbise ile bu yapılmıştı. Böylece küçük değişiklikle her yöreye ait birçok ekip yerine, ulusal Kürt folklor ekibi önemsenmiş ve bu başarılmıştı. Bütün illerin kültür gecelerine çıkılarak, önemli bir destek de sağlanmış ve beğeni de kazanılmıştır.

Ayrıca bu bültende İstanbul ile ilgili bir açıklama da var. “Kuruluşundan bu yana biz, Türkiye’nin son gelişmeler nedeniyle en fazla kaynaşan belli başlı şehirlerinden İstanbul’da çeşitli gençlik kesimleri içinde rast gele dağılmış olan arkadaşlarımızı bir araya toplamak için gayretler sarf ettik” deniliyor ve İstanbul DDKO’nun dernek binasının açıldığı, bu nedenle İstanbul Beyazıt’taki adresi açıklanıyor.20

 *DDKO Aylık Haber Bülteni 2 (Belge -2)

Bu bülten yurt ve dünya sorunlarına ayrılmış.

Bültende komando zulmü ve Silvan’ın askerler tarafından işgali konu edilerek Silvan’dan gelen mektup verilmiş. Sözü edilen mektuptan kısa bir alıntı alalım:

“8.4.1970 tarihinde şafakla beraber Silvan ilçe merkezi Jandarma ikinci bölge komutanlığına bağlı altı helikopter, iki yüz motorlu araç ve donatılmış ikibin Jandarma ve komando topçu keşif uçaklarının da desteği ile kuşatılmıştır. Kuşatma harekatı ile birlikte ilçe merkezine giren birlikler, hiçbir arama yetkisi olmadan aynı gün saat yediye kadar on yedi saat süre ile yüzlerce evi didik didik edilmek suretiyle aramaya tabi tutmuşlar ve yataklarından kaldırılmış erkekler özel kamplara alınarak korkunç işkencelere maruz bırakılmışlardır. Kadınlar ve kızlar evlerinden alınarak jandarma ve polis karakoluna getirilmişler ve işkence ile birlikte ağır hakaretlere maruz bırakılmışlardır. Adalet Partisi iktidarı bakanlar kurulunun verdiği tam yetki ile hareket ettiklerini söyleyen komandolar, ne Anayasayı ne kanunları tanımamakta, adeta işgal edilmiş düşman topraklarında işgalci kuvvetler gibi davranmaktadırlar”. (…)

“..bölgemiz halkını ümitsizliğe ve huzursuzluğa düşüren bu insanlık dışı hareketlerin son bulmasını sağlamak için ıstıraplarımızı yakından bilen siz genç kardeşlerimize seslenmeyi ve bir baskı grubu olarak harekete geçmenizi istemeyi kendimizde bir hak olarak görüyoruz. Görevlerinizi en etkili bir şekilde yapacağınız inancıyla gözlerinizden öperiz” de denilmektedir. Ayrıca, Mektubun altında da  “imzalarıyla yüzlerce Silvanlı vatandaş” yazılıdır.

Bu kısa alıntı durumu açıklar niteliktedir. Şunu da belirtelim ki, DDKO’lar komando harekatı ile ilgili çok ciddi ve kapsamlı faaliyet yürüttüler.

Yine, bültende Doğu Holding, NATO, Kıbrıs ve İsrail-Arap Savaşı konularında haber ve yazılar var.

Dönemi ifade etmesi ve günümüzdeki gelişmelere yakınlığı nedeniyle yukarıdaki başlıklardan da kısa alıntılar alalım. NATO ile ilgili bir alıntı;

“…Hükümetin güven oyu müzakerelerinde parti genel başkanları, bir dünya savaşında Doğu Anadolu’nun NATO tarafından savunulmayacağı, kendi kaderine terk edileceğini belirtmişlerdi. Bu açıklama bizleri ve Türkiye’nin doğusunda yaşayan insanları düşündürecek kadar bir anlam taşımaktadır.

Belirtildiğine göre, Doğu Anadolu atom bombaları ile yok edilse bile  NATO bu durumu kendisi için ilgili bir olay olarak görmeyecek, ancak  düşman (ona göre) Basra körfezine yöneleceği zaman müdahale etmeyi anlaşmaya göre kabul etmekte ve garanti vermektedir. Açıklamadan da anlaşılacağı gibi, NATO orta ve batı Anadolu’yu bir saldırıya karşı korumak için garanti vermekte, fakat Doğu Anadolu için garantiden öteye yardım edemeyeceğini de belirtmektedir. Yani, NATO Türkiye’nin bütünlüğü içinde kendi amaçlarına uygun olarak bölgeler ayırmaktadır.

NATO’nun bu ayrımını iktidar kabul ederek antlaşmayı imzalamıştır. Muhalefet partileri iktidarın Doğu Anadolu’yu gözden çıkarmış olmasını tenkit etmek için bu konuyu  meclise getirmişlerdir”. (…)

 “Doğu Holding “ile ilgili alıntı;

Olayları sıralamak gerekirse Doğu Anadolu’da demokrasinin şekil şartları Batı’dakinin tersine gerçekleşmediği, Doğulu iş adamlarının ticaret, seyahat ve konuşma, düşünce hürriyetleri de bir türlü gerçekleşemediğinden, Doğulu iş adamı sermayesiyle birlikte Batı Anadolu’ya kaçmıştır. Kapitalist düzende, sermayesinin arkasında iş gücü de batıya kaymış, zaten üretici olmaktan çıkan Doğu halkı da iktisadi bir çöküntünün içine yuvarlanmıştır”..

Çalışmalar olarak, 26 Nisan 1970’de Ankara ve 3 Mayıs 1970’de de İstanbul DDKO genel kurullarının yapılacağı  ve bu toplantılarda  ortak bir “Karar Tasarısı” kabul edileceği belirtiliyor. Bir not da  var: “bu tasarı ilerdeki stratejiye bir ön çalışma olacaktır” denilmiş.

Silvan’daki komando olayları ile ilgili  8 arkadaşımızın alana gidişleri, birçok kuruluşla ortak yayınlanmış bildiriden  10.000 adet de bunlarla yollandığı ve dağıtıma sokulacağı, ayrıca 6.000 afişin gönderildiği açıklanıyor. Afişlerin Ankara ve İstanbul’da asılması sırasında 9 arkadaşımızın tutuklandığı, sonra serbest bırakıldıkları da haberler arasındadır.

Ankara ve İstanbul’da bir basın toplantısı yapıldığı, ancak basının bununla hiç ilgilenmediği de açıklanmış.

Önemli bir çalışma da bazı kuruluşlarla birlikte 25 maddelik bir eylem planının çıkarıldığı ve bunun açıklandığı, ayrıca alandan gelen arkadaşların verileriyle, getirecekleri fotoğraflarla yeni bir raporun açıklanacağı, bir serginin açılacağı da belirtiliyor..

Bu bülten TC. Anayasası’nın 14. Maddesi (Kişi dokunulmazlığı ile ilgili) ve 125. Maddesi’nin açıklanması ile bitiyor. Bu madde “kanunsuz emir” ile ilgilidir.21

 *DDKO Yayın Bülteni 3 (Belge -3)

Bu  yayınla birlikte  Haber Bülteni Yayın Bülteni olarak geçiyor.

Bu bültende TÜRK-İŞ’in  “Doğu Anadolu Programı” eleştiriliyor.

Önemli bir belirleme var, dönem itibariyle bunu aktarmak istiyorum:

Artık herkes tarafından bilinmelidir ki, Doğu halkının temel hakları, demokratik hakları verilmedikçe yapılacak bütün yollar halkın gurbete akmasından başka bir yarar sağlamayacaktır”. Bu tespit hayat tarafından doğrulandı. (…)

Yeni getirilen vergiler ve hububat fiyatlarına zamlar eleştiriliyor. O dönem yayınlanan Milli Güvenlik Kurulu’nun bildirisi üzerine bir değerlendirme var. Değerlendirme Prof. Lütfi Duran’a ait.

“..Bu heyetin herhangi bir karar almaya, bunu açıklamaya, Bakanlar Kurulu’ndan başka makam ve kişilere hitap etmeğe hakkı yoktur. Zira böyle bir açıklama, kurulun görev sınırlarını taşarak ve hatta devletin yetkili organlarının üzerinden aşarak, siyasi güç kullandığı intibaını uyandırır”.

DDKO bülteni bu bildiri üzerine Lütfi Duran’ın görüşlerine de atıfta bulunarak bir değerlendirme yapmış. Bütün Üniversite sathında yapılan “bağımsızlık haftası” gösterilerinin Erzurum’a sıçramasıyla yayınlanan bu bildiri üzerine, gösterilerin de sertlikle bastırıldığını açıklanmış. Erzurum Üniversitesi Rektörü Üniversitenin özerliğe ihtiyacı olmadığını  belirtmişti..

DKKO bülteninde şu görüşlere yer verilmiş:

“Yalnız profesörler için değil iktidar içinde demokratik ve devrimci görüşlerin Doğu Anadolu’ya sıçraması ürkütücüdür. Bütün demokratik görüşlerin ve gösterilerin Batıdaki üç büyük şehre inhisar etmesini iktidar istemektedir. Bu tarz davranışların Doğu Anadolu’da ifade edilmeye başlanmasını, iktidar masum bir hareket olarak saymamaktadır.” (…)

“8 Nisan 1970 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi’nde yayınlanan yazısında Prof. Lütfi Duran Üniversiteli Doğu Anadolu gençliğinin, demokratik ve devrimci görüşleri Doğu Anadolu’ya götürme teşebbüsü karşısında Milli Güvenlik Kurulu’nun yayınladığı bildiri için vardığı yargı  şu olmaktadır: Böylece temel hak ve hürriyetlerimiz, sıkıyönetimsiz bir tür olağanüstü rejim içine sokulmuş demektir”.

3 No’lu  yayın bülteninde başka konulara da değinilmiş. Doğu’da tiyatro yasağı kınanmış, Ulvi Uraz Tiyatro topluluğu sanatçılarının Elazığ’da taşa tutulması kınanıyor. Bir yıl önce Tunceli’de “Pir Sultan Abdal Oyunu”nu oynayan “Halk Oyuncuları” sanatçılarını korumak isteyen halka işkence yapılması ve bir kişinin ölümü olayının, uluslararası tiyatrocular sendikası genel kuruluna götürüldüğü haberi veriliyor.

Tiyatro ile ilgili şu belirleme yapılmış:

“Bu gerçeği aydın Doğulu gençler olarak görüyoruz. Halkın kendi ana dilleri (abç) ile piyesler sahneleyeceğiz. Doğu Anadolu’da köy köy, sokak sokak oynamaya kararlıyız. Bu hareketimiz, sanatın iyi ve güzel, doğru düşüncelerin halka götürülmesi, demokratik temel hakların  karanlık içinde bırakılan Doğu Anadolu’daki halk kitlelerine ulaştırılması savaşıdır”.

Bültenin daha sonraki bölümünde, Siirt’te bir maç sonrası  komandoların halka ateş açması üzerine iki liseli gencin ve bir köylünün ölümü  sonucu, halkın galeyana gelerek komando araçlarını tahrip ettiği ve sokağa çıkma yasağı konulduğu haberi var. Bu haber “Siirt’te büyük halk direnişi” olarak verilmiş. Komandoların bölgedeki halka düşman olarak özel yetiştirildikleri de belirtiliyor.

Son olarak “Faşizm hortluyor” başlığı ile bir değerlendirme var. “İşte tepemizde milliyetçilik giysileriyle dolaşan bir hortlak FAŞİZM’dir”  denilmiş. Bu milliyetçiliğin Türk Milliyetçiliği olduğu biliniyor.22

  *DDKO Yayın Bülteni 4 (Belge -4)

Ayın yorumu olarak Komando harekatının yankıları verilmiş. “İnsan Hakları Ayaklar Altında” başlığı ile DDKO’nun olayla ilgili düzenlediği Rapor’dan söz ediliyor. Hazırlanan Rapor’un başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, basına, parlamenterlere, siyasi partilere, bilim adamlarına vb. gönderildiği, ancak hiç bir cevap gelmediği açıklanıyor. Raporla yetinmeyen DDKO bir basın toplantısı ile olayı kamuoyuna duyuruyor. (…)

Sözünü ettiğimiz Rapor’a bir komando subayının cevabı var. Subay Doğu’daki Komando Harekatı’nın nedenini şöyle açıklamış;

Doğu’daki aramalar, Bakanlar Kurulu’nun Silvan ve Bismil’in Barzani’ye silah sevkinde bir üs olarak kullanıldığı gerekçesiyle aldığı toplu arama kararı uyarınca yapılmaktadır”.(…)

Milliyet Gazetesinin bir röportajı naklediliyor. Bu röportajda İsmail Cem “Acılı Doğu”  başlıklı yazısında Komando harekatı ile ilgili şunları söylemiş; “En hayret ettiğim şey komandoların yaptıkları işi, bir yurt görevi yapıyorlarmış gibi, huzur içinde ve pişmanlık duymadan anlatmaları ve hareketlerinde kötü bir yan görmeyişleridir”.

Elbette, komandolar Kürtler için özel yetiştirilmekteydiler. Yozgat, Eğridir vb. komando kamplarındaki eğitim bunu  açık gösteriyordu.

Parlamentonun Tavrı” başlığı altında ise şu söylenmiş;

Komando Harekatı Doğu Anadolu’da kurşuna dizilen 33 yurttaşın durumuna benzemektedir. Er geç göstermelikte olsa bir muhakemesi olacaktır. Doğulu parlamenterler belki hayatlarında yapabilecekleri tek görevi yapmamışlardır. Bu durumu Doğulu parlamenterlerin kişisel yetenekleriyle açıklamak meseleyi sadece bulandırmaktadır”. (…)

Önemli iki konu var, bunlardan biri “Devrimci Ordu Gücü “ adında bir gizli bildirinin yayınlanmış olması. Bu bildirinin ikinci kez tekrarlandığı belirtilerek  önerdiği “ağalığın ve şeyhliğin ortadan kaldırılması için toprak reformu yapılacağıdır”.

İstanbul’da sıkıyönetim ve DDKO’nun kilitleri kırılarak arandığı haberi verilmiş. Doğu’da imam kıyımı kınanıyor ve temel bir soruna geliyoruz.

Bülten 7 Haziran 1970 tarihli Günaydın gazetesinin bir haberini naklediyor ve buna göre “Doğu’da doğum kontrolünün yapılacağı“ bildiriliyor. Şu yoruma yer verilmiş; “Kilometre kareye en az kişi düşen  Hakkari’de çalışmaların bilimsel olarak geçerli çözüme ulaştırılması  gerekir. İstanbul’da kilometre kareye 401 kişi düşerken böyle bir kontrolün km. kareye 9 kişi düşen Hakkari de yapılması ilgi çekicidir”. Ve bu son derece ciddi işin ise, Tıp öğrencileri tarafından Doğu’da gerçekleştirileceği kınanıyor. Tıp öğrencilerinin Doğu’da doktorluk yapacağı kararının yanlış olduğu açıklanıyor. (…)

ABD’nin Doğu’da Nuh’un gemisini yeniden aramaya başladığı haberi var.

Kristof Kolomb’un gemilerini aramayan Amerika, niçin Nuh’un gemisinin peşine bu kadar düşmüştür? Bir efsaneyi gerçekmiş gibi halkın kafasına yerleştirmek isteyen ABD Nuh’un gemisinin Doğu Anadolu’daki yer altı petrol denizinde yüzmekte olduğunu pek ala bilmektedir”. (…)

NATO konusu ile ilgili bir belirleme de var:

“Eğer Doğu Anadolu’ya bir saldırı olursa, ABD ve NATO’nun harekete geçmeyeceğini belirtmiştik. Son (NATO) Bakanlar kurulu toplantısında bu durumun, NATO için temel bir strateji olarak kabul edildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Bu stratejiye kısaca esnek mukabele (abç)  denilmektedir. Eski stratejinin adı topyekûn mukabele (abç) idi. NATO uzmanları bu değişikliği şöyle açıklamaktadırlar:

Mevzi savaşlar sisteminde ısrar eden ABD, bu yeni stratejiyi NATO’ya bir emri vaki olarak  kabul ettirmiştir. Özellikle bir savaşın çıkması muhtemel bölgelerde ABD NATO üyelerine, taahhütlerini yerine getirmekten  kurtulmak istemektedir”. (…)

Sovyetlerde seçim ve Mai Lai Katliamı yeni bir safhada  haberleriyle bülten sona eriyor.23

 *DDKO Yayın Bülteni 5 (Belge -5)

Bülten Filistin meselesi ile ilgili bir yorum yapıyor. Şili de seçimleri aktarıyor ve “Irak’ta referandum” başlığı ile şunları açıklıyor: “Irak’ta on yıldan beri, ulusal kurtuluş mücadelesini sürdüren Kürt halkı, 11 mart 1970’te yapılan  antlaşma ile demokratik bir takım haklarına kavuşmuş.

Bu haklar şöyle sıralanabilir:

Irak’ta Arap-Kürt halkları iki esas ulus olarak kabul edilecek, Irak Cumhurbaşkanı yardımcısı bir Kürt olacaktır. Kürtçe, Arapça ile birlikte Kürt çoğunluğunun yaşadığı bölgelerde resmi dil kabul edilecek, bütün Irak okullarında ikinci dil olarak okunacak ve okutulacaktı.

Kürtçe kuzey bölgelerinde eğitim dili olacaktır. Süleymaniye’ de bir Üniversite ve bir Kürt edebiyat fakültesi kurulacaktır. Kürtçe kitaplar, devlet yardımı ile en yaygın biçimde dağıtılacaktır. Kürt yazarlar kendi federasyonlarını kuracaklardır. Kürt kültür genel müdürlüğü, Kürtçe basım ve yayın evi kurulacak, Kürtçe günlük gazete, haftalık ve aylık dergi çıkarılacaktır.

Merkezi kabine üyelikleri ve askeri komutanlıklarda Arap-Kürt  ayrımı yapılmayacaktır. Kürt öğretmenler, gençlik ve kadınlar kendi derneklerini kuracaklardır. Şimdilik Kerkük televizyonunun Kürtçe yayını arttırılacak, daha sonra yalnız Kürtçe yayın yapan  bir televizyon istasyonu kurulacaktır. Newroz günü bütün Irak’ta ulusal bayram olarak kabul edilecektir.

Bu hakların tanınmasında, Kürt halkının on yıllık silahlı mücadelesi esastır (abç)”. (…)

Ayrıca yapılacak nüfus sayımında (Kuzey Kürdistan bakımından-bizim-)  doğru bilgilerin verilmesi çağrısı yapılmakta, dil ve diğer konularda korku yüzünden verilen bilgilerin yanlış olacağı ve örneğin Türkçe bilmeyen kişilerin biliyorum diye yazılmasının anti-demokratik bir düşünce olduğuna  işaret edilmektedir. Aydınların geniş bir kampanya başlatmaları, doğru sonuçların kamu oyuna aktarılarak toplumsal sorunlara açıklık getirilmesi istenmekte, DDKO üyelerinin üzerlerine düşen görevi mutlaka yerine getirecekleri açıklanmaktadır.

DDKO bütün bir alanı kapsayan ve birçok konu da çalışma yürütmüştür. Keban köylülerinin çilesi de bu bağlamda dile getirilen konulardan biri. Göç ve zorunlu iskan anlamında ele alınmaktadır.

“..Elazığ’ın 51 köyü tamamen, 61 köyü kısmen, Tunceli’nin 39 köyü tamamen, 50 köyü kısmen, Malatya’nın 3 köyü kısmen, Erzincan’ın 7 köyü kısmen sular altında kalmıştır”. 

Köylüler bu alanları terk etmek zorunda kalıyorlar. Topraksız kaldıklarından yarıcılık yapıyorlar. Bu uygulamalara karşı 22 Ağustos 1970 tarihinde Elazığ’da protesto gösterisi yapıldığı da verilmiş haberler arasında.

Doğu Anadolu’da ilk ve orta öğretim konusunda şunlar söylenmiş;

“1969-70 öğretim yılında Hacettepe üniversitesine kaydolan 723 öğrenciden 426’sı (%59) Ankara il merkezlerindeki liseleri bitirenlerdir. Araştırmalar genelleştirilirse % 45 oranında üniversiteye girenlerin Ege ve Marmara bölgeleri liselerinden oldukları görülür. Bundan anlaşılmaktadır ki, bölgeler arasındaki eğitim düzeyi yönünden önemli  farlılıklar vardır. Bu eğitim bozukluğunun bir sonucudur.

Elde edilen bilgilere göre Türkiye’de okul çağındaki çocuk sayısı 5 milyon veya daha fazladır. Bu rakamın 2,5 milyonu ilkokuldan yoksun köylü çocuklarıdır. Türkiye’de okulsuz köy sayısı 13.564’tür. Köy okullarını bitiren her 100 köylü çocuğundan ancak birisi orta öğretim imkanını bulabilmektedir. Okuma-yazma bilmeyen vatandaş sayısı devletin resmi rakamlarına göre 1972 de 14 milyon, 1977 de 18 milyona yükselecektir. (…)

Orta öğretimde de bu farklılığı açık görüyoruz. Örneğin Türkiye’de  1969-1970 ders yılında 219 lise vardır. Bu liselerdeki öğretmenlerin durumuna bakıldığında edebiyat dersinde 564, felsefede 255, tarihte 463, coğrafya da 523, matematikte 331, biyolojide 338, fizikte 213,  kimya da 113 öğretmen vardır. Bu öğretmenlerin dağıtımındaki dengesizliğe bakalım: Ağrı, Bingöl, Bitlis, Elazığ, Giresun, Gümüşhane, Hakkari, Mardin, Muş, Rize, Siirt, Sinop, Tunceli, Urfa, Van illerindeki 16 lisede edebiyatta 23, felsefede 7, tarihte 19, coğrafya da 30, matematikte 26, biyolojide 11, fizikte 3 öğretmen bulunmaktadır. Kimya da hiç öğretmen yoktur.

Şu gerçek ortaya çıkmaktadır:

Türkiye’de genel olarak öğretim ve eğitim sistemi bozuktur,

Bölgeler arasında büyük ölçüde farlılıklar vardır,

Türkiye’de herkes okuma-yazma  imkanlarına sahip değildir.

Bütün bunlardan sonra bu bozuk eğitim sisteminin kalkması ancak Türkiye’deki fakir halk kitlelerinin dil ve kültür özerkliğini getirecek devrimci eğitim düzeyiyle ilgilidir. (abç)”

Türkiye’de önceleri TÖS ve daha sonra da TÖB-DER ve benzeri kurumlarda bağımsız grup olarak ve yalnız Kürdistanlı öğretmenlerle önemli muhalefet yaptığımız; programlar sunarak, eğitim ve öğretimi eleştirdiğimiz, ana dilde eğitim istediğimiz de düşünülürse o günlerdeki bu açıklamalar ve öneriler önemli olmaktadır. Bunları şimdi (hatta o zamanlar) reformist görmenin yanlışlığından da kurtulmak gerekiyor. Hele hele günümüzdeki  program önerileri, legal parti çalışmaları ve diğer kurumların faaliyetleri göz önüne alındığında, 30 yıl önceki öneri ve çalışmaların önemi daha iyi kavranabilir. Kürtlerle ilgili son dönemki program önerileri, Avrupa programlarına adaptasyondan da  çok gerilerdedir.

Bülten “Sosyalizasyon Yutturmacası” ve “Devalüasyonun halka indirilmiş bir darbe” olduğu üzerine yorum yazıları ile bitmektedir.24

 * DDKO Yayın Bülteni 6 (Belge -6)

16 Ekim 1970 tarihinde Ankara ve İstanbul DDKO’lara yapılan baskınlar ve 26 kişinin tutuklanması ile ilgili kamuoyuna açıklanmış bildiriyi özetliyor bülten. Bu unsurların evlerinin, iş yerlerinin basılarak, düzmece bilgi ve belgelerle tutuklanmaları sağlanarak, kamu oyuna “Kürtçü ve komünistler” olarak gösterilip dönemin bunalımının gizlenmeye çalışıldığı belirtilmiş. “Amaç Halkların kurtuluşu uğruna mücadele eden örgüt  ve kişileri susturmaktır. Fakat bunu başaramayacaklardır” denilerek, bu konudaki  basın toplantısında tutuklamaların, DDKO ve  Dev-Genç’e yapılan baskıların kınandığı aktarılıyor.25

Bülten daha sonra,  Beytüşşebap’taki olayları açıklamış.

“Bravo kaymakam tanrı seni korusun. Arzu ederseniz size bol miktarda  D.D.T, yağlı urba, cop ve de S.S. kıtaları gönderelim. Ama şunu da unutma: bu memleket ne senin ne de ağa babalarının harası değil” denilerek, daha sonra kaymakamın uygulamaları şöyle açıklanmış: “..Jandarmalarla beraber PUROSAN köyünü basmak üzere giden kaymakam, mısır tarlasını temizleyen vatandaşı VUR emriyle öldürtmüştür. (…) Jandarma elbisesi giyerek köy baskınlarına çıkan kaymakam, HEMKAN köyünü kuşatmış, silah sesleri üzerine şaşırıp, elindeki av tüfeğiyle evinden dışarı çıkan bir köylü kurşunlara hedef olmuş, öldürülmüştür.

Soruyoruz: Beytüşşebap’ta kaymakam mı var, yoksa eşkıya çete reisi mi?”.

Yayında önemli bir konuya parmak basılmış. O da Nüfus sayımı. Yıllardır kendi başlarına yapılan ve sonuçlandırılan bu olguya ilk tepki DDKO’lardan gelmiştir. Bülten, olayı “amacından saptırılan nüfus sayımı” olarak açıklamış.  25 Ekim 1970’teki nüfus sayımıyla ilgili özetle şunlar  söyleniyor:

“Bingöl’ün Genç ilçesinden Recep Bilgin DDKO’ya gönderdiği mektupta; Sayım öncesi kursiyerleri eğitmek için açılan kurslarda, ilgililer  sayımın nasıl yapılacağını anlatırken, ‘Ana dil bilaistisna Türkçe’dir’ demişlerdi. Böylece tek kelime bilmeyen bölge halkı Türkçe konuşuyor gösterilecektir (abç). İstanbul Beyazıt’tan bir örnek, sayım için eğitim veren bir müfettiş ana dil sorununda, herkesin ana dili doğru yazılacak, Rumların Rumca, Ermenilerin Ermenice, fakat ana dili Kürtçe olanların ki ise Türkçe yazılacak. İtiraz üzerine ’Bu bakanlığın emridir’ demiş, sayım memurlarının tartışması üzerine salonu terk etmek zorunda kalmıştır”.(abç)

Bülten şu yorumu yapmış, “oysa başta Diyarbakır, Siirt illerinde birçok sayım memuru tercüman istemiştir. Bu nedenle Kürtçe bilen sayım memurlarına ağırlık verildiği gözlenmiştir. Bir de sayım cetvelleri  kurşun kalemle doldurulmuştur”. Bütün bunlar karşısında “bu sayım doğruyu yansıtır mı?”diye sorulmuş!

Cumhurbaşkanı Sunay’ın “Doğu”daki gezisi haber yapılmış. Sunay’ın özellikle Komando harekatı yapılmış yerlerde dolaştığı belirtilerek, “Türkçe niye konuşmuyorsunuz” sitemleri yağdırdığı açıklanmış. Halk karşılamayı protesto ederek gitmemiş, örneğin Ergani’de memurlar dışında kimsenin karşılamaya gelmediğini gören Sunay belediye başkanına, “böyle Cumhurbaşkanı karşılanır mı?” diye çıkışmıştır. Siirt’te ise “Biz Türküz” pankartlarıyla karşılamanın yapılmasına bültende özellikle dikkat çekilmektedir!

Bu yayında önemli bir konu da TİP 4. Büyük Kongresi kararıdır. Bu karar tasarısını bültenden olduğu gibi aktarmak istiyorum.

“Türkiye İşçi Partisi 4. Büyük Kongresi,

Türkiye’nin Doğu’sunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu,

Kürt halkı üzerinde, baştan beri, hakim sınıfların faşist iktidarlarının, zaman zaman kanlı zulüm hareketleri niteliğine bürünen baskı, terör ve asimilasyon politikası uyguladıklarını;

Kürt halkının yaşadığı bölgenin, Türkiye’nin öteki bölgelerine oranla geri kalmış olmasının temel nedenlerinden birinin kapitalizmin eşitsiz gelişme kanununa ek olarak, bu bölgedeki Kürt halkının yaşadığı gerçeğini göz önüne alan hakim sınıf iktidarlarının güttükleri ekonomik ve sosyal politikanın bir sonucu olduğunu;

Bu nedenle ‘Doğu Sorunu’nu bir bölgesel kalkınma sorunu olarak ele almanın, hakim sınıf iktidarlarının şoven-milliyetçi görüşlerinin ve tutumunun bir uzantısından başka bir şey olmadığını;

Kürt halkının Anayasal vatandaşlık haklarını kullanmak ve diğer tüm demokratik özlem ve isteklerini gerçekleştirmek yolundaki mücadelesinin, bütün anti demokratik, faşist baskıcı şoven-milliyetçi akımların amansız düşmanı olan partimiz tarafından desteklenmesinin olağan ve zorunlu  bir devrimci görev olduğunu;

Kürt halkının gelişen demokratik özlem ve isteklerini ifade ve gerçekleştirme mücadelesi ile işçi sınıfının ve onun öncü örgütü partimizin öncülüğünde yürütülen sosyalist devrim mücadelesini tek devrimci dalga halinde bütünleştirmek için Kürt ve Türk sosyalistlerinin parti içinde omuz omuza çalışmalarının gerektiğini;

Kürt halkına karşı uygulanan ırkçı-milliyetçi şoven burjuva ideolojisinin, partililer, sosyalistler ve bütün işçi ve diğer emekçi  yığınlar arasında yerle bir edilmesini sağlamanın, partinin ideolojik mücadelesinin ve gelişmesinin temel ve devamlı bir davası olduğunu;

Partinin, Kürt sorununa, işçi sınıfının sosyalist devrim mücadelesinin gerekleri açısından baktığını kabul ve ilan eder”.

Bu karar tasarısı üzerinde kısaca durmak gerekiyor, onun için olduğu gibi aktardım. Tarihsel süreç bakımından son derece önemlidir.

Birincisi, bu tasarı DDKO’nun çalışmalarının bir sonucuydu. Parti genel kurulu için “Doğulu” delegeliklerin hemen hemen tümünü çalışmalarımızla, parti yerel kongrelerine ağırlık koyarak ele geçirmiştik. Buna elbette karşı olan ya da çekimser duran az sayıda delege arkadaşımız da vardı. Tasarı, 3 karşı ve bir çekimser oya karşın, Kongreye “Doğu”lu delegelerin ortak tasarısı olarak sunulmuş, DDKO Tasarısı diğer tasarılarla birlikte ele alınarak “HALKLAR TASARISI” olarak çıkmıştı.

İkincisi, bu karar tasarısı diğer taslaklar geri çekilerek, DDKO taslağına  bazı eklemeler yapılarak son haline getirilmişti. Bize de, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne tasarı ve son hali ulaştırılmıştı. Bu tasarının hazırlanmasında DKKO Merkez yönetici unsurlarının çabaları dışında, DDKO ile ilişkili olmamakla birlikte O. Kotan, Z. Şahin vb.. “Şivan” (T-deKDP) yanlıları olarak bilinen bazı arkadaşların katkılarını da burada belirtmek istiyorum.

Üçüncüsü, bu taslak TİP için ve o dönemi ifade etmesi bakımından çok önemlidir. “Sol” ve “Sosyalistler” bu kararlara yine ters davrandılar ve karşı çıktılar. Anayasa Mahkemesi de bu karar nedeniyle TİP’i kapattı. Bizim hukuki durumumuz da ağırlaştı, yargılanmalarımızda bu Halklar Tasarısı delil olarak tartışıldı.

Dördüncüsü, bugünkü programlar ve legal çalışmalardaki önerilerin  çok ilerisindeki bu kararları ve dolayısıyla TİP’i belirtmemiz gerekiyor. Türkiye’de yasal olarak 30 yıl sonra bile çok gerilerde programlara dönüldüğü dikkate alınırsa, o dönem için bu Tasarı’nın önemi anlaşılır.

Beşincisi, DDKO Karar Taslağı’na “Doğu Delegeleri”nin toplantısında karşı çıkanlardan biri Kemal Burkay olmuş, T. Ziya Ekinci de çekimser kalmıştı. Genel Kurul’da Tasarı’nın son hali oylanırken de çekimser kalmışlardı. (…)

Bültenin sonunda, sözüm ona gazeteci Necmi Onur’un, “Dağların ardında neler oluyor” ana başlıklı seri röportajı değerlendiriliyor. Bu röportajı da özetlemeye çalışacağım. Ciddiye alındığı için değil, dönemi ifade ettiği için.

Röportaj tam da DDKO’larla ilgili operasyonların, komando harekatının sürdürüldüğü dönemlere denk düşüyor. Röportajda göze çarpan konuları DDKO yayını şöyle sıralamış;

“ 1. Kürt halkı kendisini var eden unsurlardan arındırılmalı, eritilmeli ortadan kaldırılmalı imiş..

  1. Gelişmekte olan Kürt dili utanç verici bir durummuş, bu gelişim engellenmeli imiş.. (bir zamanki Takrir-i Sükûn kanunu gibi)
  2. Komando aslında bir cinayet alayı gibi doğuyu taramış, yıkmı/ kırmış, zulmetmiştir. Ama bu  doğuya özgürlük ve huzur bağışlamışmış..
  3. Irak’taki Kürt İhtilalini başarıyla yürüten lider Barzani, aslında sosyal alanda tutucu, politikada pragmatist, cahil bir din sömürücüsü imiş..
  4. Doğu halkı hippilerden daha aşağılık bir ahlak buhranı içinde imiş. Kadınların namussuzluğu olağan karşılanıyormuş. (YUH be) Cinayetler, ‘ya et, ya ot, ya da it’ yüzünden   oluyormuş”.

Alçakça iftiralarla donatılan ve basın ahlak yasasına uymayı taahhüt eden bir gazetede yayınlanan yazıların ana hatları bu ve buna benzer konuları kapsamaktadır. Nemci bey bu yazılarında: Hem Kürt halkından, Kürt tehlikesinden, Kürtçülükten söz edip; hem de Kürtlerin Türk olduğunu iddia eden bir takım beyinsiz maskaranın bu bariz çelişkilerine de övünerek yer vermekten geri kalmamıştır.

Bültenimizin sayfa adedini göz önüne alarak Necmi’nin incilerinden yalnızca bir kaçını almakla yetineceğiz:

  -Karşı görünen dağlarda Barzani’nin askerleri dolaşıyor.Görmeden bildiğimiz bu..Ve Türkiye’de

    7 milyon Kürt var resmi rakamlara göre, konumuz Kürtçülük..

  -Sağa kulak veriyorsun Kürtçe. Sola doğru eğiliyorsunuz Kürtçe.Arkanızı dinliyorsunuz  

    Kürtçe.Önümüzden bir ses geliyor Kürtçe.Ve hepsinin nüfus cüzdanında Türk yazılı.

  -Hökümatı biz bunca yaşa geldig, askerlikten başga, bide cendermeden başga, bide

    tahsildardan  başga bilmedig. Tarla sıçanı her gün yanımızda. Tarla sıçanı bize hökümattan

    daha yakın.

  -Şimdi söyleyiniz bakalım, tarla sıçanı ile ortaklaşa toplumdaki insanlard, yöneticiler kadrosuna

    ve bugünkü düzene karşı ebedi saygı aramak mantık yolunun bir durağı olabilir mi?

  -Hakkari’den Van’a, oradan da Ağrı’ya doğru yollardayım. Yollar ki ne yollar, kenarlarında

    köyler ki ne köyler. İnsanların topraktan farkı yok.

  -Bir kırmızı minibüse bindim. Türkiye’nin bir ilinde değilim şunu bilesiniz. Minibüste bir yabancıyım.

   Herkes Kürtçe konuşuyor. Selam bile Kürtçe.

  -Doğunun bazı kesimlerinde geniş bir ahlak anlayışı var. İstanbul sokaklarında dolaşan hippilerden         

    daha geniş desem yalan sayılmaz.

  -Buralarda kadın için adam öldürülmez.

  -Ya atına, ya itine sataşmıştır, ya otuna el uzatmıştır, ya tavuğuna kışt demiştir.

  -Nemrutun eteklerinde çıktı karşımıza görevliler (jandarmalar). Türkiye’de olmanız ne kelime,

    sanırsınız ki bir milletin elinde esirsiniz.

  -Komandonun doğu illerinde büyük bir arama tarama faaliyetine girişeceği haberi bölgede ki

   Türkçe  bilmeyen (!) halk tarafından bir ay önceden bilinmekte imiş.. Acaba kuşlar mı

    şakıdı dersiniz. İri kuşlar kocaman kuşlar. Ankara’da beslenip büyüyen. Ve besle kargayı

    oysun gözünü sözündeki yargıyı yalancı çıkarmamak için yetiştirilen kuşlar mı?”. (…)26

 *DDKO Yayın Bülteni 7 ( Belge -7)

Beytüşşebap Kaymakamı’nın görevden alındığı ve Silvan’da devrimci arkadaşlarımızın tutuklandığı haberleri verilmiş. “Kürt halkının demokratik mücadelesinde yiğitçe kavga veren Aldulkerim Ceyhan ve Mahmut Okutucu’nun TİP 4. Olağan Kongresinin karar tasarısını Silvan’da halkla beraber okuyup tartışırlarken” tutuklandıkları belirtiliyor. DDKO üzerindeki baskıların arttığı örneklerle haber yapılmış. Bütün bu baskıların boşuna olduğu belirtilerek, DDKO’ların halkla kaynaştığı açıklanıyor. Bir örnek veriliyor. Siirt’in Baykan ilçesinin HALİKAN  köyünden 10 yaşındaki Ahmet Ağırman şöyle yazmış;

“Muhterem ağabeylerim.

Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın adresini yeni aldım. Köyümüz elli hanedir. Halen okul yoktur. Ben isem, Arapça tahsil yapmaktayım. 10 yaşındayım. Pederim yoktur. Bir annem, bir kardeşimle üç kişiyiz. Şimdi ise hadisenin gerçeğini size izah edeyim. Nüfus sayımı esnasında evimdeydim, sayım memuru Baykan nahiyesinde varidat memuru Sıtkı isimli vatandaş köyümüze gelerek kapımızı çaldı. Çıkın dışarı dedi. Annemle birlikte çıktık. Kaç kişisiniz, üç kişiyiz dedim. Hiç soru sormadan defterini doldurdu. Ben de eğilerek deftere baktım. Ana dilimizi Türkçe yazmıştı. Memur bey dedim, baktı. Annemle Kürtçe konuşuyorum niçin Türkçe yazıyorsun, hakarettir bu bana dedim. Necisin dedi. Dedim feqi’yim. Nerde okuyorsun dedi. Baykan Havel mahallesinde Hafit hocanın yanında okuyorum dedim. Bana: ölseniz de, inşallah muvaffak olamazsınız dedi. Siz Kürt değilsiniz dedi, defterimi de silmem dedi. Ben ve anam ağladık. Niçin ana dilimizi kaybettiriyorsunuz dedim. 50 hanelik köyümüzün hepsinin ana dilini Türkçe yazdı. Bana bağırdı, Kürt diye bir millet yoktur dedi. Çocuk olduğum için mukabele edemedim. Ona hakaret olarak evimin bir köşesinde not bıraktım.

Muhterem ağabeylerimiz, sizinle müşerref olmak isteriz. Yazın gelmenizi bekleriz. Bu davamızı ele almanızı saygılarımla istirham ederim.  Ahmet AĞIRMAN / HALİKAN Köyü- BAYKAN / SİİRT”.

Yukarıda adını ettiğimiz Nemci Onur ile Metin Toker gibi başımızın belası unsurlara karşı yürütülen bir mücadeleden kesitler vermek gerekiyor. Bunlar ki gazeteci olarak geçinen aslında devletin sözcüleri durumunda olan, hele hele milli damat olarak anılan Metin beyin geçmişi de belli. Katilimiz bir paşanın, siyaset adamı İsmet İnönü’nün eniştesi. O her şeyi bilen ve bir zamanların devletin dili olan Akis dergisinin sahibi ve başyazarı.MİT belge ve bilgilerini tartışarak, her yana çalım atan duruşları ile içimizde bir yara gibi duruyor. (…)

Metin bey o zamanlar çok şey söyledi, adını ettiğimiz belgeye yansıyan sözlerini verelim.  Demiş ki:

“Türkiye’yi Ortadoğu devrimci çemberi içine sokma gayreti, bizim kendi içimizde kendini büyük bir cüretle açığa vurmuştur. Ortadoğu’da çember için kullanılan unsur nasıl gerilla örgütleri ise, bizde Kürtlük bilincini tazelemeye çalışan doğu menşeli vatandaşlardır. Bunların kripto dilindeki adları “HALKLAR” dır..”

Ondan da ileri giden Nemci beye gelince, onu kitaplığımızın 105 Nolu sırasında büyük boy kitapları arasında parçalanmış duran “OROSPU” adlı kitabından da hatırlıyorum. Baştan 26 sayfası olmayan bu kitapta hayatı, insanları ve olayları nasıl açıkladığını görebilirsiniz. Sözde yaşanmış bir hikayeyi, üstelik kendi başından geçen bir hikayeyi -öyle görünüyor- aktarmış. Yazım dili hep aynı, aşağılayan, horlayan bir mantık sahibi. Siz “hasta” da diyebilirsiniz.

Neyse esas konumuza gelelim. 16 günlük “Doğu Seferi” sonunda yukarıda belirlediğimiz röportajı mana ederek gazetecilik yaptığını sanan bu bey, “Doğu’da Kültür emperyalizmi uygulayalım” da demiş. Daha neler neler söylemiş:

“ 1.Bölge esaslı bir şekilde etüt edilerek bilhassa adli ve idari mercilere olağanüstü yetkiler

      verilmelidir. Gerekiyorsa bir operasyona gitmek bile zarardan çok fayda sağlar.

  1. Komando harekatını daha planlı ve hukuki hale getirmek lazımdır. Ve bütün bölge vasıflı

       yollarla birbirine bağlanıncaya kadar da bu planlı komando harekatına  devam edilmelidir.

  1. Bütün bölgede bir KÜLTÜR EMPERYALİZMİ UYGULANMALIDIR. Bunu gerçekleştirmek

       için  konut ve ücret meseleleri halledilmiş, kaliteli öğretmenler buralarda görevlendirilmelidir.

  1. Uygulanacak eğitimde çocuk mutlaka aileden koparılacaktır. Yetişen neslin eski nesil ile

       bağları  kesilecektir.

  1. En iyi tedbir de vaktiyle kötü denemesi yapılmış olan ‘İskan’ meselesidir. Bu bölgelere

       yerleştirilecek batı insanları bölgenin değişmesinde en büyük rolü oynayacaktır.”

Bu ibret belgesine bakınız. Tarih nelerle dolu! Aslında gazetecilik maskesiyle yazılan çizilenler hemen hepsi devletin, TC’nin bizimle ilgili geleneksel tavrının bir anlatımıdır. Devlet programıdır. Değişik biçimlerde halen sürmektedir. Kemalizm’in insanlara nasıl enjekte edildiğinin en iyi örneği bu gazeteci müsveddesinin belirlemeleridir. (…)

Bülten Doğu’da tifo ve kızamık salgını başladığını haber vermiş. Önemli, çünkü binlerce çocuk hastalıktan, olanaksızlıktan ölüp gittiler. Kürdistan’da ciddi bir sağlık planlaması da önemli olgular arasındadır. Uygulanan devlet sağlık politikası hep imha ve yok etme anlayışı üzerine kurulu olduğundan, bu konu  bizi ciddi ilgilendirmelidir. Yalnız bu hastalıklar değil, hemen hepsi aynı derecede önemli. DDKO bu konularda iyi mücadele etti, ama yeterli olamadı.

Bültende işçi sınıfı ile ilgili bir haber var. DDKO’nun üzerine atılan suçlamaların haksız olduğunu göstermek için bir örnek. Bize destek sağlaması gereken proletaryanın bütün çabamıza rağmen hiç yardım etmediği de görülüyor. Doğu’daki uygulamalara seyirci kaldı. Haber, üstelik “işçi sınıfımızın mücadelesi büyüyor” başlığı ile verilmiş!

Bütün işçi hareketlerinin takip edildiği, bu bağlamda 15-16 Haziran Olayları ve direnişin destekleneceği açıklanmış.  Bu Türk “Sol”nun inkarcı söylemine bir cevaptır aynı zamanda. Adana’daki Bossa işçilerinin direnişi de haber yapılmış. (Zaten birçok arkadaşımız bu direnişin içindeydi.) Türk-İş’in parçalandığı belirtilmiş, DİSK desteklendiği belirtilmiş, ama dönem itibariyle doğru olsa da bir farlılık konulmamış. Maalesef  DİSK’in de, “Doğu- Sorunu”na, Kürt Sorunu’na aynı mesafede durduğu gerçeği ise belirtilmemiş.

Sendikalar arasındaki geçişler önemsenmiş, Petrol- İş’ten Kimya- İş ve Hür cam-İş’e geçişler açıklanmış ve savunulmuş. YTONG işçilerinin işgalleri, Gıslaved işçilerinin mücadelesi, Sarı Teksif’in çatırdadığı belirtilmiş. Onun yerine Hür Mensucat-İş’in kurulduğu açıklanıyor. İşçi sınıfı bu seferde Güney’de şahlandı, BOSSA’da ilk kıvılcım çakıldı. Yiğit demir döküm işçileri sözleşmesi vb.’den söz ediliyor. Birçok direniş takip edilerek verilmiş, içinde olunduğu yazılmış. Bütün bunlar, elbette DDKO’nun program hedeflerini aşan olgulardır. Ayrıca, esas sorundan bizi yer yer koparan, ama sol yelpazede duruşumuzun, örgütlerin birlikteliğinin ve muhalif olmamız açısından gerekliydi de. Ne yazık ki, hiç yararı olmadı, Türk işçi sınıfı gerici bir sınıf olarak Kürdistan sorunu önüne dikildi. Hala dikiliyor ve üstelik Kürdistan proletaryasını da peşine takarak, bize karşı hale de getirdi. Birçok işçi ağasının, bürokratının, ulusal bilinçten, mücadeleden kopup gitmesini sağladı. Bu konuya burada girme olanağımız yok, temel bir olgu ve yenilgimizde önemli bir sorun olarak başlı başına detaylı ele alınması gerekiyor. (…)

Gıslaved işçilerinin direnişi için; “..yiğitçe mücadele eden arkadaşımız HÜSEYİN ÇAPKAN’ı bu uğurda şehit veren Gıslaved lastik fabrikası işçileri mücadelelerine devam ediyor. Ekim 1970’te polis ve özel olarak  Doğu’daki Kürt halkının devrimci mücadelesini bastırmak için yetiştirilen komandolar, buldozerlerle Gıslaved lastik fabrikasının duvarlarını yıkarak işgali zulümle bastırdılar..” deniyor. Bu vesile ile Hüseyin Çapkan’ı da saygıyla anmak gerekiyor. (…)

Bültenin bir haberi de şoförlerle ilgili.  Başlık şöyle: “Şoförlerin (kontak kapama) Boykotu”. 10 Kasım 1970’de bütün Türkiye’de 2 gün süren  bir boykot gerçekleştirmişler.

Bize soruyorlardı, sizin bu işlerde işiniz ne? Biz de devrimcilikten söz ediyorduk, ama aslında şunları da söylüyorduk: Şoförlerin yarısı Kürt. Bizi ilgilendiriyor. (…)

Bülten Dış Haberler olarak “Birleşmiş Milletler Genel Kurul Toplantısı”nı vermiş. Bu konuda da ilgili olunduğu gözüküyor. Genel kurulun engellere karşın şu kararı çıkardığı açıklanıyor:

“Sömürge İdaresi Altında Bulunan Halkların, Verecekleri Bağımsızlık Mücadelesinde Her Çareye Başvurma Hakkını” kabul ettiği belirtiliyor. 86 ülkenin bu kararı benimsediği de vurgulanıyor.27

 *DDKO Yayın Bülteni 8 (Belge -8)

Bülten iri harflerle yazılmış bir şiir dizesi ile başlıyor.

“VURDUKÇA KIZGIN DEMİRE HÜNERLİ BALYOZ

  UMUT ASLA YENİLMEYECEKTİR”.  (Bu dizeler Orhan Kotan’a ait..)

Bülten komando harekatının hız kazandığını vurguluyor. Siirt’te zulüm başlığı altında şunlara işaret edilmiş,

“Komando birliği, 4.1.1971 gecesi sabah saat 0.4’te Siirt’in Şirvan ilçesine bağlı  altı köye baskın yapmıştır. CUMEK köyüne baskın yapan komandolar, tüm köy erkeklerini dövmüşler ve hakaret etmişlerdir. Köyden Salih Daner ve iki kardeşi komandolar tarafından alınarak Saman köprü denilen Botan çayı üzerindeki bir yere götürülmüşlerdir. Burada üç kardeşe asker elbisesi giydirilip, bellerine eşkıyaların kullandıkları mermilik takıldıktan sonra, ellerini birer tüfek verilmiş ve beraberlerinde getirdikleri bir muhabire resimleri çektirilmiştir. Eşkıyalıkla ilgisi olmayan bu üç kardeşi, kamu oyuna ‘eşkıya yakalandı’ şeklinde yutturmak istemişlerdir..

Aynı saatlerde REŞAT köyüne baskın yapılmıştır. Alay komutanı  ‘bundan böyle komando’nun ilk yapacağı iş köyün bütün kadınlarını çırılçıplak edip askerler karşısında resmi geçide tabi tutmaktır’ gibi  tiksindirici belirlemeler yapmıştır.

Aynı zulüm ve işkence GELE köyünde uygulanmıştır. Köylülerin sırtlarına ağır taşlar konularak saatlerce bekletilmişlerdir. REŞAT köyünde yüz yaşındaki bir kadının işkenceyle parmağı  kırılmıştır.

KEWSAN ve SIMĞAR köylerinde de aynı tür işkenceler yapılmıştır”.

Bu ve benzeri haberlerden sonra bülten: “Komando harekatı üzerine araştırma yapan arkadaşlarımız komandoların silah istemelerinin sebeplerini köylülere sorduğunda ‘silahlarımız alınıp Siirt’e götürülmekte ve orada satılmaktadır’ cevabını vermişlerdir”.

Mardin’in Nusaybin İlçesinde zulüm haberi de özetle şöyle:

“İlçe Jandarma komutanı Yüzbaşı Ayhan Deniz, CUFA köyü civarında rastladığı Abdülkadir Acar’ı keyfi olarak dövüp komaya sokmuştur. Daha sonra aldığı yaraların etkisinden kurtulamayarak ölen Abdülkadir Acar’ı askeri pikabın üzerine bağlatarak gece yarısı tenha bir yere bırakması için şoförüne emir vermiştir. Bunun üzerine halk kaymakamlık  binasını sarmış ‘katili istiyoruz’ diye olayı protesto etmiştir. Nusaybin halkının Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na gönderdiği mektubu gerekli bulduğumuzdan yayınlıyoruz”.

Devrimci Doğu Kültür Ocaklarına başlıklı bu mektup, baştan sona işkence ve zulüm örnekleri ile dolu. Kadınlara yapılan  kötü muameleler, cop sokmalar, ırza geçmeler, soyundurup teşhir etmeler vb..

“Nusaybin’in BASTUNKE, HAFERİ, HIRBEZİL köylerindeki uygulamalar anlatılmaktadır. Mardin’in AKES köyünden olan ve HIRBEZİL’e hayvanlarını getiren C. adındaki vatandaşın karısı soyundurulup askerlere teşhir edilmiştir. Bu uygulamalar ŞABANE ve ZIRNEY   köylerinde de devam etmiştir. Midyat’ın SALHE köyünden HB adındaki kadın herkesin gözleri önünde çırılçıplak soyundurulmuş teşhir edilmiş, olmadık işkencelere maruz kalmıştır. Müfreze yoluna devam edip HAFERİ  köyüne bağlı HESİNMERYEM’den MA adındaki kadını beraberlerinde dört gün dolaştırırlar, bu kadının başına gelenler meçhuldür. Yine BERRABANA köyündeki insanlık dışı zulüm de açıklanıyor. Bütün köylüler evlerini terk ederek dağlara kaçmaya başlamışlardır” deniyor..

Mektup şöyle bitiyor,

“Tüm devrimciler, tüm aydınlar, tüm insanlık duygusu taşıyanlar sizlere sesleniyoruz:  İMDAT…  İMDAT..”

Altında NUSAYBİN HALKI imzası var.

Bülten Elazığ’ın Karakoçan kasabasındaki bir olayı yansıtmış. Karakoçan halkının DDKO’ya gönderdiği mektupta; “Bingöl Adalet partisi başkanı olan doktor Halit Rıza Ünal, doktor gönderilmemesi için Ankara’ya baskı yaptığından dolayı kazamız aylardır doktorsuzdur. Doktor Halit Rıza Ünal ve birkaç uşağı bundan istifade ederek bir muayenehane açmışlar ve her gün birkaç saatlik muayene için Bingöl’den gelerek binlerce lira alıp halkımızı soymaktadırlar” deniyor, bu konudaki mücadeleleri açıklanıyor.

Ergani köylülerinin “Hükümetin Doğu’daki komando değil Kımıl’la mücadelesini  istiyoruz” protestoları, Mardin’deki toprak işgalleri, Şiran’daki ağa zulmüne karşı gelen köylülerin durumu açıklanıyor. Siverek’te Komünizmle mücadele derneğinin açılışı ve burada bulunanların köylülere zulm ettikleri haber yapılmış. Olayı ve dernek kurucularını protesto için bir günlük işyerlerinin kapatılması eylemi yapıldığı belirtilmiş. Ağanın “Kurt soyundan geldiğimizi açıklaması” karşısında Siverek halkının öfkesi dile getirilmiş.

Diyarbakır’ın Harbercin köylülerinin topraklarının zorla ağalar ve komandolar tarafından ele geçirilmesini protesto yürüyüşü açıklanıyor. Sinan ağa ve kirvesi Üsteğmen, başçavuş ve jandarma müfrezesiyle köyü kuşatmış, muhasara altında bulunan köy üç gün boyunca talan edilmiş, ekilen topraklardan ekinler sökülmüştür.

Yürüyüşte Harbercin köylüleri,  “Zalimin silahlı adamları ve onları koruyan jandarmaları varsa, köylülerin de devrimci birliği vardır” sloganları atmışlardır. Civardaki tüm köyler de Harbercin yürüyüşüne katılmışlardır. Yürüyüşte ERDẾ ME HEQẾ ME (toprağımız hakkı-mız), ERDẾ ME NAMUSA ME  (toprağımız namusumuz),  ZULMA AĞARA NA (ağanın zulmüne hayır), ZULMA CENDERMERA NA (jandarma zulmüne hayır), ellerinde AĞA + JANDARMA = ZULÜM, KAHROLSUN AĞALAR  pankartları taşımışlardır.

Tatvan’da kanunsuz sıkıyönetim haberi de şöyle verilmiş:

“Emniyet kuvvetlerinin hırsızlıkla başa çıkamadığı uydurma gerekçesi ile halkımızın gözünü korkutmak için gece saat 21’den sonra ilçede jandarma birlikleri kol gezmekte ve yasağa uymayanları döverek komaya sokmaktadır”.

Bu kanunsuz ve keyfi  hareketlere karşı Tatvan’da bütün halkın katıldığı büyük bir protesto yürüyüşü yapıldığı da açıklanmış.

Batman’da devrimci kardeşimiz Mele Mehmet’e içinde bulunduğumuz  ayda yapılan çirkin bir komplo: Mehmet’in kahvesine birkaç kez gelen bir yabancı onu sorarak, nihayet kendisini gördüğünde bir tabanca uzatmış “bunu sana falan adam gönderdi, saklamanı söyledi” demiş. Mele Mehmet’in böyle şeylerin emanet dahi olsa saklanamayacağını bildirmesi üzerine geri götürmüştür. Kısa zaman sonra polisler kahveyi basmışlar ve arama kararının yalnız o kahve için çıkarıldığını söylemişlerdir.

Dersim’de (Tunceli) DDKO’nun yayınladığı “Kamuoyuna” başlıklı bildiriyi dağıtırlarken Aslan ve Mustafa Kurkafa isimli iki yiğit arkadaşımızın  tevkif edildiği belirtilmiş.

Faşistlerin örgütümüze saldırıları  yoğunlaşıyor haberinde ise; “Devrimci Doğu Kültür Ocakları’na 12.1.1971 günü saat 21.25’te faşist güçler tarafından bomba atıldığı” haberi verilmiş. Bu bombanın DDKO’ya değil demokratik hakları gasp edilmiş Kürt halkına atıldığı ifade edilerek, mücadelenin sindirilemeyeceği belirtilmiştir.

Ergani’de Devrimci Kavga Yoğunlaşıyor haberinde, Ergani’lilerin liseye öğretmen verilmemesini liseyi işgal ederek protesto ettikleri belirtilmiş. Köylüler ve gençlerin bir araya gelerek ülkü ocaklarının baskılarına karşı daha bilinçli mücadele edebilmek için karar aldıkları da açıklanmış.

Bu faaliyetler ve haberlerden sonra bülten önemli bir konuya parmak basıyor,

Faşizm’in güç kazandığı ve halkları ezdiği belirtilerek burjuva demokrasisi (parlamentarizm) ile faşizm arasındaki farkı ortaya koyan bir açıklama bültene konulmuş, daha sonra metin şöyle bitmiş;

“Özü itibariyle  Türkiye’de gelişen işçi sınıfının devrimci mücadelesini,  köylülerin demokratik hareketlerini, devrimci gençliğin mücadelesini ve Kürt halkının demokratik kavgasını bastırmak için açıkça faşist bir yönetim getirilmek istenmektedir. Ve gerekçe olarak da gençlik  hareketleri öne sürülmektedir.

Halklarımızı ezmek için  burjuva demokratik düzenini (ki Türkiye’deki  şekli  burjuva demokrasisidir)  yetersiz görüyorlar. Milliyet, Hürriyet, Yeni Gazete ve Günaydın gazeteleri ile tüm geri gazeteler faşizmin gelmesi için katkıda  bulunuyorlar.  Doğu’da Kürt halkının demokratik mücadelesini yok etmek ve şoven baskıları daha da arttırmak için ‘Halklar’ terimini gerekçe olarak gösteriyorlar” denilmektedir.

Ve faşizmin Türkiye’deki durum açıklanarak anlatımı devam etmekte, buna karşı mücadelenin gerekliliği vurgulanmaktadır.

Dış haberler olarak bülten Bask Milliyetçilerinin Devrimci Mücadelesi başlığını koymuş. Bask ile ilgili bilgiler verilerek mücadelenin boyutları tanıtılmış. Bask’ların örgütü ETA ile ilgili bilgi verilerek mücadelesi açıklanmış.

Bask’lar 1839-1840 tarihlerinde hanedan kavgalarından çıkan iç savaş sırasında ayaklanmışlar ve liberal burjuvazi ile birlikte aristokrasiye karşı mücadele etmişlerdir” dinilerek bu ayaklanmaların nedenleri sıralanmaktadır.

“Birincisi ilerleme ve ikincisi en önemlisi kendi kaderlerini tayin etme isteğidir. Bask’ların Cumhuriyetin kurulmasına yol açan, 1930 iç savaşında da kralcılara karşı cumhuriyetçilerle birleşmes, İspanya’da (1931) demokratik cumhuriyetin kurulmasında önemli  rol oynamıştır. Cumhuriyet yönetimi Bask’lara özerklik tanımıştır. Daha sonra faşist generallerin ayaklanması ile baş gösteren İspanya iç savaşında Bask’lar cumhuriyetçilerin saflarında dövüşmüşlerdir. Demokratik güçler yenildikten sonra Bask’lar Franco faşizminin çizmesi altında  özel olarak ezilmişlerdir. Bask dili yasaklanmış, 1963 sonuna kadar en az 1000 Bask devrimci faşist yönetim tarafından kurşuna dizilmiştir. Franco faşizmi tarafından sindirilmek istenen Bask milli hareketinin sesi, 1960 yılının ortasından itibaren tekrar yükselmiş ve Bask milli hareketinin örgütü ETA (Bask milleti ve özgürlük)’ da  varlığını göstermiştir. 

ETA içinde iki eğilim mevcuttu. Bir eğilim, Bask’lara dayanan ve sadece milli talepleri esas alan bir mücadele yürütmekten yanaydı. Diğer eğilim ise, Bask’ların İspanyol proletaryasıyla birlikte mücadele etmesi ile milli  taleplerin  elde edileceğini ileri sürmekteydi..”

Görüldüğü kadarıyla bizimkine çok benzemektedir. DDKO da bu benzerliği yakalamış olacak ki, üzerinde ısrarla durmaktadır.

Daha sonra, Bask’ın başına gelenler, zulüm, işkence ve katliamlar sıralanıyor. Şöyle devam ediyor:

Bask devrimcileri mahkemede kendilerini savunacak yerde, davaya siyasi bir nitelik kazandırmışlardır. Son olarak, Burgos Askeri Mahkemesi tarafından 6 Bask devrimcisine idam cezası verildi. Faşist Franco baskılara dayanamadı ve idam cezaları 30 ila 62 yıl arası hapse çevrildi. Bütün bunlar devam ederken, büyük bir mücadele azmi ile  dolu 6 Bask devrimcisi mücadelemiz ölünceye kadar devam edecektir. YA İSTİKLAL YA ÖLÜM mesajını bütün dünyaya duyurmuşlardır”.

Bu gelişmeler de bizimkine benziyor. DDKO duruşmalarına geleceğiz. Orada biz siyasi bir muhteva ortaya koyduk, kendimizi savunmadık. Sonuçta ağır cezalara çarptırıldık. TC ‘’dayanamadı’’ ve bizi de “Af” Yasası ile salıverdi! (Aslında, Kürtler, Af kapsamı dışında kalmıştık.Af Yasası’nın ‘’eşitlik ve genellik ilkesine aykırı olduğu’’ gerekçesi ile Anayasa Mahkemesi tarafından bozulması ile salıverilmiştik.)

Ve DDKO bülteninde, Bask ile ilgili açıklama sloganlarla sonuçlanıyor.28

 *DDKO Yayın bülteni 9  (Belge -9)

Bülten Halklarımız Faşizme Karşı Direniyor başlığı ile Kürdistan’ın bütün il ve ilçelerinde baskıların yoğunlaştığı açıklamış.

Türkiye İşçi Partisi’nin açtığı “Faşizme Hayır”  kampanyasına karşı saldırılar kınanıyor, Partinin bazı il ve ilçe örgütlerine yapılan baskınlar, afiş ve bildirilere el konulması protesto ediliyor. Özellikle Silvan ve Siverek’teki baskınlarda yakalanan 4 kişinin “Komünizm ve Kürtçülük” ile yargılandıkları belirtiliyor.

Faşizme hayır diyen Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın üyeleri de nezarethanelere atılmış, Ankara, İstanbul, Silvan, Kozluk, Ergani ocakları polis tarafından aranmış, kitap, bildiri ile afişler götürülmüştür. Ergani’de afiş asan Ergani Devrimci Doğu kültür Ocağı başkanı arkadaşımız da polisler tarafından gözaltına alınmıştır.

İşçi Sendikaları Konfederasyonu, Devrimci Doğu Kültür Ocakları, Dev-Genç, İlk-Sen, Sosyalist Gençlik Örgütü ve Üniversite öğretim üyeleri cesaretle kampanyayı  sürdürmüşlerdir” deniliyor.

Kozlukta Devrimci Doğu Kültür Ocağı’nın mitingi haber yapılmış.

Özellikle halkımızın devrimci mücadelesine katılan Türkçe bilmeyen Feqi ve Melleler kendi ana dilleri olan Kürtçe ile halka hitap ederek gerçekleri dile getirmişlerdir”.

Önemli bir programatik olaya parmak basılmış. Dönemin mücadele perspektifi ve şimdiye denk düşen alt programlar bakımından son derece önemli bir olgu gündemleştirilmiş.

DDKO, Kozluk kaymakamı tarafından yasal olmayan biçimde basılmış bütün yayın ve

afişlere el konulmuştur. Melle Abdullah Xerzi otuz kilometre uzaktan köyünden jandarmalarla getirilmiş, bizzat kaymakam tarafından dövülmüştür. Seksen yaşındaki bu insanın dövülmesi, elinin kolunun sıkıca bağlanması halkın nefretine yol açmıştır. Nedeni de: Kozluk DDKO mitinginde Kürtçe konuşma yapması gösterilmiştir.

Mitinge çevreden çok sayıda Kürdistanlı gelmiş, İstanbul, Ankara, Diyarbakır’dan gelenler dışında Ergani, Batman, Silvan, Siverek, Baykan ve diğer kasabalardan da halk katılmıştır.

 Suruç’ta Ölüm Kol Geziyor başlığı ile,

Urfa’nın Suruç ilçesi ve köyleri de bütün yetkili makamlarla jandarmaların keyiflerine göre at oynattıkları yerlerden birisi. İnsanların sadece zevk için kurşuna dizilmeleri, gece yarılarında evlerinden alınan vatandaşların sınır boyuna götürülerek sorgusuz sualsiz katledilmelerinin yanında bir de ‘MAYININ’ getirdiği ölüm var Suruç’ta” deniliyor.

Doğu’da Devrimcilere Yapılan Baskılar Yoğunlaşıyor başlığı ile “21 Şubat 1971 tarihli Kulp Halkı imzalı bildiri verilmiş. Diyarbakır Devrimci Doğu kültür Ocağı’nın Türkiye Halklarına başlıklı bildirisi ile Devrimci Doğu Kültür Ocakları’nın Şubat 1971 tarihli 8 Sayılı Bülteni’ni, kasabanın gazete bayiinin gazetelerle birlikte dağıttığı ihbarı üzerine kasabamızda büyük bir terör başlatılmıştır”, deniliyor ve olaylar açıklanıyor.

1969 yılında Tunceli’de Pir Sultan Abdal Oyunu’nu engellemek isteyen polisin açtığı ateş sonucu hayatını kaybeden Mehmet Doğan olayından sonra, arkadaşlarımız tarafından yeniden Tunceli, Hozat ve Mazgirt’te oyunun sahnelendiği” belirtiliyor.

Van’da Tertip başlıklı haberde ise, Van’ın Özalp ilçesinde ihbar edilen  iki vatandaşın yargılanması ve oynanan oyunlar dile getirilmiş.

“Nisan 1970 tarihinde Özalp Değirmen köyü camiinde verdikleri vaizde “Kürtçülük” propagandası yaptıkları öne sürülen iki kişinin muhtar ve jandarma komutanı tarafından ihbarları ile yakalanmaları, TCK’ nun 125. maddesinden yargılanmaları ve TCK’ nun 125. maddesi açıklanıyor. Oysa, toprak ihtilafından dolayı bu kişiler Van’da ikamet ediyorlar ve cami de bu nedenle uzun süredir kapalı bulunmaktadır” denilerek, ölüm cezası  ile yargılanma kınanmaktadır.

Bülten, ABD Emperyalizmine Devrimci Hindi-Çin’i Halkları Ağır Darbeler İndiriyor başlıklı bir dış haber vermiş.

Son olarak bir duyuru var.

16 Ekim 1970 gününden bu yana Ankara cezaevinde “KÜRTÇÜLÜK” iddiasıyla ben, İ. Güçlü, N. Şemmikanlı ve S. Çepik’in tutuklu bulunduğumuz ve tutuksuz diğer 16 arkadaşımızla birlikte ilk duruşmamızın Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 29.3.1971 günü saat 9.00’da yapılacağı açıklanıyor.29

Özetle, yayınlar ve çalışmalar konusunda belli sonuçlar çıkarmamız mümkün. DDKO’nun son Yayın Bültenleri çalışmalarında tutuklamaların verdiği bir sertlik ve panik var. Ayrıca, TİP yanlısı arkadaşların çalışmalara egemen olduklarını görülüyor. Yazımlar biraz daha Türk solu vari ve haberler ağırlıklı olarak Metropollerdeki olaylara, işçi sınıfının mücadelesine, TİP’e adapte edilmiş. Bültenlerin daha önceki sayıları incelenir ve Ankara’da çıkarıldığı da dikkate alınırsa, söylediklerimiz daha iyi anlaşılabilir..

Yayınlar kapsamlı bir çalışma yürütüldüğünü gösteriyor. Genel olarak DDKO’larınca bütün Kürdistan çapında ayrımsız bir çalışma yapıldığı ve Örgütlenmenin de büyük oranda ülke

sathında (Kürdistan’da) sürdüğünü tespit edebiliyoruz. Her siyasi faaliyet ve çalışma içinde, sosyal, kültürel vb. nitelikleri ne olursa olsun bütün DDKO üyelerinin aktif olarak çalıştıklarını da saptayabiliyoruz. Çalışmalarımızda Metropol Üniversiteleri’ndeki öğrenci eylemlerinin giderek tali duruma düştüğü ve Türk “Sol”u ile açık bir kopuşma yaşandığı son derece önemli sonuçlar sayılmalıdır. DDKO’ların Kürdistan genelinde kitleselleştiği, gençlik yapısından halk örgütlenmesine kaydığı da söylenebilir. (…)

  1. Doğu Mitingleri ve Göç Olayı

Önemli bir çalışma olarak Doğu Mitinglerinden de söz etmek gerekiyor. Diğer çalışmalara yeri geldiğinde değinmek üzere şimdi bu mitinglere kısaca bir göz atalım.

1967 yılında başlayan ve 1969 yılına kadar devam eden “DOĞU MİTİNGLERİ” nin kendi kuruluşundan sonraya rastlayanlarını DDKO’lar yönetmiş ve yönlendirmiştir. Daha öncekiler de ise, birçok üyemiz, kurucu üyemiz ve diğer arkadaşlarımız bulunmuşlardır. Şunu belirteyim ki, TİP ve TKDP’ler bu mitinglerin oluşması ve yönlendirilmesinde etkindiler.

Son mitingler daha geniş bir potansiyel ile gerçekleştirilmiştir. Çünkü DDKO’lar tabanlarında legal olarak her iki TKDP üye, sempatizanları ve TİP yanlılarını da barındırıyordu. TİP’in egemenliği daha fazlaydı. Bu konuları yukarıda yer yer açıklamıştım. (…)

1969 yılındaki mitingler DDKO’nun kuruluş dönemine denk düşmektedir.

16.2.1969 Gaziantep “Emperyalizme Karşı Savaş” Mitingi, 22.2.1969 Malatya “İşsizlik, Açlık ve Emperyalizme Karşı Savaş” Mitingi,  17.3.1969 Diyarbakır “Hürriyet ve Anayasa  Nizamını Koruma Kanunu Tasarısını Protesto” Mitingi, 19.4.1969 Ağrı “İşsizliğe Karşı Savaş” Mitingi DDKO’ların kuruluş dönemlerinde gerçekleştirilen Mitinglerdir. Daha çok TİP ağırlıklı olan bu Mitinglere DDKO üyeleri de aktif katılmışlardır.

***

Bu Mitingler sonrası bilinçlenme hızlanmıştır. Miting ve yürüyüşler Kürdistan’ın geri kalmışlığını öne çıkarmakla birlikte, etnik farklılıkları da gündeme taşımışlardır. Bundan maksat ise, Kürt ulusunun durumudur. İlk embriyonları olarak kabul edilmelidir. Bu Mitinglerde “Doğulu Aydınların” doğru ve gerçek taleplerine  “Doğu’daki İnsanlar Çingenelerle Çiftleştirilmeli” ya da yerlerinden yurtlarından “Kovulmalı” gibi çok ilkel önermelerle karşı çıkılmıştır. Türk “Sol”u ve “Sosyalistleri”nin bir bölüğü de bu önermelere katılmışlardır. Demokrat geçinen birçok Türk aydını bu mücadelede devletin programı ile üst üste düşen bir anlayışla bize tavır takınmışlardır. Bunlardan bazılarını yukarıda açıklamıştık.

Bu ırkçı ve şoven anlayışın kasıtlı, tahrikçi tavırları MİT ve Polis’in adım adım “Doğulu Gençlerin” peşine düşmesine yol açmıştır.  Hapishane yolları açılmış, o günden bu yana da hapishanelerden bir türlü çıkamadığımız bir mücadele kendini dayatmış ve biçimlenmiştir. “Kürtçülük yapmak” artık cezalandırılmak için yeterli bir sebep olabilmiştir.

Oysa, “DOĞU MİTİNGLERİ” en başta, toplumunun ve çağının sorumluluğunu taşıyan aydınların daha da bilinçlenmelerini yaratmıştır.  Mitinglerdeki sloganlar kitlelere yayılarak, aydınlarla kitlelerin diyalogu gerçekleşmiştir. Bu mitingler, Kürdistan’daki uyanışın ve dayanışmanın en güzel örneklerini oluşturmuştur.

DDKO’nun kuruluşundan önce gerçekleştirilen 1967 mitingleri ile ilgili 15 kişi, Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanmaları sonrası beraat etmişlerdir. Soruşturmalar ise devam etmiştir. DDKO’ların kuruluşundan sonra ise DDKO’nun düzenlediği 17.7.1969 Suruç, 27.7.1969 Hilvan, 2.8.1969 Varto, 2.8.1969 Siverek, 24.8.1969 Lice Mitingleri hakkında ise soruşturma bile açılmamıştır. Bu sözünü ettiğim mitinglerde, o günler gündemi dolduran “Anayasayı ve Temel Hak ve Hürriyetleri Koruna Kanun Tasarısı” kitleler düzeyinde geniş biçimde teşhir edilmiştir.30

Doğu Mitinglerinde şu  temel olgular protesto edilmiştir:

“Kürdistan’daki işbirlikçilerin emperyalist ve sömürgecilerle birlikte Kürt halkını sömürdükleri, halkımızın aç ve çaresiz olduğu,

TC hükümetlerinin 3 kez uyguladığı sürgün ve mecburi iskan siyasetinin Şoven yapısı,    

Bölgenin geri bırakılmışlığı yanında, etnik ayrıcalığın temel bir sorun olduğu gibi sorunlar gündemleştirilmeye çalışılmıştır”

Burada bir parantez açarak, mitinglerin sonuçları bakımından özellikle Kürdistan’daki GÖÇ dalgası ile ilgili kısa bazı açıklamalar yapmak gerekiyor. Yukarıda Göç olayına değinmiştik. (Bak: dipnot 9. Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh: 30 )

Son savaş nedeniyle özellikle batıdaki büyük merkezlere yığılan milyonlarca insanımız, göç dalgası nedeniyle ağır koşullara ve devletin baskılarına maruz bırakılmışlardır. Bu aynı zamanda binlerce köyün boşaltılması ve küçük kasabalardan güvenlik nedeniyle iş bulmak için Kürdistan’ın büyük kentlerine iç göçü de içeriyor.

Devletin göç üzerinde sistemli programları ve baskıları vardır. Bu hem iç göçü hem dış göçü hızlandırmıştır. Bunun temel nedeni savaşta köylük alanların lojistik desteğini mücadeleden kesmek, mücadeleye insan unsurunun katılımını engellemek, köylük alanları yakıp yıkarak, yollar açmak, araçların kolay her yere ulaşmasını sağlamak, helikopterlerin rahat inip kalkması sağlayan pistler oluşturmak yanında, yasal çerçevede sistemli bir baskı da görülmektedir. Bu konuda tarihsel bakımdan cumhuriyetin ilanından öncelere dayanan uygulamalar ve politikalar var.

Osmanlılar döneminden itibaren Kürdistan’da asimilasyon ve jenosit amaçlı göç dalgaları gerçekleşmiş, dışarıdan getirilip yerleştirilen gruplarla bir karmaşıklık yaratılmıştır. Bir örnek verirsek; Halife Mehmet V. Reşat dönemi hazırlanan bir kanunname, çok ciddi tedbirler önermiş. Bu anlayışa insanın şaşmaması mümkün değil. Kararnameye göre; “Kürtler yurtlarından atılacak, Türk illerine gönderilecek, Türk köylerine orada yaşayan nüfusun %5’ini geçmeyen oranda dağıtılacaklardı”. “Kürtlerle Kürdistan halkı arasındaki ilişkiler kesinlikle yasaklanacaktı”. “Kayıtlar 700 bin Kürdün yurtlarından koparıldığını göstermektedir”.

Büyük savaşta Toros dağlarından geçmiş olanlar, üst üste yığılmış  insanları görmüşlerdir. Bu insanlar da yurtlarından kovulan, açlık, soğuk ve hastalıktan ölen Kürt’lerdi”. Ermenilerin katliamı ve diğer uluslara yapılanlar ile Kürtlerin sürgünü birlikte uygulanmıştır.31

Göç olayını “Kürdistan’da vahim bir olgu” olarak gören ve “Kürdistanlı tüm güçleri konu ile ilgili çalışmalar yapmaya davet ediyorum” diyen Dersimli Ali’nin önerisini de eklemek gerekiyor.32

Göç olayını Türkiye’nin iç sorunu gören ve Türkiye’nin batı bölgelerine göçü iç göç sayan anlayışlar da var. Bunlara katılmak mümkün değil. Avrupa ülkelerine gidişleri dış göç sayıp, Türkiye’nin batı bölgelerine gönderilmeleri iç göç saymak yanlıştır. Bu da dış göçtür ve nedenleri belirtilse de zora dayanan yanını unutmamak gerekir. Tarihsel süreç bunu gösteriyor.33 Göç’ün Kürdistan açısından ülke olarak ele alınması, esas amacını açıklamak ve sonuçlar çıkarmak bakımından gereklidir.

Bunun gibi genel kavramlarla M. Ali Aslan da Kürt Mülteciler üzerine bir kitap yazmış,34 ancak bununla neyi amaçladığı ve ne anlatmak istediği pek belli değil. Bu nedenle adı geçen kitabı tartışmak gereksiz. Özellikle Avrupa’daki mültecileri almış, bunu da göç saymıyor, nedenlerini ve sonuçlarını da tartışmıyor. Türkiye’nin batı bölgelerini ise hiç önemsememiş, sanki Avrupa’dan bir farkı varmış gibi ele almış. O da Türkiye’yi ülke görmektedir.

Göç olayının Kürdistan açısından tarihsel süreç bakımından önemi var, şimdi de var. Birçok nedene dayalı zoraki göç her zaman yaşandı. Özellikle batı bölgelerine sürülenlerin çoğunluğu geri dönmedi, dönenler ise birçok rahatsızlığı birlikte getirdiler. Sosyo-ekonomik, pedagojik, psikolojik, sosyolojik, ekonomik temel tahribatlar yaşadığımız bu olayı incelemek gerekiyor. Şimdi de ulus olarak yine birçok rahatsızlıklarla böylesi olayları yaşıyoruz. İstanbul’da 4 milyonu aşan  Kürt nüfusu var ve bu kitle aç, sefil halde, tiner, fuhuş vb. hastalıklar edinmişler, asimile olmuşlardır. Bunlar ülkeye geri döndüklerinde önemli sorun olacaklardır. Büyük bir sağlık politikasına ihtiyaç gösterecek, rehabilitasyonu önemli bir sorun haline getirecektir. Bunların tersine Avrupa’dakilerin asimilasyonu ve rahatsızlıkları mülteciliğin genel sorunları dışında daha azdır.

İsmail Beşikçi de bu konuda önemli bir inceleme yaptı, bunu da belirtmek gerekiyor.35 Esas önemli olan da Kürtlerin zorla iskan edilmeleridir. Böylece ağır bir Jenosit ve asimilasyon yaşayarak, kendi benliklerini yitirip, ulusal bütünlükten koparılmaya çalışılmışlardır. Bu uygulamalarda TC başarı da sağlamıştır. Ayaklanmalar sırasında birçok insan niteliklerine bakılmaksızın batı bölgelerinde zorla iskana tabi tutulmuşlardır. Bu da dış bir göçtür. Altını kalınca çiziyorum.

Başa dönersek, mitinglere halkın ilgisinin çok fazla olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca DDKO’lar metropollerde de benzeri miting ve gösteriler düzenlemişlerdir. Bu gösteriler ve mitingler biraz olsun Kürtlerin varlıklarını ayakta tutabilen, ayrı bir topluluk olduğunu sunan olgular yaratabilmişlerdir. Şunu da eklemek gerekiyor, daha önce eğlence türünden ve para kazanma amaçlı Doğu kültür derneklerinin düzenledikleri gecelere de müdahale edilmiş, DDKO’nun denetimine alınarak, amaç ve niteliğimiz çerçevesinde tasarlanan gecelere dönüştürülmesi sağlanmıştır. Bu geceler metropollerde bulunan kendi iradesi ya da zorla gelmiş Kürdistanlıların asimile edilmelerinin başka bir yoluydu. Ülke temelinden soyutlanmaya çalışılan, Türkiye’nin genel durumu içinde bir kabullendirmeydi aynı zamanda. Bu müdahalemiz nedeniyle, “Doğulu Gençlere Yardım Dernekleri” kurularak, hem eski gecelerin yenilenmesi, hem de DDKO’ların gelişmesi engellenmeye çalışılmıştır. Ancak, DDKO’ların gelişmesi engellenememiştir.  O yoz geceler, salonlardan halkın düzeyine indirgenebilmiş, miting ve gösterilerle de bütünleşerek bir anlam ifade etmeye başlamıştır. Günümüzde de bunun geliştiği somut durumlara kaynaklık eden bir temel oluşturulmuştur. Halkın düzeyine çekilebilmiştir.

  1. Komando Harekatı ve sonuçları

Kürt ulusunun gelişen ulusal demokratik mücadelesi engellenmek isteniyordu. Başta halkı sindirmek ve aydınları kitleden soyutlamak için baskılar yoğunlaştırılmıştı, bunun başında da “Doğu ve Güneydoğu” bölgeleri olarak adlandırılan Kürdistan’da yoğun bir Komando harekatı başlatılmıştı. Yukarıda haber ve yorumlarda bu konuda bilgiler vermiştik. Komando harekatının mevzi bir baskı ya da saldırı olmadığı kesindi. Bütün Kürdistan çapında bir saldırı ve bu da alışılmış jandarma aracılığı ile değil, özel yetiştirilmiş Komandolar tarafından bütün teknik, gelişmiş araçlarla yapılmaktaydı. Şehir, köy, kasaba ve diğer yerleşim birimleri ayırt edilmeden motorlu araçlarla, helikopterlerle kuşatılmakta, yoğun işkenceler yapılmaktaydı. Kadın ve erkekler çırılçıplak soyundurularak, erkeklerin cinsiyet uzuvlarına ipler bağlanıyor, bunlar kadınların ellerine verilerek gün boyunca köy ya da kasaba merkezlerinde dolaştırılıyordu. Dersimden sonra uygulanan en kapsamlı insanlık dışı ve onur kırıcı görüntüler tüyler ürpertiyordu. İnsanlara hayvan pisliği yediriliyor vb.. Bu işkence, baskı ve kötü muamele sonucunda birçok insanımız hayatını kaybetmiş ya da sakat kalmıştı.

DDKO’lar, uygulamalar karşısında birçok üyesini “Doğu ve Güney Doğu” olarak adlandırdıkları bölgeye, yani Kürdistan’a göndermişti. Olaylarla ilgili gerekli araştırma yapılmış, gelen mektup ve bilgileri de katarak, zarar görenlerin, ölen ya da sakat kalanların bütün bilgi ve belgelerin en geniş biçimde toplanması başarılmıştı. Daha sonra bu bilgi ve belgeler değerlendirilip, olay gerekli biçimde teşhir edilmişti. Böylece önemli bir kamuoyu yaratılmış, protesto seslerinin yükselmesi sağlamıştı.

Kürdistan’daki Komando olayları ile ilgili 16 kuruluşla birlikte protestolar gerçekleştirilmiş, ortak bildiri yayınlanmıştı. Kürt halkının çektiği zulüm ve işkence gerçek yüzü ile(!) bir telgrafla Cumhurbaşkanına da iletilmişti. 12 Nisan 1970 tarihli bu telgrafa, Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri 20 Nisan 1970 tarihinde şu cevabı vermişti:

“Olayların araştırılabilmesi için kaynakların tespiti ve bilgilerin acele Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine ulaştırılması gerekir”.

Oysa, olaylara doğrudan müdahale edilmesi mümkündü. En önemlisi de, devletin en üst kurumunun besbelli ki bu olaylardan haberi doğrudan vardı, ama DDKO’dan yeniden bilgi isteniyordu! Bu oldukça düşündürücüydü. Ancak toplanan bilgi ve belgeler ışığında olaylarla ilgili bir rapor düzenlenerek 15 Mayıs 1970 tarihinde kendilerine gönderilmiş ve kamuoyuna da açıklanmıştır.

Düzenlenen ve kamuoyuna açıklanan raporda sonuç olarak özetle şöyle deniyordu:

“..Türkiye’nin ‘Doğu ve Güneydoğusu’nda yaşayan halka  uygulanan baskı, zulüm bir jenosit hareketidir ve bize göre yasa dışıdır. Aynı zamanda insanlık dışı bir anlayışın sonucudur. ‘Eşkıya aranıyor’ gerekçesi ile yapılan bu kapsamlı hareketin anlamını kavramakta zorlanıyoruz. Eğer Türkiye tarihi incelenirse görülür ki, bu bölgelerdeki halka uygulanan insanlık dışı baskı ne ilktir ne son.. Devrimci ‘Doğulu’ öğrenciler olarak bu yasadışı harekatı şiddetle kınıyoruz. İktidarın bu yoldaki eylemlerine karşı bundan böyle bütün gücümüzle karşı koyacağımızı bildiririz”.36

  1. DDKO’ların ilk Genel Kurulu İçin Hazırlanan Çalışma Raporu.

Bu metinde, genel durum değerlendirmesi yapılarak, örgütün amaç, nitelik ve hedefleri sıralanmıştır.

“..Bizim örgütümüz, toplumsal bir düşünmeden dolayı ortak ve kurulsal (dernek kurma hakkı) çalışma düzeyidir. Bu sorumluluk için, belirli çalışma biçimleri ortaya koymak her halde genç arkadaşlarımızı uzmanlaştırmak, böylece meydana gelen bir DEVRİMCİ ÇEKİRDEK ve onun etrafındaki kadronun kendine özgü organizasyonunu sağlamak içindir.

Bu gelişme, halkın sosyal ideallerini çok iyi bilen, TEORİK ve PRATİK donatılmış BİR ÖNCÜ MÜFREZEYİ MEYDANA GETİRECEKTİR.. Böyle bir örgüt, devamlılığı olan, tek tek aynı görevi başarıya ulaştıracak bir LİDERLER ÖRGÜTÜ’dür” demektedir.(…)

Gerçekten, DDKO üyeleri teorik ve pratik çok iyi donatılmışlardı. Ve devamlılığı sağlayan bir kadro da yaratılabilmişti. Daha sonraki dönem tüm Kürdistanlı örgüt ve kadrolar DDKO sürecinden gelen unsurlar arasındaki ayrılıklardan çıkmıştı.

Halkın sosyal ideallerini iyi bilmek ise; Kürt Ulusu’nun dili, kültürü ve özellikle tarihsel geçmişini, direnişlerini ve mücadele sürecindeki ihanetleri kavrama ve ifade edebilme, savunma yeteneğinin oluştuğuna bağlanabilir. Kısa sürede Kürt Ulusu ile bütünleşebilme küçümsenemez.

Çalışma Raporu bütün faaliyetleri sıralamış ve açıklamıştır. Çalışma biçimi, örgütlenme, eğitim, yayın, arşiv, kitaplık, folklor, propaganda, bilim kurulu, hukuk bürosu, saymanlık, şenlikler, kutlamalar, haberleşme vb. detay kurallara bağlanmış, işlerliği olan çalışmalar olarak başarıyla yapılmıştır. Bunlar çalışma raporunda detaylandırılmıştır.

“Çalışma biçiminde DDKO’ların bağımsız hareket etme tarzı, ulusa ve ülkeye bağlılık ilkesi, sıkı illegalite olmasına karşılık açık çalışmanın bütün titizlikle sürdürülmesi ve bir tehlike gelmesin diye üzerine titrenen örgütün korunup kollanması, provokasyonlara gelinmemesi, sabırla hareket edilmesi, Üniversitedeki gençlik potansiyelinin terk edilerek, yüzümüzün Kürdistan’a dönülmesi gibi önemli olguları kapsamaktadır. (…)37

  1. DDKO I. Dönem Karar Tasarısı

Karar tasarısında genel bir dünya değerlendirilmesi yapılmış, o dönemin bilgi ve belgeleriyle bir takım sorunlara parmak basılmıştır. Örneğin, Ortadoğu, Bağdat Paktı, CENTO, İslam Paktı gibi sorunlar tartışılmıştır. Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısı ve sınıfların mevzilenmesi de bu genel yapı içinde verilmiştir.

DDKO’nun önüne koyduğu görevler şöyle sıralanmış;

“…

  1. Bizimle aynı stratejiyi benimseyen Türkiye’deki bütün kuruluşlarla tam bir dayanışma ve işbirliği içinde çalışmalıyız.
  2. Gençliği, halkının mücadelesi ile bütünleşen, onu bilinçlendiren ve örgütlenmesine yardım eden bir tarzda yetiştirmeliyiz.
  3. Gençliğin tepeden inmeci, kadrocu (!), emekçi sınıflardan uzak ve anarşist akımlara kapılmamaları için çalışmalıyız.
  4. Toplumun ve halkın sorunlarını bilimsel çalışmalar ve incelemeler ile ortaya koyup çözüm yolları göstermeliyiz.
  5. Halklar arası eşitliğin ve kardeşliğin gerçekleştiği, sömürüsüz bir dünyanın kurulmasına bütün gücümüzle çalışmalı ve işçilere, yoksul köylülere gitmeliyiz.
  6. Millet ve milliyetçilik konularında Şoven şartlanmayı yıkmalıyız..” 38
  1. Tutuklamalar ve Yargılamalar

Kürt Ulusuna karşı uygulanan ırkçı-şoven uygulamalar ve DDKO’ların çalışmaları, mücadelesi TC tarafından hazmedilmedi. Henüz tam örgütlenmemişken ve gün geçtikçe Kürdistan’da yaygınlaşmasından ürkülerek belli bir aşamada kapatılmaları yoluna gidildi, provoke edildi. Devlet açıkça DDKO’ların önünde panik gösterdi, rahatsız oldu. Yıllardır susturulan Kürt muhalefetinin birden bire bu kadar kitleselleşmesi, kendini günün koşullarına göre çok iyi ifade etmesi yeni bir dönemeci ifade ediyordu. Nitekim sonuçları da öyle oldu. İşte bu nedenlerle, DDKO’lar hakkında polisiye komplolar geliştirilmeye başlandı, tutuklamalar, yargılamaların arkası kesilmedi. Çünkü, TC’nin yasalarını ona karşı en iyi biçimde kullanmaya ve yasal bütün koşulları işletmeye kakarlıydık. Bu nedenle, olsa olsa polisiye komplolardan başka hiçbir yol bizi durduramazdı. (…)

Sonunda devlet, 16 Ekim 1970 tarihinde kapsamlı bir operasyon ile, DDKO yöneticilerini (legal-illegal) ve ilişkili gördüğü birçok kişiyi gözaltına aldı, büyük bir vaveyla kopararak kamuoyuna sundu.. “Vatan bölünüyor, Kürtçüler ortaya çıkmış, Barzani’den yardım alıyorlar, Komünizmi getirecekler vb..” manşetleri bütün gazetelerin günlük işleri haline geldi. Ve bir dönem devam etti. Zaten kısa süre sonra 12 Mart 1971 darbesi ile karşı karşıya kalındı.

DDKO örgüt binalarına ve yöneticilerinin evlerine saldırı biçiminde baskınlar, arama taramalar gerçekleştirildi. Sahte bazı belgeler buralara konularak bulunmuş gibi gösterildi, ilginç olan aynı belgeler birkaç kişinin evinde birden çıkmıştı, sonradan tutanaklarda deşifre oldu. Avrupa’dan gönderilen, hatırladığım kadarıyla yüzlerce Kürtçe türkü ve oyun havaları üzerinde Berlin’de doktora yapmış Ermeni asıllı birinin notalı kitabı da ele geçti, aynı kitap birkaç yere daha konularak, üç yerde birden bulunmuş gösterildi. Posta kutusuna gelen bu kitaba dayanarak DDKO, TRT’ye dava açacaktı, hazırlıkları yapılıyordu. Çünkü, TRT arşivindeki büyük çoğunluğu Kürtçe sözlerin çevirisi yapılıp Türkçe kayda geçen türkü ve şarkı, müzik parçalarıydı. Bu çok önemliydi, ama gereğini yerine getirmeye fırsat bulamadık. Ayrıca, Fransızca Kürt Sorunu adlı bir broşür de yine birkaç yerde birden bulunmuş gösterildi. Bana sorgulamada bu metni ısrarla sordular.

Sorgulama, en çok da DDKO’nun yönetilmesi, arkasında aranan kişiler ve güçle ilgiliydi. Bu konuda bazı arkadaşların örgütlenme ile ilgili polisteki beyanları üzerine özellikle benim üzerime çok gelindi. Bir üst organ aranmaktaydı ve başta Tarık Ziya Ekinci ve Musa Anter olmak üzere bazı kişilerin suçlu konuma sokulmaları ve DDKO’ların dışarıdan yönetildiği, yönlendirildiği anlayışının egemen kılınmasına uğraşıyorlardı. Bu TC’nin geleneksel bir karakteri ve ahlak yapısıdır. Arkadaşlar polis beyanlarını ilk elde savcılkta geri almadılar, ancak mahkemede geri aldılar (tutuklama hakiminde). Bir de, ısrarla ortaya çıkarılmak istenen üst kuruldan gözaltına alınanlardan yalnız ben vardım. Diğer 4 arkadaş gözaltına alınanlar arasında değildi. Bunlar, N. Büyükkaya, Ümit Fırat, Halit Çetin Yalap ve Yümnü Budak’tı. Yümnü dışındakiler deşifre olmadılar ve  yargılanmadılar. Yümnü ise, DDKO Ankara sanığı idi, daha sonra Diyarbakır’da tutuklandı.

Legal olarak yönetici bulunanlar dışında bizim görevimiz yoktu, polis bizi örgütlenme görevlisi olarak bütün DDKO’lar düzeyinde ele almak istiyordu. Bu konudaki ısrarları kabul etmedim, ilk elde savcıda da reddettim. Ancak, yine de İfadelerimize bazı isimler yazılmasına da engel olamadık. Zaten bu birkaç kişi de genel operasyon içindeydiler ve gözaltına alınmışlardı. Ses kayıtları, ifadeler, vb. bunu gösteriyordu. Ama somut bir delil yoktu, nitekim ilk duruşmadan önce salıverildiler, tutuksuz yargılandılar. Daha sonra, aşağıda belirteceğim üzere genel operasyonlar başlatılınca yeniden tutuklandılar. Bu son operasyonun  kapsamı çok geniş tutulmuştu..

Tutuklanan DDKO yöneticilerinin yargılamaları  önce Ankara 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlamıştı. İlk duruşma  29 Mart 1971’de yapıldı.39

O dönem Cezaevinde bulunan Dev-Genç sanıklarının tümü 12 Mart 1971 Müdahalesi ile salıverilmişlerdi. Ama ben ve diğer 3 arkadaşım bırakılmadık. Daha sonra 26 Nisan 1971 “BALYOZ HAREKATI” adı verilen bir müdahale gerçekleşti. Başbakan yardımcısı Sadi Koçaş Sivas dönüşü verdiği demeçle “yakından uzaktan herkesin gözaltına alınmasını istiyordu” ve büyük operasyonlar oldu. Bu aynı zamanda darbe içinde darbeydi. 12 Mart 1971 Müdahalesi’nde Başbakanlığı, bakanlığı düşünülenler bile gözaltına alındılar. Yukarıda bu konuda açıklama yapmıştım.40 Bu hareket ile birlikte 1. ve 2. duruşma arasında bizleri Diyarbakır’a naklettiler. Açıkça kurbanlık koyunduk, ama bunu onlara yedirmedik. Oyunu bozduk. Buna aşağıda geleceğim.

Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Savcısı böyle “hazır bir dosya” ile işe başlamış oluyordu. Önceden salıverilenler dahil birçok DDKO üye ve sempatizanı, yöneticisi yeniden tutuklandılar ve Diyarbakır’a toplandılar. Bir gözetim evi kuruldu, buranın doldurulması ve devletin ileri sürdüğü Kürtçülük ve Bölücülük, Komünizm için burada da davalar oluşturulması, kamuoyuna sunulması için hazırlıklar yapıldı. Oysa bir önceki mahkeme çoğunu salıvermiş ve bizi de gerekçesiz tutuyordu. İşler birdenbire tam değişti. Bir süre sonra ilginç bir şey oldu, sıkıyönetim savcıları bu davanın sıkıyönetimi ilgilendirmediği gerekçesi ile görevsizlik verilmesini ve geri gönderilmesini öne sürdüler ve bu konuda mahkeme kararı da çıkardılar. Üst mahkeme ise, ters yönde bir kararla yargılamayı başlattı. Belki devletin ileri gelenleri, istihbarat birimleri böyle bir davanın görülmesini ilk elde istemiyorlardı. Kontrollerinde gelişecek bir yapılanma yoktu, ortalık karışabilirdi. Nitekim öyle de oldu. Ama, davanın görülmesi bizim için iyi oldu. Bir dönemecin ağır bir taşı da böylece yerine konularak, yılların suskunluğu bozuldu. 3. Duruşma öncesi 15 Haziran 1971’de Dosya Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’ne gönderildi ve 1 Nolu Askeri Mahkemede duruşmalarımız başladı. Diyarbakır, Kozluk, Silvan, Batman, Ergani, vb. DDKO yönetici, üye ve sempatizanları ile ilgili de ek iddianameler ile genel DDKO davaları başlatılmış oldu. Birçok unsur tutuklandı. Gözetim evi dışında bir de askeri tutuk evi oluşturuldu. İşte, DDKO sürecinin yargılama hikayesi böylece başladı. Evet bir tarih daha yaşanmaya başlandı.(…)

  1. İddianame

23 Ekim 1971 tarihli 122 sayfalık bir İddianame tebliğ edildi 1. duruşmada okunmaya başlandı.41

Sözünü ettiğim İddianame’nin içeriğini özetle vereyim: Bir siyaset adamı ya da bir avukat olarak, bir insan, bir Kürdistanlı olarak söyleyeyim, bu İddianame baştan aşağı bizi, Kürt Ulusunu red ve inkara dayalıydı. Son derece ilkel ve başvurulan kaynaklarla içinden çıkılmaz bir ırkçılığın ifadesiydi. Bunu niçin belirtiyorum, çünkü DDKO duruşmalarında bizim tavrımız ve direnişimizin anlamını, içeriğini daha iyi kavramayı sağlayacağı için.

Ben bu kadar vahim bir durum hiç görmedim. Adi suçların yargılamalarında bile bundan çok ileride İddianameler olabilir. Neyse.

Esas yanlış şurada yapılmıştı, bizim direnmeyeceğimiz, alışılmış susturulma eyleminin başarılacağı inancı ile hareket etme yanılgısına düşmüşlerdi. Yani, 1938 sonrası yapılanlar gibi susturulmak isteniyorduk. Gücümüzü bölmek, sözde “kardeşlik, birliktelik” ayağına biraz da “bilimsellik katarak’’, “ha bakın vatan hepimizin, bölmeyelim, birlikte kardeşçe yaşayalım” teranesi ile hareket ediyorlardı, bu besbelliydi. Ama, gücümüzü bölmeyi başardılar, top yekûn hareket edemedik. Bir de, Komünizm çerçevesi çizilerek ve dış kaynaklı olduğumuz izlenimi verilerek, bazı unsurları ikna etmeye çabaladılar, bunuda biraz başardılar diyebilirim. Oysa, DDKO’lar tam da ulusal-demokratik bir muhtevayı iyi biçimde organize etmişti, ayrıca sosyalist muhtevası da vardı. Bunun, Türkiye’nin her sıkışık döneminde dış argüman olarak kullandığı “Komünizm” ya da “Rusyacılık” olgusuyla ilgisi yoktu. Bütün tasarılar ters tepmişti.

Bu ibret belgesinin, onların istediği gibi tarihe geçmesini engellediğimiz için memnunum. Çünkü, bu tarihsel olarak kötü bir vesika idi. Deşifre oldu ve öyle de tarihe geçti sanıyorum. Bir köşe taşı olarak DDKO’lar tarihsel bir süreci yeniden başlatmışlar ve suskunluğu bozmuşlardı.

Şimdi İddianame’nin, o vesikanın içeriğine kısaca değineyim.

* Kürtlerin menşei (kökeni yani) Arap, Gürcü, İrani bir ırk olarak gösterilmişti. Ya da Orta Asya’dan gelme Turanî bir kavim. Malum Türk Tarih tezi bu.42 Ama, ne dersen de, hangi bilimsel bilgi ve belgeyi açıklarsan açıkla utanmıyorlar, arlanmıyorlar. Üstelik, Mehmet Şükrü Sekban gibi bilimsel olmayan ve devletin resmi ağzını da kaynak olarak kullanmış!

* Kürt Dili’nin olmadığı ilkel bir açıklama ile ileri sürülüyor. Bütün yazım bizi küçümseyen, horlayan tarzda ele alınmış. Kısaca, konuyu dağıtmadan belirteyim. Örneğin,  şöyle diyor, “Ferhanga (aynen alıyorum) Kürdî Türkî sözlüğü”nden alıntılarla kelimelerin hiç birinin Kürtçe olmadığını öne sürüyor. Şu sonuca varmış; “Toplam kelimelerin 3080’i Türkçe, 2000’i Arapça, 1030’u Farsça, 1240’ı Zend, yani eski Farsça, 370 Pehlevi, 120 Ermeni ve 100 tanesi de Keldani”.. Ne kalıyor, Savcıya göre (tabii bu hazırlıklar onu aşan ve başka yerlerde düzenlenmiş belgelerdir), “yalnız 30 kelime Kürtçe vokabüler” dir. Bu sözlüğü Rahmetli Musa Anter’in yazdığını ileri sürüyor. O da mahkemede sanıktı. 1963 yılında yazılmış bir sözlük. Ayrıca Savcı bey diyor ki, “11 bin kelimeye çıkarılmış, şişirilmiş. Oysa 1000 kelimeyi geçmez, vb.

Duruşmada bulunan Musa ağabey söz aldı ve hiç unutmuyorum (sanıyorum diğer arkadaşlar da hatırlarlar.) “Savcı bey 30 kelime Kürtçe diyor, tavuklar bile 50 kelime ile konuşuyorlar, bu ayıp olmuyor mu?”. Canip ağabey, o duruşmadan sonra  sık sık Musa Anter’e “bizi rezil ettin, 30 kelimelik sözlük yazmasan olmaz mıydı” diye, alışılmış şakalarını sürdürdü.

Her nedense savcı İddianamesinde dil üzerinde çok duruyordu. (…)

* İddianame, Kürtçülük ideolojisine sahip şahısları açıklıyor ve bunları iki gruba ayırıyor; Milliyetçiler, Aşırı Sol ( Aşırı sol! Dikkat edin).

* DDKO’nun kuruluş gayesi açıklanmıştı, bütün DDKO’lar ortak gösterilmeye çalışılmış. Tüzük dışı gizli amaç olduğunu iddia ediyordu.

* Doğu Mitingleri açıklanmış, sırayla hangi mitingler olduğu ve kimlerin katıldığı yazılmış. Ve Mitinglerin iki amaçlı olduğu “zahiri amaç” yanında “hakiki amaç”ında bulunduğu belirtilmiş, tabii bu bölücülük! Mitinglerin tarihleri ve atılan sloganlar da ayrıca belirtiliyor.

* TİP ile ilişkiler birçok toplantı belirtilerek ve isimler verilerek açıklanmış.

* Dev-Genç ile ilişkiler.

* Dış ülkelerle ilişkiler (malum bütün Kürtçülük iddialı davalarda bu var. Yani, biz Kürtler, hiç başkalarının dürtüsü olmadan direnemiyoruz!)

* DDKO’ların müşterek faaliyetleri detaylandırılmış.

*Yayınlara geliyor ve bildiri, bülten, afiş vb’leri inceliyor, yorumlar getiriyor. Savcı yayınlara çok ağırlık vermiş. (Yukarıda yayınların içeriklerini bende olanaklar ölçüsünde  vermeye çalıştım(Bak: 5- Çalışmalar, Yayınlar ve İçerikleri  bölümü).

*İddianame daha sonra sanıkların hukuki durumlarını ele alıyor, tek tek her sanık için ceza talebinde bulunuyor.

*Sonuç  ve Talep bölümüyle İddianame bitiyor.

Bu vahim bir iddianameydi, cevapsız kalmamalıydı.(…)

İddianame’nin tebliğinden sonra 2 aylık kısa bir süre içinde (Ekim ortalarından 10 Aralık 1971’e kadarki zaman) buna bir cevap hazırlamaya çalıştık. Ama, her şartta elimizde mahkeme sorguları, diğer ilişkiler nedeniyle hazırlanmış metinler de vardı. Bu dönem cezaevinde büyük bir karmaşa yaşandı. İddianameye cevap vermeyi karar altına aldık. Her şartta direnilmesi ve ağır cezalar da alsak (ki, cezalandırılacağımız başından belliydi, ama diğerlerini inandıramıyorduk, sonunda bazı arkadaşlar durumu fark ettiler), süreci devam ettirtmek, DDKO’ları, amacımızı, tarihsel geçmişimizi tartışmak, Kürt halkının varlığını mahkemede savunmak gerekiyordu. Bu aynı zamanda, devlet önünde bir direniş ve kutsal bir hakkımızın, savunma hakkının ortaya konulması eylemi de olacaktı. Böyle düşünüyorduk. Bu nedenle hem içerde hem de dışarıdaki arkadaşlarla ivedi görüşmeler yaptık, danıştık konuştuk. Bu tarihsel süreç KUKM açısından son derece önemlidir, bunu açmak gerekiyor.

Kürt halkının varlığı, dili ve kültürü, tarihsel geçmişi, hemen tümü reddediliyor. Sahte belgelerle, çok gülünç iddialarla bize şu söylenmek istiyordu: “Böyle bir şey yok, siz uydurmuşsunuz, devletimiz büyüktür, yücedir, bu vatanı bölmeye müsaade etmeyiz. Bütün çalışmalarınız dış kaynaklıdır, siz kullanılıyorsunuz. vb.” Bu iddianame kabul edilemezdi. Karşılığını alacağı ihtimali hesaplanmamıştı, yine de belli çevrelerce üzerinde düşünülüp hazırlandığı belliydi, savcıya ait değildi.(…)

Zaten polisten başlayan savunmalarımızı, savcılık ve mahkemede devam ettirmek zorundaydık. Cezaevindeki duruşumuz da başından buna yönelikti. Nitekim, o günün koşullarında,  bilimsel verilerle, olanaklarımızın zorlanması ile  iddianameyi çürüttük. Devlet bu belge ile zor durumda kalmıştı. Çalışmalarımıza izin verilmiyor, zorlanıyorduk. Bazı belgelerin dışarıdan getirilmesi, diğer arkadaşların karşı çıkışları, bizim tecrit olmamızdan ötürü çok zor oluyordu. Ama kararlıydık, sonuna kadar direnecektik. Suskun geçen 30 yıllık zamanı delmeye ve ulusumuzu, kendimizi savunmaya devam edecektik.. O günlerde davamızı yürüten Avukat arkadaşlar, Muş’ta avukatlık bürosunda Şerafettin Kaya, Ruşen Arslan ve Gültekin Pekdemir ortak çalışmalar yaparak bize büyük yardımlarda bulundular. Gültekin stajyer avukattı. Bu yardıma özellikle Av. Zülküf Şahin ile Orhan Kotan’ı katmamız gerekiyor. Ayrıca, Diyarbakır’daki işlerimizin koordinesi ve sık sık görüşümüze gelerek yardım eden Gülfer Güçlü ve diğer avukat arkadaşların yardımlarını da belirtmemiz gerekir. Sık sık görüşmemize gelerek işimizi kolaylaştırdıkları gibi, Avukatlarımız, Mahkemelerde de büyük direniş gösterdiler. Gelişmeler karşısında bizler gibi soruşturmalara uğradılar, cezaevlerine girip çıktılar. Bu uygulamalarla bütün amaç bizim savunma yapmamızın engellenmesiydi. 

  1. İddianame’ye Cevap

167 sayfalık İddianame’ye Cevap metnini  hazırladık. Bu metnin muhtevasını belirtmek gerekiyor.

Özetle;

* Metnin önünde hukuki durumumuzu açıklamıştık. Burada hakkımızdaki davanın Anayasaya aykırılığı, tabii hakim önüne çıkarılmamız gerektiği, askeri hakimlerin tabii hakim olmadıkları, açıkladığımız nedenlerle mahkemenin görevsizlik verip, davayı sivil yargıya göndermesini istemiştik. Bu konuda, gerek biz ve gerekse avukatlarımız ile mahkeme arasında çok sert tartışmalar olmuş, taleplerimiz reddedilmişti.

* Metnin giriş bölümünde şu başlık vardı:  KÜRT HALKI VAR MIDIR? KÜRT HALKI VARDIR.

*Birinci bölümde toplumların gelişim süreçleri irdelenmiş,

*İkinci bölümde ise, Tarihi gelişim içerisinde Kürtlerin durumu genişçe açıklanıyor.

Genel  olarak,

– Arap yayılması sırasında,

– Türklerin Anadolu’ya gelişleri döneminde,

– Safeviler-Osmanlılar döneminde (Şerefname’den aktarımlarla) Kürtlerin durumu belirtiliyor.

Devamla,

– 19. Yüzyılda Kürt-Osmanlı ilişkileri,

– Tanzimat dönemi,

– Kürt-Ermeni ilişkileri,

– Osmanlı İmparatorluğunun etnik yapısı,

– Osmanlıların son dönemleri,

– “Kurtuluş savaşı” dönemi Kürtlerin varlığı ve ilişkileri açıklanmış,

Daha sonra,

– Lozan’da durum incelenmiş ve 1923-1945 arasında Kürtlerin durumları ele alınarak, Doğu  İsyanları ve çok partili dönemdeki ilişkilerden söz edilmiş,

Bugünkü durum başlığı altında,

– Toplumsal dinamikler,

– Feodalite çözülmektedir,

– Bölgeler arası dengesizlik konularına açıklık getirilmiş.

Bu bölümde sonuç olarak:

– DÜNYADA ve TÜRKİYE’DE KÜRT HALKI VARDIR (Siz Ulus anlayın/bizim) sonucuna gelinmiş.

Bu temel savunma İddianamedeki en önemli esası çürütmüştür.

Üçüncü bölümde, yine ulusun varlığı için önemli bir konu olan DİL sorunu ele alınmış. Bu konuda da ciddi bir açıklama yapılmıştır.

– Kürt Dili’nin  yeri ve yapısı,

– Kürt Dili’nin Fars dili ile ilişkileri,

– Kürt Edebiyatı, gazeteler,yayın hayatı açıklanarak,43

Sonuç olarak bu bölümde “TÜRK DİLİNDEN BAŞKA, BELLİ BİR GRAMERİ VE ZENGİN BİR KELİME HAZİNESİ OLAN KÜRT DİLİ VARDIR” denilmektedir.44

Dördüncü bölümde, bilimsel olarak Irk olayı incelenmiş, Resmi ideoloji ile karşılaştırma yapılmış,

Beşinci bölümde, Resmi devlet politikası ile Kürt halkının inkarına dayalı şoven yapı konu edilmiş.

Altıncı bölümde, DDKO’nun amacı, niteliği, Türkiye’nin sosyo-ekonomik yapısının tahlili, Emperyalizm, Faşizm ve Kemalizm olguları tartışılıyor.

Yedinci bölüm, sonuç ve istemleri kapsıyor, Kürt halkına karşı uygulanan baskılar ve DDKO’nun demokratik istemleri sıralanıyor.45

Bizim komün üyeleri dışındaki arkadaşlar bu karara itiraz ettiler, katılmayacaklarını bildirdiler. Bunu daha çok kendilerine zarar geleceği nedeniyle başta T.Ziya Ekinci olmak üzere ağabeylerimiz dürttüler. Aramızda kesin ayrımlar oluştu, cezaevi ikiye bölündü, tarafsızları da sayarsanız üçe.

Duruşmalarımızın başladığı 10 Aralık 1971 tarihinde mahkemeye güvensizlik talebimiz reddedildi, bu konuda daha sonra karar alınması kararlaştırıldı. İddianamenin okunmasına geçildi.

13 .Sorgular 

Savcının iddianamesini okumasından sonra 13.12 1971 tarihinde Fikret Şahin’in sorgusuna geçildi. Fikret sorgusu sırasında genel sorulara cevap vermeyeceğini, ortak hazırladığımız 167 sayfalık bir dilekçenin olduğunu beyan etti ve bunun okunmasını istedi. Büyük bir vaveyla koptu, kargaşa yaşandı. Bu duruşmada kıyamet kopmuş! 1938’den beri sessiz ve suskun duran bir yanardağ patlamıştı sanki. 1938’den sonra geçen uzun zaman sonrası İlk Kurşunu sıkmıştık bir kere. Ben, Nezir Şemmikanlı, Ali Beyköylü, Yümnü Budak, İbrahim Güçlü ve Fikret Şahin46  birlikte imzaladığımız 167 sayfalık  İDDİANAMEYE  CEVAP  metni ile çıktık. Ön sıralarda bizi oturttular, bu sıralama Hakim Hamdi Sevinç’in isteğine uygun bir taktikle olmuştu.  Zaten duruşmalar boyunca da böyle devam etti. Başta Fikret, yanında İbo ve ondan sonra ben ve diğerleri sıralanmıştık. Dava “Fikret Şahin ve arkadaşları” adıyla anılıyordu.

Bizim için zor bir mücadele başlamıştı. “Ocak Komünü” bir bütün olarak, hem içerde, hem de mahkemede zor bir mücadele ile karşı karşıya bırakılmıştı. (…)

Fikret’in talebi üzerine mahkeme, metnin okunmaması ve sorgulara devam edilmesi ara kararı verdi. Ardından bizlere söz vermeye ve sorgumuza devam etmeye başladı. Bize söz verince ben ve diğer arkadaşlarımız da Fikret gibi bu dilekçe okunmadan sorulara cevap vermeyeceğimizi açıkladık. Avukatlarımız Şerafettin Kaya, Veysi Zeydanlıoğlu, Ruşen Arslan, Fikri Yıldızhan ve diğerleri de tek tek ve ortak itirazlarda bulundular, tartışma yoğunlaştı. Şunu açık söyleyeyim, avukatlarımız da bizim gibi mahkeme önünde iyi bir sınav verdiler ve hepsi de hazırlıklı ve cesaretli davrandılar. Özellikle, Şerafettin Kaya’nın mahkeme önündeki durumunu ve aksatmadan bütün duruşmalara katılmasını, avukat görüşlerine devamlı gelmesini özellikle belirtmek, tarihi bir olay olarak saptamamız gerekiyor.

Mahkeme, bağırma çağırmalar arasında, tekrar ara kararı vermek durumunda kaldı. Sonunda mahkeme heyeti adına duruşma hakiminin metni okuması kararı verildi. O zaman mahkeme duruşma hakimi Hamdi Sevinç beyefendiydi! Daha sonra “Demokrat Avukatlar” arasında sayılan ve devrimcilerin davalarına bakan (elbette yüksek paralarla)  bu adam, özel olarak incelenmelidir. Yazdığı bir yazı ve yapılmak istenen kitap dolayısıyla olayı protesto etmiştik.47

Hakim Hamdi Sevinç büyük bir karambol yaratarak, yüzünü buruşturarak, nefretle metni okumaya, özetlemeye başladı. Bu arada önemli bir olay oldu, cevap metninde geçen bir olaya ilişkin Fikret’e soru soruldu ve tutanağa yanlış geçti. Hem biz hem de bazı Avukatlarımız müdahale etmiştik. Avukat Veysi Zeydanlıoğlu ve Fikri Yıldızhan arkadaşlar, “sanığın dediklerinin tutanağa yanlış geçtiğini ve düzeltilmesini” istediler. Mahkeme, “Kürtlerin Türk ırkından gelmeyip, Ermeni, Afgan ve Fars ırkından geldiği” tarzında tutanağa geçti. Oysa, sanık “Kürtler Turani ırkından olmayıp, Ari ırkındandırlar” demişti.

Hakim metni atlayarak okuyor, geçiştiriyordu. Sonunda tartışmalar arasında mahkemeyi erteledi. V. Duruşmada yeni bir atraksiyon sahneledi, “40. sayfaya kadar okunmuş, arada mahkeme heyetince incelenip anlaşılmış olduğundan sorgulara devam edileceği”ni belirtti.  Ve benim sorguma geçti. Ben de, davayı kamuoyundan gizliyorsunuz, bunu zapta geçin, bu dilekçe okunmadıkça sorgu vermeyeceğiz dedim. Tartışmalar büyüdü, beni ve diğer bazı arkadaşları mahkemenin yanındaki hücreye attılar. Orada da mahkemeye sloganlarla laf yetiştirmeye çalıştık. Sonra yine sorgulara devam edildi ve Yümnü, “ben de Mümtaz Kotan’ın sözlerine katılıyorum, sorgu vermem” dedi. Ardından Nezir aynı şeyi söyledi. Ali Beyköylü “Mümtaz Kotan, Yümnü Budak ve Nezir Şemmikanlı’nın görüşlerine katılıyorum sorgu vermem” dedi.  İbrahim Güçlü de “Mümtaz Kotan, Ali Beyköylü, Nezir Şemmikanlı, Yümnü Budak’ın sözlerine katıldığını ve sorgu vermeyeceğini” belirtti. Bizim kararlı olduğumuzu gören Mahkeme geri adım attı ve “evvelce verilen karar uyarınca Fikret Şahin ve 5 arkadaşının dilekçelerinin kaldığı yerden okunması” kararını verdi. 56. sayfaya kadar okuyup mahkemeyi erteledi. 17.12.1971 tarihindeki duruşmada karambolle okumayı sözüm ona bitirdi.. Yani anlayacağınız bize okutmadılar ve anlaşılmayacak bir duruma getirmeye çalıştılar. Bu metnin okunması sırasında şahsen ben çok yoruldum, halsiz düştüm. Üstelik cezaevinde yapılan baskılar, basının sokulmaması, mikrofon cihazının kasıtlı bozulması bir yana, bir de diğer DDKO sanıklarının bize yaptıkları  gerçekten bizde hal bırakmamıştı.48

Duruşmada Tarık Ziya Ekinci adına Avukat Eşref İnceoğlu söz alarak, “bu savunmalara müvekkillerim katılmadıklarını bildirdiler ve sorgusu yapılan Fikret Şahin, 4 kişi için DDKO ile ilişkili değiller dedi. Bunların tutanağa geçmesi gerekir”. Tarık Ziya Ekinci ve Canip ağabey bizim söylediklerimize katılmadıklarını böylece tutanağa geçirdiler.(…)

18.12.1971 tarihli VIII. Duruşmada sorgularımız büyük bir şamata içinde tamamlandı, her şeye karşın iyi bir mücadele sergilenmiş ve bütün bir resmi tarih alt üst edilmişti. (…)

Bizden sonra diğer arkadaşların sorgusuna geçileceği sırada savcı bir soru sordu. Savcının sorusunu mahkeme bana tevcih ettiğini bildirdi.

Soru: DDKO lokalinde tertiplenen konferans ve seminer konularının varlığı kendilerince beyan edilen memleket meseleleri ile ilişkili olup olmadığı sorusu sorulsun” dedi savcı. Bende, Bu soruya kısaca cevap veremeyeceğim, ileride söz hakkı tanındığı takdirde uzun uzadıya cevaplandırırım dedim.49

Bizim dışımızdaki arkadaşlar da olaylardan etkilenmişlerdi. Bizim sorgumuz sürerken onlar da 26 sayfalık bir metin hazırlayarak duruşmaya getirmişlerdi. Bu metin biraz da alelacele hazırlanmıştı. Ne yazık ki birlikte hareket edemedik, ettirmediler. Eğer birlikte hareket edebilseydik daha da güçlü bir durum oluşturabilecektik. Nitekim sundukları kısa metinde bazı konular bizim genişçe sunduğumuz İddianameye Cevap’ın bir özeti olarak  veriliyordu. Neden birlikte hareket etmemiştik, bunun tarihi sorumluluğu halen tartışılmadı. (…)50

  1. İddianameye Cevap Hazırlığı Dönemi Cezaevi

Bütün çalışmalarımız engellenmeye başlanmıştı. Bu engelleme yalnız idare tarafından değil, aynı zamanda içerdeki bazı arkadaşlar tarafından da yapılıyordu. Çok zor duruma girmiştik. Her türlü provokasyon mümkündü. Bir kere bazı belgelerin dışarıdan düzenli gelmesi, getirilmesi gerekiyordu. Bu da görüşçülerimiz ve avukatlarımız aracılığı ile olabilirdi. Görüşlerde karşı taraf bize büyük engeller çıkarıyor, görüşmeler tartışmalı geçiyor, görüşçülerine bizimle ilgili olmadık açıklamalar yapıyorlardı. İdare de bundan azami yararlanıyordu. Bizim görüşlerimiz sınırlandırılmaya, provoke edilmeye başlanmıştı. Konuşmalarımız bağırmalar çağırmalar arasında anlaşılmıyordu. Askerlerin ilgisi gereksiz yere çekiliyordu. Zulaların alış verişinde deşifrasyon yapıyorlardı. İkincisi, içerideki çalışmalarımızı aralıksız sürdürmemiz gerekiyordu ve bu çalışmalar gürültü yapılarak, müdahale edilerek engelleniyordu. Sık sık idare tarafından yapılan aramalar da bizi zor duruma sokuyordu. Vb..

  1. Metnin Kaybolması

Metni hazırladıktan sonra bizden incelemek için istemişlerdi. Biz de Ferit Uzun’a51 metni vermiştik. Metin bir türlü geri gelmiyordu. Kendisi ile konuştuğumuz zaman M. Emin Bozaslan’ın incelediğini bildirmişti. Ve bir türlü alamamıştık. Ama biz suretli çalıştığımız için önemi yoktu, çünkü üç suret yapmadan hiçbir yazılı metni ortalıkta tutmuyorduk. Bir suretini mutlaka ne edip eyleyip Avukatımız Şerafettin Kaya’ya iletiyorduk. Bunu mahkemede ya da görüşte yapabiliyorduk. Diğeri bir tane mutlaka zuladaydı, biri de elimizde kalıyordu.  Verdiğimiz metin gelmeyince  biz de zuladan çıkarıp, yeniden yazdık. İlk dönemler ben ve Fikret Şahin yazımları yapıyorduk. Daha sonra İstanbul grubu sanıklarından Mahmut Kılınç, Yılmaz Balkaş ve Battal Bate bize katıldıkları için daktilo sorunu rahatladı, Yılmaz ve Battal da yazıma yardımcı oldular. Bu arkadaşların yardımları savunma aşamasında oldu.

  1. Dayaklanma Olayı

Bu olay benim üzerimde çok etkili oldu. İddianameye cevap vermiştik. Ankara-İstanbul yönetici ve üyelerinin sorguları tamamlanmış, diğer DDKO yönetici ve üyelerinin sorguları devam ediyordu. Cezaevi karmakarışıktı. Bizim çıkışımız hem idare tarafından hem de bazı sanıklar tarafından çok sert tepkilere neden olmuş ve olmaktaydı.

Mehdi ve Niyazi usta için maddi olanakları olmadığından ve borçlarını ödemeleri için içeride, koğuşun bir tarafında terzi dükkanı açılması kararı alınmış, açılmıştı. Buna itiraz etmiştik, ama bizi dinlememişlerdi. Elbiseler dikiliyor ve askılarda görüşçülere verilip dışarıya gönderiliyordu. Bu konuda tartışmalar olduğu zaman Tarık Ziya Ekinci yatağının üzerinden “ne yani borçlarını ödemesinler mi?” demişti. Sataşmalar yoğunlaşmıştı. Cemil Fazla da “cezaevinin ortasında böyle şeyler sakıncalıdır, senin paran çok onlara yardım et, senet versinler sonra öderler” demişti.

İdare büyük bir arama tarama yaptı, bu arada “dükkan” da alt üst oldu.. Zaten  Niyazi usta bizim önümüzden geçerken elindeki kurumuş somunları başımıza fırlatıp, küfürler yağdırıyordu. Aramadaki talandan sonra daha da kızdı.52

İddianameye Cevap, aramalar, “dükkan”ın alt üst olması, yeni tutuklamalar vb.. sonunda mana yaratarak bize bir gün saldırdılar. Zaten komün olarak bir kenara sıkıştırılmıştık.

Tartışmalardan sonra kalabalık bir grup bizim komüne taraf saldırıya geçtiler, ellerindeki tavlalarla vb. birçok arkadaşı hırpaladılar, kafası kırılanlar da oldu. Koğuş birbirine girmişti. Kanlar içinde kalmıştık. Koğuşun kapı tarafına geri çekildik. İdare duymasın diye sessiz davranmaya çalıştık. Ama idarenin duymaması mümkün değildi. Askerlerle içerideki bazı unsurlar o kadar senli benli idiler ki, içeri gelip oturuyorlar, çay içiyorlar, sohbet ediyorlardı. Bizi ayırdılar, yaralarımızı sardık, üstümüzü temizledik. En ilginç olan da, saldıranlar arasında bizim mahkeme önünde kavgalarımız ve İddianameye Cevap metnini vermemizden sonra cevap veren arkadaşlardan bazılarının da bulunmasıdır. Bunların büyük bölümü bir süre sonra kışkırtılmanın farkına vardılar. Kimlerin, kendi çıkarları için, bizleri böyle cezaevlerinde koğuş ortasında birbirimize kırdırdıklarını anladılar.

Bu saldırı anında Musa Anter ortaya atılmış ve ayırmaya, konuşmaya başlamıştı. İsmail Hoca da, “Musa bey, siz MİT ile ilişkilerinizi çözün, karışmayın çocuklara” deyince her taraf sütliman kesildi, hepimiz şaşırmıştık.53

Tartışmalar kesilmedi, kantine sarktı, akşam üzeri kantinde vaveyla koptu, bir daha saldırdılar. Bu arada idare içeriye tüfekli askerlerle girmek istedi. İhsan Aksoy burada önemli bir davranış gösterdi, masanın üstüne çıkarak “provokasyon yapmayın, kesin, içeriye jandarma giriyor” diye bağırdı ve kavgayı yatıştırdı.

Ayrıca Edip ağabey, dayak olayı içinde koğuşta Tarık Ziya Ekinci’nin yatağına taraf dönerek bağırmıştı: “Sosyalizmin Komiserleri. Bu çocukları birbirlerine böyle kırdırmak gerekiyor mu? Bunun hesabını vereceksiniz.” Ona karışmıyorlar, karışamıyorlardı. Seslerini kestiler. Edip ağabeyi de bu vesile ile saygı ve sevgiyle bir kez daha anıyorum. Onu diğerlerinden farklı ve uzun uzadıya anlatmak gerekiyor. Yukarıda DDKO’ların kuruluşunda ondan söz etmiştik (Bak: DDKO ‘’3-Kuruluş ve Sonrası’’ bölüm).

  1. Azınlıkta kalışımız, çoğunluğa geçişimiz

Bizi tecrit etmişlerdi, İddianameye Cevap ve diğer olaylardan sonra tamamen dışlandık. Bir kenarda, son katılanlarla birlikte 27 kişilik komünle kendi arkadaşlarımıza karşı gece ve gündüz nöbet tutarak günümüzü geçirmeye, siyasi çalışmalarımızı da devam ettirmeye çalışıyorduk.

Biz kendimizi ve Kürt ulusunu devletin inkar politikasına karşı savunmaya çalışıyorduk, birileri bundan vazgeçmemizi ve sesimizi kesmemizi istiyordu. Üstelik bu haklı davranışımız baskı ile, idarenin üzerimize gelmesini sağlama, hatta dayak ve tehdit ile oluyordu.

Yukarıda değinmiştik, iş öldürmeye teşebbüse (Bak: Age. “Yenilginin İzdüşümleri”, Sh:458,Dipnot/ 387, Hikmet Bozçalı ile ilgili açıklama. -Dergi için yeni düzenlemede  14 nolu dipnot-) kadar varmıştı. Daha sonraki Savunmalarımızı da bu ortam içinde hazırlamak ve yapmak zorunda kaldık.

Yemek yemeye birkaç kişi birlikte gidiyorduk, her taraftan laf atılıyordu, yemek dağıtımında bize bazı şeyler bırakılmıyordu (biz, başından yemekleri terbiye ederek, kantinden mümkün olduğu kadar alış veriş yapmadan, belli miktarlarda para da biriktirmiş ve sivil cezaevine giderken üzerimizde götürmüştük), banyo tuvalet sorunlarımızı hep tedbirle gerçekleştiriyorduk.

Kemal Burkay’a yazdığım cevapta değinmiştim. Onun yanlış aktarımlarını eleştirmiştim. Bunlardan biri de ortak yazılan dilekçe idi, bizi azınlıkta bırakarak gerçekleştirilmişti. (Bak: Mümtaz Kotan,’’Zorunlu Bir Açıklama’’, Ağustos  2002.-bu metin tarihsel sürecin anlaşılması bakımından mutlaka okunmalıdır-) Bir süre sonra TKDP ile ilgili tutuklamalar oldu, cezaevine çok sayıda unsur getirildi. Bu operasyon geniş tutulmuş, iki TKDP (yukarıda bunlara değinmiştim, Sait Kırmızıtoprak’ın (Şivan) liderliğini yaptığı Türkiye’de Kürdistan Demokrat Partisi ile Sait Elçi’nin liderliğini yaptığı Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi) birbirine karıştırılarak yapılmıştı. Yargılamalar sırasında bu karışıklık ortaya çıktı, örneğin birinin programı ile diğeriyle ilişkili gösterilen sanıklar yargılanmak isteniyordu. İddianame baştan sona çelişkilerle doluydu. Tutuklananlar genellikle köylü unsurlardı, bize tavırlı grup onlarla da dalga geçmeye, olmadık kavramlarla laf atmaya başlamışlardı. Biz ise gelenleri sahipleniyor, onlara her türlü yardım yapıyorduk. Dilekçe yazmaktan tutun, avukat sağlama, içeride maddi ve manevi yardım vb..

İşte bu aşamada biz de bir dilekçe hazırladık ve üst “makamlar” vb..’ye göndermeye karar verdik. Bizim metin bu kez çok imza topladı ve diğerleri azınlığa düştüler. Söylemlerimiz, ilişkilerimiz ve savunmalarımız cezaevinde bizleri çoğunluğa geçirmişti. Diğer gruptan da bazı arkadaşlar bize katılmaya ve bazıları da savunma yapmaya karar vermişlerdi.

  1. Savunmalar

İddianameye cevap metninden sonra daha geniş bir savunma hazırlığına giriştik. Gerek cezaevindeki konumumuz ve gerekse bize katılmalarla daha da güçlenmiştik. Kamuoyu’nda lehimize bir durum oluşmuştu. İçeride yeni tutuklamalarla gelişen olaylar içinde, bir de “Şivan” Hareketinin bizi açık desteklemesi gündeme gelmişti. İçeride bulunan bazı unsurlar dışarıya bizim desteklenmemiz gerektiğini bildiriyorlardı.54

Her şeye karşın geri adım atmadık ve bütün komploları ve provokasyonları yenerek, ağır ve zorlu günler içinde, inanılmayacak bir eforla bu kez daha geniş bir savunma ile çıkmaya karar verdik. Kendimizi ve Kürt halkını mutlaka savunacak, tarihin karanlıklarından birçok konuyu çıkarıp As. Savcının şahsında devletin geleneksel Kemalist resmi görüşünü alaşağı edecektik. Bu nedenle yeni katılan arkadaşlarla 8 kişi olduk ve 489 sayfalık bir metin55 hazırlayarak savunma aşamasına geldik. Buraya gelinceye kadar mahkemede devamlı tartışmalara katılıp, söz alıp gerekli çıkışları da yapmıştık.

Burada detay verme olanağım yok. Ancak tarihi bir metin ve bazı saptanması gerekli olayları açıklayabilmek açısından savunmamızın özetini, içindekilere indirgeyerek orijinal metinden vermeye çalışacağım. Bu metin Komal Yayınevi tarafından  DDKO Dava Dosyasının ikinci ve üçüncü ciltlerinde yayınlanacaktı (Bak: Age. ‘’Yenilgini İzdüşümleri’’, Sh: 398 vd.. Orhan Kotan’la ilgili bölüm, 1975 sonrası KOMAL Yayınevi ile ilgili bu olaya değinmiştik.), yayınlanmadı. Elimizde çok eskimiş, ama okunaklı olan mahkemeye verilmiş orijinal metnin ciltlenmiş halinden özetle savunmayı açıklayacağım.

Savunmaya, İddianameye Cevap Metni’nde imzası olan 5 arkadaş (Ben, Fikret Şahin, İbrahim Güçlü, Yümnü Budak, Ali Beyköylü) dışında Mahmut Kılınç, Yılmaz Balkaş ve Battal Bate’nin de imzaları var. Bu arkadaşlar diğer arkadaşlardan ayrılarak bize katılmışlardı. Yukarıda yer yer değinmiştim. Nezir Şemmikanlı dışarıda olduğu için buna katılmadı. Ali Beyköylü de dışarıdaydı, ama duruşmaya gelmiş, katılmıştı. Aşağıda buna geleceğim.

***

A- 489 Sayfalık Savunma Metni

Savunma 8 bölümdür. Özetle,

1.bölüm:

*Giriş, toplumların değişim süreçleri, İddianameye Cevap’tan daha geniş irdelenmiş,

2. Bölüm:

*HAKKIMIZDAKİ  DAVAYA ESAS ALINAN VARLIK başlığı altında,

  -Tarihsel gelişim içinde Kürtlerin durumu tartışılmış,(…) İddianameye Cevap’tan

    daha geniş..

  -Büyük Doğu İsyanları başlığı altında Şeyh Sait, Hoybun, Dersim tartışılmış ve belli  sonuçlara ulaşılmış, bunlardan en önemlileri şunlar:

    -Bu isyanlara sadece Kürtler katılıyor,

    -Sürgünler protesto ediliyor,

    -İsyanlar Kürtlerin yaşadığı bölgelerde gerçekleşiyor,

    -Irkçılığa ve şovenizm’e karşı bir başkaldırıdır, vb..

ve bölüm günümüzde Doğu Anadolu’daki durum konusundaki açıklamalar ile bitiyor. (…)

3. bölüm:

*Genel olarak  Dil konusu açıklanmış (İddianameye Cevap’taki  dil bölümü  daha da genişletilmiş,

Dünya’da Kürt oldukça Kürtçe olacaktır başlıklı bölüm,

   -Kürtçe’nin Türkçe’den farklı oluşu detaylı tartışılmış, Alfabe/ Fonetik /Sentax/ Erillik-Dişillik/ Zamirler/ Fiiller/ İsim ve sözcükler, özellikleri  vb. konularında, bilimsel ve somut açıklamalar getirilmiş,

  -Kürtçe’nin Türkçe’nin tersine Hind-Avrupa dil grubundan olduğu açıklanmış,

  -Kürt edebiyatı  belirtilerek, Kültür ve Kürt kültürü detaylı tartışılmış,

  -Yiyecek-beslenme alışkanlıkları /yerleşme-konut/ ulaşım-haberleşme/ iş ve güç şekli/ aile/ eğitim/ öğretim/ güzel sanatlar/ yardımlaşma/ hukuk/ tarih/ gelenek-görenek/folklor  konularında ayrıcalıklar ve Kürtlere ait olanların nitelikleri irdelenmiş,

  -Günümüzdeki baskılar belirtilmiş( o günkü –bizim-),

  -Dünya daki Kürtlerin durumu ile ilgili Irak, İran ve Suriye’deki Kürtlerin durumu  açıklanmıştır.

4. bölüm:

*Hakkımızdaki önemli bir iddiaya cevap verilmiş. Bu, bizim ırkçılıkla suçlanmamızdır.

  Başlıca başlıklar şunlar:

   -Bilimsel olarak ırk/ bütün ırklar bir ailedir/ kromozomlar-genler/ Mandel yasaları/ kan  grupları/ Mutasyon- doğal seçim- genetik kayma- kültürel seçicilik/ Dünya da ırk çeşitleri/ evrim ve yeni görüşler/ kültürün ırk üzerindeki etkisi/ Türkiye’de resmi devlet görüşü ırkçı-şoven/ ve  biz ne diyoruz başlığı .(…)

5. bölüm:

*Resmi devlet politikası,

   -İnkar üzerine kurulu siyaset,

   -Oynanmak istenen oyun ve askeri savcı,

 *İsmail Beşikçi hakkında,

 *İslam Ansiklopedisi ve Minorski hakkında,

   -Nikitin ve devletin sözcülüğünü yapan M. Şükrü Sekban,

  1. Şerif Fırat,56

  -Amasya protokolü ve Mustafa Kemal’in sözleri,

  -Meydan Larousse,

  -Lozan. (…)

 6. Bölüm:

 *1961 Anayasası tartışılıyor, siyasal özgürlük kavramına açıklık getiriliyor. 11 ve 57. maddeler tartışılıyor. (…)

   –Düşünce özgürlüğünün sınırlandırılması irdeleniyor. Kamu Yararı/ Kamu Düzeni/ Genel Ahlak/ Milli Güvenlik/ Sosyal Adalet nedeniyle sınırlandırma üzerinde duruluyor, 2, 4,12. maddeler ve 8. madde irdeleniyor.

   -Düşünce özgürlüğünün sınırsızlığının nedenleri sıralanıyor.. eşitlik/genellik 19 ve 20. maddeler genişçe irdeleniyor. Hukuki gerekçelerle As. Savcının bütün iddiaları  çürütülüyor.

 *Devlet, ulus/milliyetçilik kavramları açıklanıyor. (…)

7. Bölüm:

*DDKO’nun örgütlenmesi, amaç/nitelik, tüzük ve programı tartışılıyor,

  -1960-70 öğrenci hareketleri57,

  -DDKO’yu oluşturan etmenler, DDKO’ların birbirleri ile ilişkileri konusunda iddianame

    ve Esas Hakkındaki Mütalaa’ya  cevap veriliyor,

  -Doğu Mitingleri ve Komando olayları  tartışılmış,(Bak: Yukarıda DDKO’ların kuruluşu

    ve  çalışmaları bölümünde genişçe değinmiştik)

  -Emparyalizim/Bağdat Paktı/ İslam Paktı/ Aramco genişçe irdelenmiş,

  -Yabancı sermayenin durumu/ özel sektör/ imalat-ticaret sanayi/ tekeller/ ulaştırma,

    hizmet, inşaat sektörü…/ Bankacılık/ Tarım alanları ve ucuz işgücü  gibi kavramlar

    örneklenmiş, açıklanmış,

  -Faşizm genişçe açıklanmış ve İspanya, Almanya, İtalya örnekleri verilmiş,

  -Bürokrasi genişçe açıklanmış, Osmanlılarda kapıkulu/ulema sınıfları/ cumhuriyet

    dönemi gelişmeler vb.. tartışılmış,

  -Atatürkçülük ve Kemalizm genişçe verilmiş, klasik ve resmi Kemalizm/ Kadrocu

    Kemalizm/Yöncü Kemalizm/ İktisadi devletçilik vb.. açıklık getirilmiş..

  -DDKO’nun yurtdışı ilişkileri/ bulunan yabancı menşeli mühürler, mektuplar, TİP ve

    Dev-Genç ile ilişkileri hukuki ve geniş olarak tartışılmış,

  -Sanıkların durumu tek tek ele alınarak, iddiaların büyük bölümü çürütülmüştür. Zorla

   delil yaratma/ usulsüz sorgu işlemleri/ MİT ajanlarının tanıklığı vb.. irdelenmiş,

    eleştirilmiştir.58

  1. Bölüm:

Sonuç ve istemi kapsamaktadır. Metnin arkasında geniş bir bibliyografya bulunmaktadır.

Metin 18.9.1972 tarihini taşıyor.59 Ve bizim 8 kişinin sön sözlerimiz 18 sayfa olarak eklenmiş. Bunları da duruşmalar bitip karara kaldığı zaman, hakim son sözlerimizi sorunca tek tek açıklamıştık.

B-Savunma Aşamasında Son Derece Tehlikeli ve Önemli Bir Olay Gerçekleşti

Savunmaları büyük bir şamata içinde ve bütün engellere rağmen düzenli hazırladık Ne yazık ki diğer arkadaşlar yine bu aşamada da bizimle olmadılar, ama ayrı bir metin de hazırladılar, çünkü olaylardan etkilenmişlerdi. Bize yapılanları bazıları kabullenemiyordu.60 Artık iş başa düşmüştü, geri adım mümkün değildi. Biz gereken her atağı yapıyorduk. Her şeyi göze almıştık. Zaten yapılanlar dışında bir öldürülmemiz kalmıştı. (…)

Savunmalar için duruşmaya çıkacağımız günün sabah saatlerinde, idareye  bütün DDKO gruplarından birer kişi çağrıldı. Bizden de Yümnü Budak gitmişti. İdarede MİT’ten gelen kişiler de varmış, ayrıca savcı vb. tek başına olanlardan da Tarık Ziya Ekinci, Musa Anter vb.. gitmişlerdi.

Duruşmamız öğleden sonraya ertelenmiş, beklerken bunun nedenini öğrendik. Yümnü geldi ve komünün toplanması gerektiği kararına vardık. Çünkü biz kendi sorunlarımız hakkında da komün kararına gidiyorduk. İsmail Beşikçi vb.. vardı.

Komün toplantısında  Yümnü olayı açıkladı,

Savunmaları geri çekin, zaten çoğunluğunuz 3 yıldan fazla yatmış, teşdidien  takdiren ceza verilse de hepiniz tahliye olursunuz, burayı kapatalım, bitirelim vb..” demişler..

Bu pazarlık bizi çok sarsmıştı, sakin olmaya çalıştık. Ama, İsmail ağabey sakin olamıyordu,  ilk kez çok sinirlendi. ‘’Bu savunma verilmezse bu iş burada bitirilir’’dedi. Şimdi kulakları çınlıyordur, ‘’İlk Kurşun Olayı’’nı düşünüyordur! Yani, açıkça bir pazarlık yapılıyor, bizi de daha ağır cezalarla tehdit ediyorlardı. Ben de, İsmail ağabey meraklanma bunu hiç kimse vermese de, ben vereceğim demiştim. Komün de savunmanın verilmesini kararlaştırdı. Bazı arkadaşlar tereddüt içine düştüler, düşürüldüler. Metni ben aldım ve altı cezaevinde imzalanmadan mahkemeye götürdüm.

Öğleden sonra, mahkemeye gitmek üzere cezaevinin dış kapısının içinde dururken, İsmail ağabey yakama yapıştı ve bunu mutlaka verin dedi. Herkes neşeliydi! Bize ters ters bakıyorlardı. Biz sanki düşmandık. Zor durumda bırakılmamız için her şey yapılıyordu. O günü unutmak mümkün değil.

Sonunda duruşmaya gittik, tutuksuz sanıklar da geldiler. Ali Beyköylü hiç tartışmadan metnin son kısmına açıp hemen imza attı. Bunu da hiç unutmuyorum. Bunun üzerine tereddüt geçirmeyen arkadaşlar imzaladılar. Diğerleri de imzaladılar. Tereddüt geçiren arkadaşlar vardı. (…). Diğer grupta da kargaşalık yaşandı. Hatta bazılarının imzalamadıklarını hatırlıyorum. Sözde bazı arkadaşların tahliye olma koşulları var gibi bir hava yaratılmıştı. Ben oturma sırasına uymayarak Fikret’in yerine başa oturmuştum. Hakim gelir gelmez bana baktı ve sert biçimde “yerine geç” dedi. Ben de “geçmiyorum, savunmam var, onu okumam gerekiyor” dedim. Tartışma sonucu başçavuş ve güvenlik görevlileri müdahale ettiler, çıkan kargaşada beni tartakladılar ve Avukatımız Şerafettin Kaya bağırmaya başladı, diğer avukatlar ve bazı arkadaşlar da müdahale ettiler. Ama, bizim davranışımıza çok kızanlarımız da vardı elbette.

Sonunda savunmayı verdik ve okunmasına da başladık. İlk sırada olan Fikret her nedense okumada iyi davranmıyordu. Ben elinden almaya çalıştım, hakimle yine tartışma çıktı. Velhasıl, duruşmayı yöneten hakim Hamdi Sevinç’in müdahaleleri ile,  sonunda mahkeme “özetleyin” diye bir karar verdi. Metnin bölümleri sonundaki özetleri okuyarak, büyük bir şamata içinde 489 sayfalık savunmamızı bitirdik. Diğer gruptaki arkadaşlarda aynı durum içinde savunmalarını verdiler. Tarık Ziya Ekinci bizim savunma bitince ayağa kalkarak yazılanların hiç birine katılmadığını bizzat belirledi ve tutanağa geçmesini istedi.(…)

Savunmalar tamamlandıktan sonra dava karara kaldı. 18 Eylül 1972 günü mahkeme kararı açıklamak üzere duruşmayı 21 Kasım 1972’ye erteledi. Ancak, bazı manalarla karar o gün de açıklanmadı, sonunda 11 Aralık 1972 günü kararın açıklanması mümkün oldu. O gün cezaevi ve mahkeme binası etrafında büyük güvenlik önlemleri alınmıştı. Nihayet karar açıklandı ve ağır cezalarla cezalandırıldık. 8 yıldan 16 yıla varan cezaları ulufe gibi dağıttı hakim Hamdi bey. Ben ve İ. Güçlü 16’şar yıla mahkum olduk. O dönem en yüksek ceza 8 yılı bile aşmıyordu. Hele örgüt üyeliği, kürtçülük propagandası vb.. 1 ila 4 yıl arasında değişiyordu. Hakim çok kızgındı ki, bizim sürgün yerimizi bile kuş uçmaz kervan geçmez olarak nitelenen yerlere vermişti. Beni Sinop’a vermişti. Yani cezanın tamamlanmasından sonra oraya mecburi ikamete gidecektim.

Karar günü  salon çok kalabalıktı, salon dışında da kalabalık vardı. Karar herkesi şok etmişti. Biz ise rahattık, sonucu aşağı/yukarı biliyorduk.

Salondan çıkarıldığımız zaman slogan atmaya başladık ve ulusal marşımızla ortalığı çınlatarak arabalara bindirildik. Her zamanki arabalar değil, kapalı kariyerler getirilmişti. Sesimizin duyulmaması isteniyordu. Bizi sıkıyönetim komutanlığı binasının arakasından, MİT bölge soruşturma merkezinin önünden, yani Silvan yolu tarafından geçirerek götürdüler. Şehre taraf sokmadılar, marşlarla cezaevine vardık.

Birkaç gün sonra büyük bir arama yapıldı. Tek tek dışarı çıkarıldık ve askerlerin oluşturduğu koridordan geçirilirken, ağaçlarla, coplarla alabildiğine dayaklandık. Çok kişi yaralandı, İsmail Beşikçi de bu dayakta hırpalanmıştı, kendisini korumak için çok çabalamıştık..(…)

Sağlık olsun diyelim. 

  1. Temyiz Layihası 

Sözde bizim gözümüzü korkutmak istiyorlardı, ne kadar az belge olsa o kadar iyi olacaktı. İşin daha yukarılara taşınması istenmiyordu. Biz durmadık ve süreci devam ettirdik. Kapsamlı bir temyiz layihası hazırlardık. Ancak karar ve daha sonra gerekçeli hüküm bize geç ulaştırıldı. 8 ay sonra verildi. Birkaç ay da cezaevinde bekletildikten sonra tabii..

Temyiz layihası 2 cilt olarak elimizde bulunuyor, orijinal metindir.  İdareye verilen nüsha alınıp bizimkinin üzerine şu not düşülmüş; “12.9.1973, Sayı:1900-73/1532. Bir nüshası yukarıda tarih ve sayı numarası ile Sıkıyönetim As. Mahkemesine gönderilmiştir. Ali Karakişi, P. Üstğm. Cezaevi Em. Bl. K.  İmza”. Yazı üsteğmenin el yazmasıdır.

Bu metinde, iddianameye cevap ve savunmamızdaki bir çok konu hakkında kaynak gösterilerek hukuki gerekçeler öne sürülmüş.  Deliller tartışılmış. Savunma hakkının kısıtlanması, Avukatlarımıza baskı, tutuklamalardaki usulsüzlük, belgelerin verilmemesi, tutukluların birbirleri ile ilişkilerinin kesilmesi, ayrı ayrı yerlerde tutulmaları, dosyaların incelenmesine, belge edinilmesine müsaade edilmemesi vb. konuları tartışımış. Sanıkların tek tek durumları ele alınmış, savunmalar yapılmış. Sonuçta, hakkımızda delilsiz ve belgesiz bir siyasi karar verildiği açıklanıyor.

Metnin arkasına 88 tane bozma istemi sıralanmış. Metnin içindeki Sayfa numaraları belirtilerek liste verilmiş (Bak: Sh 476-480). Kısaltmalar 1, Bibliyografya 5 sayfadır( Bak: Sh 482-486). Metinde geçen bilimsel kavramların açıklanması yapılmış, 11 sayfa (Bak: Sh   487-498). İçindekilerin fihristi ile birlikte tüm metin 510 sayfa.

Metnin bu kısa tanıtımından sonra ilginç gördüğüm ve döneme denk düşmesi bakımından metnin 471. sayfasındaki mahkemeye sorulan soruları buraya aktarmak istiyorum:

“..

1- Türk Halkı’nın gerçekten demokratik taleplerinin ve özlemlerinin gerçekleşmesi, yaygınlaşması, Kürt Halkı’nın ana dilinin ve buna bağlı olarak demokratik haklarının gasp edilmesini gerektirir mi?

2- Kürt Halkı’nın ana dili olan Kürtçe’nin serbestçe konuşulması ve buna bağlı olarak demokratik hakları ile ilgili anayasal-demokratik talep ve özlemleri, Türk Halkı’nın kamu haklarını kullanması ile çelişir mi?

3- Kürt Halkı’nın anayasal-demokratik haklarını kullanması, yani kamu haklarından yararlanması, onun asimilasyonu şartına bağlanabilir mi?

4- Anayasal eşitlik ve öteki ilkelerin işlerliği Kürt Halkı’nın asimilasyonuna, Kürt dili ve kültürünün tasfiyesi şartına bağlanabilir mi?”

Metinde bu sorular büyük harflerle yazılı ve bundan hemen sonra bazı sonuçlar çıkarılmış, bunlardan biri önemli;

“Anayasa’daki eşitlik ve öteki ilkelerin işlerliği, Kürt Halkı’nın asimilasyonu, Kürt dili ve kültürünün tasfiyesi şartlarına bağlanamaz, çünkü, eşitlik aslında “Kürt toplumu olma” ve “Türk toplumu olma” haklarının kullanılması ile ilgili eşitliktir.” (abç)61 

  1. DDKO Üzerine Açıklamalar ve Bazı Düzeltmeler

Bir kere şunu hemen belirteyim, PKK ve yandaşlarının, ayrıca onun arkasına sığınan bazı unsurların olur olmaz bilgilerle DDKO’ya ve bizlere yönelttikleri haksız, tutarsız ve bilimsel olmayan karalama, küçültme ve tarihi karartma biçimindeki söylem ve yazımlarına cevap vermek gerekmiyor. Açıklamalarımız, geldiğimiz yer ve belgeler onlara en iyi cevaptır. Sonuç olarak söyleyeceğimiz kısa bazı şeyler de onlar için cevap sayılabilir.

Fakat, o cenahta bulunarak bazı yanlış bilgiler üreten bir iki unsura kısa cevaplar vermek ve yanlışlarını düzeltmek gerekiyor.

Birincisi, Hüseyin Musa Sağnıç’ın belirlemeleridir. Onu çok yere taşıdığım için ve belli bir süre birlikteliğimiz olduğundan bazı belirlemelerine değinip, düzeltmek istiyorum.

Defter dergisinin 11. sayısında Nurdan Gürbilek ve İskender Savaşır, “Bir Kürt Aydını: Fakıh Hüseyin Sağnıç” başlığı ile bir röportaj yayınlamışlardı. Bu röportajda bizim İddianameye Cevap metninin yazımına katıldığını ve bunun dil bölümünü yazdığını açıklıyor. Tarih bölümünün benim ve Sosyoloji kısmının da İsmail Beşikçi tarafından yazıldığını belirtmiş. Bu konuya kısmen yukarıda değinmiştim (Dipnot /417 için bak: Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:511. -Bu yazı için yeni düzenlemede, Dipnot/44- ). Ayrıca, Rizgarî yazı kurulu döneminde, dil grubundan da bahsetmiştim. (Dipnot 338 için ise bak: Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:401.) Dil grubumuz, gramer ve sözlük çalışması yapmış, Kürtçe grameri hemen hemen tamamlamıştı. Bu gramer yayınlanmadı. Bu konularda açıklamalar yapmıştım. Sıkıyönetimin gelmesi ile beraber iş zorlaştı. Bu gramerin bir sureti Rizgarî arşivinde bulunuyordu, kanımca Yılmaz Balkaş’ta kaldı. Aramalar sırasında Feqi’nin evinde de bir suret yakalanıyor. Kendi anlatımına göre para karşılığı mahkeme kaleminden bunu alabiliyor. Ve yine dediğine göre üzerinde bir süre daha çalışıyor ve genişletilmiş olarak bunu bastırıyor.62 Bu çalışma Rizgarî dil grubunun çalışmasıdır. Belirtilmesi gerekirdi. Bunu düzeltiyorum. Ayrıca, röportajda döneme ilişkin ciddi başka yanlış aktarmalar da yapılmış. DDKO ve bizlerden çok küçümsenerek bahsedilmiş. Biz de, Feqi ve arkadaşlarının hiç sözü edilmeyen siyasal çalışmalarını uzun uzadıya ele alabiliriz. Çünkü biz, Kürdistan’da kendimizden önceki ve dışımızdaki tüm çalışmaları incelemiş, araştırmış, bunları iyi/kötü yanları ile kabullenmiş ve savunmaya karar vermiştik. İlginç olan Feqi’nin Rizgarî dönemini de atlamasıdır. (…)

Defter dergisindeki röportajı dolayısıyla, kendisine yapılmış eleştiriler ve bir takım yanlışlarının düzeltilmesine ilişkin başka açıklamalar da var.63 Yeri gelmişken bir kez daha belirteyim, Feqi bize yardım etti, ama kendi işlerini de aksatmadı. İki partiye birden (TKDP’ler) üye olduğu da söyleniyordu. Kimsenin hatırını koymadı. “Şivan”ı beğenirdi ve beni de ona benzetirdi! Diğer TKDP (Sait Elçi gurubu) kanadı ile zaten geleneksel olarak süren bir ilişkisi vardı. (Oralarda olan bitenler, Feqi’nin durumu şimdilik kalsın, bu konulardaki bilgilerimi saklıyorum.) Biz de kendisine çok yardımcı olduk. Evi bize açıktı, maddi yardımları oldu. Harekette emeği var. Onu sevgi ve saygı ile anıyorum. İleride daha detay şeyler yazma umudumu koruyorum. Nevzat vefat etmeden önce hazırlanan bir kitap için benim de yazı vermemi, bensiz olmayacağını belirtmişti, ben de eleştirilerimle birlikte yazayım demiştim, bir daha da aramadı. (…)

Feqi son dönem PKK kulvarına girmişti. “Atandığı Meclislerde” görev yaptı, “başına olmadık işler açılacakken canını zor kurtardığı” söylendi. Bunu bizzat bana da telefonda söyledi.(…)

Savunmalar dönemi ise,  zaten cezaevinde değildi. Olsa da şunu ısrarla belirteyim ki, Savunmalar ortak bir çalışmanın ürünüdür. Örneğin, benim katkım fazla olmuş olabilir, gelen metinleri ve içeride hazırlananları monte etmek, düzeltmek, yerine başkasını yazmak vb. tarzında olsun, yazımı bizzat yapmak vb. olsun bunu kendimize paye çıkararak belirleyemeyiz. Evet, ben ve bir iki arkadaş olmasaydık, o dönemin cezaevi zor aşılırdı. Bu tarihsel metinler de belki çıkmazdı. Bunu kabullenmiyorlar, ama gerçek. Çok aşağılardaki çalışma biçimlerini abartarak sunmak, bunlardan payeler çıkarmak, övgüler iyi hoş da başkalarını, gerçekleri silip atmadan, kendi çalışmalarınızı da bunların yanına koymanız gerekiyor. (…)

Savunmalar gibi cezaevi mücadelemiz de ortak çalışmanın ürünüydü. DDKO sanığı olsun olmasın, komün üyelerinin tümünün katkısı vardır. Bu işlerin öyle rahat yapıldığı düşünülmemelidir. Birçok insanın fedakarlığı ile yapılmıştır. Yalnız yazı yazmak, mahkemeye gidip gelmek dışında birçok şeyi de kapsıyor. Bunu da belirtmiş olayım. Elbette İbrahim Güçlü’nün ve diğer arkadaşların katkıları da unutulmaz.  Beşikçi ise bize fiili yardım etmedi, kendi işleri ile uğraşıyordu. Tersine biz ona çok yardım ettik. Her duruşma Hamdi Sevinç ve savcılar ona “Sen Türksün, Kürt meselesi senin neyine, Kürt nerede, vb..” dedikleri zaman en güçlü delil ve belgeyi ona kazandırmakla büyük bir yardım yapmıştık. Bilimsel olarak tezleri doğrulanmış oluyordu. Bizi örnekleyerek savunmalarını genişletiyordu. “Bak Kürt var, sizlere sayfalarca yazıyorlar, Kürt olduklarını söylüyorlar, siz hala inkar ediyorsunuz. İşkence, baskı, zulüm görüyorlar, yılmıyorlar vb..” diyerek kendini haklı çıkarıyordu. Ama, görüşme, danışma, bilgi alma yolunda elbette Beşikçi’den yararlandık. Seneler sonra bir siyasi çıkışı, belli insanların özel durumlarına indirgemek doğru değil. Bu örgütlü bir mücadele ve özverili bir çalışmaydı. Bunu da böylece düzeltiyorum. Buna hakkım da var. Son bir şey, Feqi dalga da geçiyor, zaten aydınlara karşı çok olumsuz dururdu, hep küçümserdi. Onların “halk adamı olmadıklarını” belirtirdi. Oysa, diğer konularda olduğu gibi bu konuda da biz ve diğer arkadaşlar eskileri fersah fersah aşmıştık. Örnekleri çok. Cezaevinde siyasi olmayan tutuklular bile bizlere sempati duyuyorlardı, yalnız yaptıklarımız ile değil, onlarla ilişkilerimiz de beğeniliyordu. Feqi, okumuşların bu işleri fazla götüremeyeceklerini sık sık söylerdi, bu görüşü de doğru çıkmadı. Diyor ki, “Ha işte diyalektikte okuyorduk, tabii Türkçe”. Şunu söylemiyor, bu arkadaşlar Ocak Komünü’nde her konuda çalışma yaptılar, Kürt dili dahil, tarihi, kültürü ve her şey.. Bir tek konuya, -o da çok doğal bir konu- işi indirgeyip yukarıdan bakmak, bence tarihsel büyük bir zaaf olmaktadır. O zaman biz geçmişteki mücadeleleri nasıl sahiplenebiliriz? Örneğin Feqi’de dahil bir takım arkadaşlar “Şivan”ı nasıl sahiplendiler? O da “diyalektik okuyor, okutuyordu”. İstanbul DDKO’dan bir takım arkadaşlar Şivan’ın karargahına birçok kitap taşıdılar, taşıdık.(…) Biz komünde çok yönlü bir eğitim yapıyorduk. Bunu da herkes biliyor.(…) DDKO’yu ve bizleri yerli yerine koymayan bir açıklama, 1970 dönemini ifade etmez.

Musa Anter ise, bazı söyleşilerinde çok yanlış şeyler söyledi. Onu iyi tanıdığım için hayret etmedim.  Örneğin,  “Kürtler ayrılırsa, Türkiye zenginleşir’’ demek yanlıştır. Yalnız yanlış değil, ayıptır. ‘’Kimse, Kürtleri, Türkiye’den ayıramaz. Bu gün İstanbul’daki Kürtler Kürdistan’daki Kürtlerden daha çoktur. Haklı veya haksız bu memleketi bizim ecdadımız Bizans’tan beraberce savaşarak almıştır”.64

Bu belirleme Kürt siyasi hareketi açısından yanlıştır. Bunu düzeltmek gerekir. Eğer değilse, siyasi olarak en önemli araçlarımız, kendiliğinden ortadan kalkmış olur. Asimilasyon, jenosit, zorla göç, milliyetçilik vb.. Bunlar Musa Anter’in özel niyetleri olabilir.

Musa Anter, Şahap Balcıoğlu ile söyleşilerinde de ilginç şeyler söylüyor.65 Diyor ki: “Yoksa Kürdün Türk’ten ayrılması, bağımsız, ayrı bir devletin kurulması filan kesinlikle söz konusu değildir”. (Sh:16-17) “Biz Osmanlı çocuğuyuz. Cumhuriyet döneminde doğmadık. O zamanlar Doğu’da, Güneydoğu’da bir devlet otoritesi ve düzeni yoktu. Başıboş yaşıyorduk” (Sh:. 19). Bunlar tarihimize aykırı.

Anadolu Türklerden önce Kürtlerin yurduydu”(Sh:22). Hangi Anadolu Musa ağabey. Biz Mezopotamya’da yerleşik bir halkız. Anadolu aslenYunanca bir kelime (Anatolia) ve bozularak kullanılıyor. Yunanistan’ın doğusu, Şark, Ege ve Türkiye bölümü. Bunu Yalçın Küçük ile ilgili bölümde belirtmiştim.(Bak:Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:311 vd.) Yani, ayrı bir Doğu ve Güneydoğu Anadolu yok. Musa Ağabey, ne yazık ki bizi duymuyorsun.(…)

Devam ediyor: “Ben bu toprakların çocuğuyum. Atatürk’e Türk padişahlar idam fermanı çıkardı ama, Kürt aşiretler omuz verdi. Kurtuluş savaşını Türklerle Kürtler birlikte kazandılar. Kürt’ten çok Türk dostum var.” vb.

Musa Anter “Kürt Anadolusuz olmaz, İstanbul’u bırakmayız” da diyor. Bunlar çok özgür söylemler, dostluk ve arkadaşlık ilişkileri içinde söylenmiş. Ama yanlış.

Bunların düzeltilmesi gerekiyor.

Esas düzeltmemiz gereken ise Musa Anter’in “Hatıralarım66 da yazdıklarıdır. İki cilt olarak çıkan bu kitapta DDKO’lardan bir cümle ile bahsediliyor. Hayretler içinde kaldım. Bütün söylemlerini yaratan DDKO ve Diyarbakır duruşmaları olmasına karşın, hiç söz etmemesi ve ettiğinde de çok küçümsemesi  beni incitti.

Kitabı tartışmıyorum, belki kasetlerden aktarımda ya da direkt olarak  sansür yemiştir. Ama, son derece özgür ifadeler olduğu için üzerinde duruyorum. Tarihe tek yanlı geçmesin.

Bizden bir kelime bile söz etmemesinin bir nedeni vardır. Belki yayınevi yöneticileri kitaba böyle bir  “DOZ” vermeyi tercih etmişler.  Ki, yayınevi yönetimi içinde DDKO kurucusu sayılan arkadaşlar da var. Neyse, gelelim Musa Ağabey’in söylemlerine..

Bütün “hatıratı’’nda DDKO’lar ile ilgili yarım sayfa açıklama var, o da çok kötü, utandırıcı, üzücü ve horlayıcı.

1971 tutukluğunu açıklıyor, Ankara Merkez Cezaevini yazıyor, ne  biz ne ötekiler ortada yokuz. Kendisi, Ankara Merkez Cezaevi’nde, 15 bilemediniz 20 gün kalıp gittiği halde, bütün olan biteni kendisine yontuyor. Aklında kalan bir iki cümle ile işi geçiştiriyor.

Devrimci Doğu Kültür Ocakları başlığı ile verdiği 2 sayfalık yerde de,

DDKO merkezi Ankara’daydı, İstanbul’da da şubesi vardı” gibi çok uzaklarda olan birinin anlatımını sergiliyor. Merkezimiz filan yoktu, İstanbul DDKO da şubemiz değildi. Gerçekten haberi olmamış. (…) Devam ediyor ve bindiriyor;

“Burada yeri gelmişken DDKO’nun tecrübesizlikten kaynaklanan bazı hatalarına, gerekli gördüğüm için değinmek istiyorum.

Türkiye’de talebe derneklerinde kaşarlanmış, kovulmuş ne kadar Kürt kökenli insan varsa aralarına almışlardı”.

El insaf Musa abi. İstediğin gibi konuşan biriydin ama, bu kadar da olmaz. Böyle miydi? Biz sana kalkıp şöyle desek, bu tarihe geçse hoş olur mu? “Sen de Kürtçülük’te kaşarlanmıştın”. “Kaşarlanmış Kürtçülerle işi nereye kadar götürebilirdik”. DDKO yeni bir dönem, yeni bir dönemeçti. Ayrıca bizler düzenli okullarımıza devam eden insanlardık, militandık, mücadele ediyorduk. Sizin çocuklarınız gibi en azından “belli bir hayat kurma, yaşama ve mutlu olma hakkımız da” herhalde vardı. Biz bütün varlığımızı ortaya koyduk, arkadaşlarım hemen hepsi okullarında saygın kişilerdi. Okullarını bitirdiler ve hayatta da saygın arkadaşlar olarak durabildiler. İstediğin birkaç kişiden bahsederken ise, onları kaşarlanmış görmüyorsun, ki onlar okullarını başka nedenlerle bitiremediler! Ayrıca, biz talebe derneklerinde de çalıştık. Yukarıda detaylı açıkladım. Tersine siz, ağabeylerimiz, senin ifadenle “kaşarlanmış” bazı Kürtçüler bizim sırtımıza bindiniz, yükümüz daha da ağır oldu. Ve yıllarca yapılmayan bir kitleselleşme ve bilimsellikle ortaya çıkarak, sizlere büyük fırsatlar vermiş olduk. Bunu belirtmek, teslim etmek  gerekmez miydi ?

Durmuyor devam ediyor Musa Abi: “Zamanla bu Bizans tipi ve Kemalist terbiyeli, üçkağıtçı  kişiler  ‘Kürttür’ diye buraya doluştular. İşaret etmeye çalıştığım kişiler kendilerini çok iyi bilirler. Burada isim sayarak, kendilerini savunmaları için bir fırsat vermek istemiyorum”.

Bu açıklamaya bakın. Şu yılların ‘’Kürtçüsü’’ne bakın. Bütün ‘’hatıratı’’nda bize dönük söylediği bu. Oysa, söyleşisinde hep demokrasiden, insan haklarından bahsetmiş ve gerçeğin ifade edilmesinin zorunluluğunu söylemiş. (…)

Her şeye karşın Musa Anter’i saygıyla anıyorum. Cesur bir insandı, emeği inkar götürmez. Onun PKK kulvarındaki yıllarına yazık oldu. Çok abartılı biçimde sunuldu ve sonunda acı bir ölümle, bir cinayetle 20 Eylül 1992 de aramızdan  ayrıldı. (Bak:Age. ‘’Yenilginin İzdüşümleri’’, Sh:518, Dipnot /426)

Yine düzeltilmesi gereken bir yazım daha var. O da Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi’nde çıkan DDKO ile ilgili yazıdır. Biz, bu Ansiklopediye, kendi istekleri üzerine 7 sayfalık bir yazı göndermiştik. Ama, bu yazı yayınlanmadı, sansür yedi. Çok sert ve siyasi bir metin olarak değerlendirilmişti! Daha sonra başka unsurlar tarafından düzenlenen başka bir yazı girdi. Eksik ve yanlış bilgiler içeren bir yazımdır bu. Bunun da düzeltilmesi gerekir.67

Necmettin Büyükkaya’nın DDKO’larla ilgili bazı belirlemeleri de düzeltilmelidir.68 Çünkü, Necmettin DDKO’ların hem İstanbul kurucusu, ilk yönetim kurulu başkanı, hem de kuruluşundan önceki ve sonraki dönem yukarıda sözünü ettiğim gizli (yarı/legal) üst kurul üyesiydi. Kitapta bazı kişilere yazılan mektuplarda yapılmış belirlemeler doğruları yansıtmıyor.

Bitirmeden Mehdi Zana ile ilgili de bir açıklama yapmak gerekiyor. Mehdi, Diyarbakır duruşmaları ve cezaevinin o dönem en iyi tanıklarındandır. DDKO Diyarbakır kurucusu, TİP içinde aktif çalışan biriydi. Yayınlanan kitabında maalesef DDKO’ları ve cezaevini sınırlı bir yaklaşımla vermiş. Bazı anılara detay değindiği halde, Diyarbakır Cezaevi ve yargılamalar ile ilgili bir şey söylememiş. DDKO’dan yargılanan sanıkları sıralamış, listede benim adımı da geçirmiş, yine de  “Allah razı olsun”! Bu kitap ‘’DOZ’’ yayınlarından çıkmış!69 Mehdi harbi bir adamdır, madem “Bekle Diyarbakır” diyor, o zaman Diyarbakır’ı yerli yerine koymalıydı. Tersine Diyarbakır beklemez..(…)

DDKO’lar üzerine bizim yayınlarımız dışında pek fazla bir şey yok. Daha geniş bilgi için bize ait yayınlardan bir iki alıntı vermek istiyorum.

Kürdistan Press’te muhtelif sayılarda DDKO’larla ilgili açıklamalar var. En önemlileri şunlar:

DDKO Türk Basınında”. Yukarıda buna değinmiştik.70 (Bak: Age. ‘’Yenilginin İzdüşümleri’’, Sh:513, Dipnot 420)

Tarih ve DDKO” başlıklı makalesi ile Ali Bucak önemli tespitlerde bulunmuş. Sonuç olarak diyor ki: “DDKO Kürt siyasal hareketinde, daha sonra bir örneği yaratılamamış önemli ve olumlu bir adımdı. Gerek DDKO’da bulunmuş kişilerin, gerekse de siyasi grupların bu konuyu ele almalarında büyük yararlar olacaktır”.71

Orhan Kotan birçok yazısında DDKO’lara değinmişti, hatta son ‘’Realite’’de de belirlemeler var. Kürdistan Press’te yazdığı “Geriye Doğru” yazısında şöyle diyor:

DDKO duruşmalarında daha sonra politik mücadeleye biçim veren çekirdekler ortaya çıktı. 70’li yıllarda sürdürülen  politik mücadelenin  ideolojik temelleri büyük ölçüde DDKO duruşmalarında atılmıştı.  DDKO duruşmalarında saflaşan bir grup devrimciye göre, Kürdistan devrimi kendi özgün değerleri temelinde ideoloji üretmeliydi, üretilen ideoloji ülke gerçekliğinden kaynaklanmalıydı. Kürdistan devrimi, tarihsel haklılığı ve meşruluğu içinde, ulusal kimliğini ortaya çıkarmak zorundaydı. Bunu yapmaya çalıştılar. Bunlara ‘burjuva milliyetçileri’, ‘feodallerin işbirlikçileri’ denildi. Diğer bir grup ise, ezen ulus solunun rasyonelleri içinde hareket etmenin daha doğru olacağı görüşündeydiler. Ezen ulus solunun -Türk ‘Solu’nun- değerlerini, ideolojik ve politik yapısını Kürdistan’a taşımanın gereğine inanmaktaydılar. Onlar da bu temelde faaliyet sürdürdüler ve kendilerine ‘sosyalist’ dediler”.72

N.Bora olarak da şunları söylemiş: “12 Mart müdahalesi, özellikle Diyarbekir’de kurduğu özel askeri mahkemelerde bu kuşağı yargıladı. Yargılananlar, yargılama ve zindan sürecinden yenilenerek, ideolojik ve politik açıdan yenilenerek çıktılar. 1974 affı ile yükselen toplumsal muhalefet içinde Kürt hareketi, Diyarbakır Zindanları’ndan gelen bu güçlü dalga ile yer aldı. Özgürlük yolu, Rizgarî dergileri yayın hayatına girdi. KOMAL Yayınevi önemli yayınlar yaptı. DDKO, ASDK-DER, DHKD gibi gençlik örgütleri çalışmalar yaptılar. PKK kuruldu.

12 Eylül’de general Evren düdüğü  çaldığı zaman,  1959’dan bu yana  politik mücadelede yer alan Kürt aydınları 20 yıla yakın bir mirasın  sahibi durumundaydılar..”.73

Ruşen Arslan da DDKO’ları şöyle değerlendirmiş: “1969-70’lerde kurulan DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)’nun en büyük mücadelesi, ‘Kürt halkı diye bir halkın, Kürtçe diye bir dilin varlığını kanıtlama’ noktalarında yoğunlaştı. Bugün için belki de bir anlam ifade etmeyecek olan bu tartışma, o gün için büyük bir olaydı. Sömürgeci devlet, 12 Mart yargılamaları sırasında bu yönde savunma yapılmaması için çok çaba harcamıştı. Savunmayı önlemede başarılı olamayınca, savunma yapanlara en yüksek cezayı vermişti.

Soruna sivri slogancı mantıkla yaklaşıp, olayı zaman ve mekan boyutundan soyutlayarak algılayanların; o günün gerçeğini kavramasına olanak yoktur. Onun için de, kimilerinin DDKO olgusunu küçümseyerek, günümüzdeki olgularla geçmişi karşılaştırıp sonuç çıkarmaları gerçekçi olmuyor..”.74

Stêrka Rizgarî de, bir dönemeç olarak yorumladığı DDKO’ları geniş biçimde sundu. “Kürt gençliğinin ilk legal örgütü” olarak ifade etti. Bizlerin yargılamalardaki son sözlerimizi de nakletti. Ayrıca, “gelecek sayıda Doğu Mitingleri”ni ele alacağını belirtmişti.

Benim son sözümden alıntı var:“Mahkemeniz bizleri değil, KÜRT HALKINI yargılamaktadır. Mahkemeden bu istenmektedir. Bu halk, yani KÜRT HALKI vardır. Ve yargılanamaz. Ülkenin somut şartlarında bir gerçeğin ortadan kaldırılması mümkün değildir, gerçek ortadan kaldırılarak mahkum edilemez..” (Mümtaz Kotan,1972, Diyarbekir Sıkıyönetim Yargılamaları, Son söz’den alıntı.).75

DDKO’larla ilgili bir belirlemede Şevket Beysanoğlu’nun. Beysanoğlu ağır koşullarda ciddi bir çalışma yapmış, 3 ciltlik ‘’Diyarbakır Tarihi’’ni yazmış. Birçok şeyi incelemiş. Bu eser, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi, Kültür ve Sanat Yayınları arasından çıkmış.

Diyarbakır, Silvan, Ergani DDKO kurucularının adlarını yazmış, yargılamalarını vermiş. Ocakların kuruluşları ve tüzüklerinden iki maddeyi aktarmış. Ve 12 Mart’tan sonra DDKO’ların kapatıldıklarını söylüyor. Diyarbakır Tarihi olarak bunlara da yer vermiş. Önemli buldum ve aktarıyorum. Bazı kaynaklar arasında KOMAL Yayınlarını ve çıkardığı DDKO Dava Dosyası’nı da yazmış. Ayrıca Iraklı sığınmacılar olayı ile ilgili KOMAL’ın Kürt Halk Hareketi ve Baas Irkçılığı kitabını da kaynak göstermiş. Beysanoğlu’na teşekkür ediyorum. Dönem ve yayının adına çıkarılan kuruluşun durumu itibariyle, bu tarihsel olayı sınırlı da olsa vermesi, bilimsel bir çalışmanın önemini artıran durum olarak değerlendirilmeli. Tarihsel sürecin ulusal motifleri açısından önemli görülmelidir. 3 Ciltlik Diyarbakır Tarihi  dışında ayrıca ayrıca Beysanoğlu’nun incelenmesi gerekli yayınlanmış birçok kitabı daha var.76

Sonuç olarak, özetle DDKO’larla ilgili şunları  söylemek istiyorum.

* DDKO’lar dönem itibariyle son derece iyi örgütlenmiş ve ilk legal Kürt gençlik örgütleriydi. 1938 sonrası yaratılan suskunluğu delmiş, Kürt meselesini tartışılır kılmıştır. Zor bir işi başarmıştır. Bütün her yanından kuşatılmış olmasına karşın, çok akıllıca bir siyaset izlemeyi bilmiştir.

* DDKO’lara yapılan Kemalizm suçlaması yanlıştır ve kasıtlıdır. DDKO’lar tersine, Türkiye’de o dönem anti-Kemalist olan tek kuruluştu. Bu yanını da bilinçli sürdürmüş, hiç taviz vermemiştir. Bundan ötürü her yandan saldırıya uğramıştı.

* Bileşen olarak da en iyi muhtevayı yaratmıştır. Kürtler arasındaki görüş ayrılıkları ne olursa olsun, ideolojik/politik farklılıklara rağmen, ulusal bir politika ile Kürt gençliğinin büyük bölümünü örgütleyebilmişti.77 Örgütlenmede ağırlıklı olarak Türk “Solu”ndan kopuşmayı, ayrılmayı esas almıştı. Bunda kimsenin kuşkusu olmasın ki, bu ayrılık tamı tamına Kürtlerin hakkıydı. Aynı zamanda resmi bir ‘’boşanma’’ydı. Türk devletinin Misak-ı Milli anlayışının parçalanması ancak böyle olabilirdi. Bir başlangıç olsa da bunu DDKO’lar yaratabildiler. Kürt gençliğinin Kemalizm’in ve Türk “Solu“nun “metresliğinden”  kurtulabilmesi sağlanabildi.

Bu bileşenin ulusal demokratik mücadele açısından da önemi büyüktür. Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı teorik yanlış söylemlerden somut bir içeriğe, açık bir mücadele pratiğine dönüştü. İllegal çalışmalar da yöntem değiştirdi, hatta programlarını da değiştirmek zorunda kaldılar.. Artık, “ulusun şartları oluşmamış” sol söylem pek Kürtleri ilgilendirmiyordu, bu DDKO sonrası dönemde ulus ve ülke üzerindeki ısrar ile ciddi ve doğru bir muhteva yarattı. KUKM tezlerinin kaynağı ulusal-demokratik mücadelenin cephe anlayışı, stratejik/taktik vb. sorunları netlik kazandı, legal/illegal kitle partileri bütün bir ulusu örgütleme zorunluluğunu duymaya başladılar..

Türk “Solu”nun ve PKK’nın DDKO’larla ilgili suçlamaları yanlıştır. DDKO’lar, evet, Türkiyeli değillerdi, Kürdistanî birer örgüttüler.(…) Bilinç ve yeteneklerimiz, o dönem kendisini ifade etmesinde ancak o kadar elvermişti. Ama geleceğin birçok kadrosunu içinden çıkarmıştı. 1975 sonrası Kürdistanlı siyasetlerin temel kadroları, PKK hariç DDKO kökenlidirler.

Devlet, DKKO önünde panik göstermiş büyük operasyonlar yapmıştır. Yargılamalar istediği gibi sonuç vermemiştir. Her düzeyde direnilmiş ve savunmalarla Kürt Sorunu devletin önüne dikilmiş, devlet ağır cezalar vererek hıncını almaya çalışmıştır. İddianameye Cevap ve diğer savunma metinleri önemli belgeler olarak tarihte yerlerini almışlardır. İlk siyasi savunma olarak Kürt tarihine geçmişlerdir.

Operasyonlar ve ağır cezalar yetmezmiş gibi, yargılama dosyamıza giren MİT Raporu ile bütün Kürdistan suçlu durumuna sokulmuştur. Herhangi bir olay karşısında tecrit ve imha edilmesi gerekli olanlar, ilişkiler, aşiret yapıları, silah olan yerler vb. açıklanmıştı. Düşünülen insanlık dışı uygulama ve plan tüyler ürperticiydi. Türk devletinin Kürtler’e ve Kürdistan’a topyekûn bakışı bugün pek fazla değişmemiştir. Hatta daha da genişlemiştir. Güney Kürdistanı da içine almıştır. Siz,  bazı olanaklar elde etmiş, sayıları pek fazla olmayan Kuzey Kürtlerinden bazı kişilerin, Türkiye’nin değiştiğine dair övgülerine bakmayın.. Neyse, çok ilginç olan sözü edilen rapor daha sonra dosyadan çıkarıldı, ama sureti  avukatlarımız tarafından alındı.. 10 yıl sonra yayınlanan Raporda da DDKO’lardan yine bahsedilmekte ve Kürt halkına bakış taktik bir anlayışla yine topyekûn ele alınmaktadır.78

Elbetteki, DDKO’ları, Diyarbakır Cezaevleri ve duruşmalarındaki direnişlere, savunmalara çağdaş Kürdistan tarihi’nde önemli bir yer verilmiştir, verilecektir. Genç tarihçiler, edebiyatçılarımız bu süreci, orada direnen arkadaşların tuttukları titiz güncelerinden, anılarından, mahkeme tutanaklarından, savunma belgelerinden vb.. zengin biçimde çıkarma olanaklarına sahipler.. Zaten, DDKO’ların en önemli özelliği de, Kürdistan tarihine ilk kez bilimsel bir yöntemle direnişlerinin geçmiş olmasıdır.  (….)

Kovara Bîr, Hejmar: 6, Zivistan 2007

1  Doğan Avcıoğlu’nu Sosyalist Kültür Derneği’nden tanıyordum. Bende ciddi bir araştırmacı ve dürüst bir insan izlenimi bırakmıştı, onu öyle tanıdım. Sosyalist Kültür Derneği’nde verdiği konferansları izledim. Doğan Avcıoğlu ve yanındakilerin TİP ile araları iyi değildi. Çalışmaları daha çok TİP karşıtıydı, aralarında büyük bir kopuşma yaşanıyor, ileri düzeylere varan suçlamalar oluyordu. Doğan Avcıoğlu, başyazarlığını yaptığı bir dergi de çıkarıyordu. Bu YÖN dergisi’ydi, döneme göre ileri düzeyde bir araştırma, inceleme ve teorik yayın sayılırdı,  içinde önemli kadrolar da  taşıyordu. Denilebilir ki, MDD (Milli Demokratik Devrim) görüşünün ilk embriyonları da Sosyalist Kültür Derneği’nde gelişti. Burası giderek Milli Demokratik cephe ve Cuntacı eğilimlerin merkezi haline geldi. Yukarıda Yenilgimizin Teorisyenleri, Özel örnek: Mihri Belli bölümünde bu düzeylere değinmiştik. (Adı geçen Yenilgimizin Teorisyenleri için Mümtaz Kotan’ın Yenilginin İzdüşümleri kitabından söz ediliyor. Bak: Yenilginin İzdüşümleri, birinci baskı/ 2003, Sh:276, Başlık: Olgu/6) Doğan Avcıoğlu 1969’da da DEVRİM dergisini çıkardı. Ciltler dolusu Türk tarihi ve çok şey yazdı, ama bizi, Kürtleri bir araştırmacı olarak ihmal etti. 1983 yılında ben cezaevindeyken vefat etmiş, daha sonra öğrendim. Her şeye rağmen kendisini saygı ile anıyorum.

Tek yanlı olmaması açısından o dönemki TİP kanadının görüşlerine de bakılmalıdır. Özetle, TİP, YÖN çevresine ağır suçlamalar getiriyor, onları cuntacılık ve sosyalizmi sulandırmakla suçluyordu. Daha geniş bilgi için bak: TİP’in Birinci On Yılı (1961-1971), İNFO-TÜRK, Araştırma-Çeviri-Belge Bölümü Elkitapları Dizisi 18, Brüksel, Şubat 1982. Yeri gelmişken şunu da belirteyim, Sait Kırmızıtoprak’ı da Sosyalist Kültür Derneği’nde tanımıştım. Beni ve Zülküf Şahin’i gördüğü zaman mücadele içinde olduğumuz için sevinmişti. O zamanlar daha çok Kemalizm’e yakın duruyordu. Daha sonra Kürt hareketinin ileri unsurları arasında yer aldı ve (Kod adı ile Şivan)  Türkiye’de (diğerinden bu de ile ayrılıyordu.) Kürdistan Demokrat Partisi genel sekreterliğini yaptı. Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi lideri Sait Elçi’nin ölümü ile suçlanarak, Güney Kürdistan’da yanındaki arkadaşları Brüsk ve Çeko ile birlikte yargılandıktan sonra idam edildikleri açıklandı. Gerek Sait Elçi ve gerekse Sait Kırmızıtoprak ve yanındaki arkadaşların ölümleri üzerimizde çok etkili olmuş, bizi haddinden fazla üzmüştü. Onların hepsini sevgi ve saygı ile anıyorum.  Şivan’ın yanındaki arkadaşlarından biri de Hikmet Buluttekin’di ve Ankara DDKO kurucu üyesiydi.

2 Doğan Avcıoğlu, YÖN, 12.9.1962. Nakleden: ag, ‘’TİP’in Birinci On Yılı’’, Sh:24. Nasır, Mısır’da bir lider, askeri darbe ile yönetime gelip ‘’Arap Sosoyalizmi’’ yaptığını öne sürmüş ve Sovyetler Birliği yanlısıydı.

3  TİP içindeki Kürtlere “Doğulu sosyalistler” adı takılmıştı, daha doğrusu bunu kendileri böyle açıklamışlardı. Bu grupla birlikte TİP içinde Kürtlerin önemli bir muhalefet olduğu söylenebilir. Bizim ortaya çıkışımızı da bununla başlatmak yanlış olmaz. Biz de bu grupla birlikte hareket etmeye başlamıştık. TİP, 1965 seçimlerinde 14 milletvekili çıkarmış, İstanbul TİP listesinden bağımsız aday olan Çetin Altan’ın da kazandıktan sonra TİP’e katılması ile Mecliste 15 kişilik grup oluşturmuştu. Milletvekilleri arasında Kürt unsurlar da vardı, Dr. Tarık Ziya Ekinci de milletvekili olarak Meclise girmiş, “Doğulu sosyalistler” ekolünün başını çekiyordu. TİP’in Meclise girişi, aslında bir yasa değişikliği ile olmuştu. Adına “Milli Bakiye” denilen sistem gereği, baraj da olmadığı için alınmış tüm oylar değerlendirildiğinden böyle bir sonuç ortaya çıkmıştı. Biraz da, Meclis’e karma bir yapı kazandırmak siyaseti güdüldüğünü de göz ardı etmemek gerekiyor.

4 Bu konuları yukarıda Olgu 6’da  tartışmıştık. FKF’ deki ayrışma konusunda da ayrıca Dipnot: 267’ye bakınız.(Bak: Ag. Yenilginin İzdüşümleri kitabı, Olgu/6 için  Sh;276 ve Dipnot:267 için Sh:297.)

5  Kısa adı DÖB olan Devrimci Öğrenci Birliği, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının örgütüydü. İçinde Mustafa Zülkadiroğlu, Mustafa Lütfü Kıyıcı, Mustafa Gürkan gibi MDD grubunun ileride asal savunucuları olan  unsurların yanında Kürt olanlar da vardı. Örneğin, Hikmet Bozçalı (İstanbul DDKO Başkanımız),  Necmettin Büyükkaya (DDKO legal olmayan üst Örgütlenme komitesi üyesi) gibi unsurlar da bulunuyordu. Mehmet Demir gibi arkadaşlarımız da açıktan buna destek veriyorlardı. Sayıları 15’i bile bulmayan bir grupla bu örgüt  İstanbul’u kasıp kavuruyordu, tüm eylemler bunlara aitti. Özellikle, cunta yanlısı üniversite eylemlerini bunlar gerçekleştiriyorlardı..

6  Mihri Belli, Türk Solu Dergisi, 29.4.1968.

7  Bir konuya değinmeyi sürecin önemli bir olayını tespit etmemiz bakımından gerekli görüyorum. O da bir tesadüf sonucu ilkokul öğretmenimle görüşmemdir. Ankara Kızılay’da Büyük Sinema’nın üstündeki iş hanında bürosu olan Forum Dergisi’nde çalışıyordum. Forum’u “rahmetli” şair Hasan Hüseyin Korkmazgil yönetiyordu. TİP adına bizi de görevli olarak oraya göndermişlerdi. (Ben, Korkmazgil’in kayın biraderi olduğunu hatırladığım 1963 askeri kalkışmasında emekli edilmiş genç bir subay ve şimdi Adana’da avukatlık yaptığını öğrendiğim Gül Yazgan ile birlikte çalışıyorduk.) Büroya biri gelmişti, Hüseyin Ağabey beni çağırıp çay söylememi istedi, o da çayı severdi. İçeri girdiğimde oturan bu unsura baktım ve bana bir şeyler anımsatıyordu ama, hatırlayamadım. Ben çıktıktan sonra sormuş ve öğrenince çok sevinmiş, çıkışta beni çağırıp biraz konuşmak istedi ve adını söyledi bu Abdurrahman Kaya idi. Benim ilkokul 3. sınıf öğretmenimdi. Bir bayramda yaptığı konuşma sonucu yüzbaşı ve kaymakamla sürüklenerek kürsüden indirilmiş ve biz bir daha görmemiştik. Uzun yıllar Güney Kürdistan’a gitmiş mücadeleye katılmış ve son olarak Muğla’da Mecburi ikamete tabi tutulmuştu. O gün “Gök yay’ım ne desen ziyade değil, topun namlusundan görenlerindir” dizelerini içeren bir şiir okuduğu ve sürüklendiğini anımsadım. Kaya Müştakhan ile görüşmem bende önemli görüş değişikliği yarattı, anlattığım çalışmaları beğendi ve “peki ulus meselesi ne olacak” dedi. Bu ve benzeri tartışmalar üzerine ondan ayrıldıktan sonra hemen Ankara’daki Diyarbakır öğrenci yurduna arkadaşlara gittim ve federasyon çalışmamızın durdurulmasını, yeni bir kuruluş yapmamızı ve programı da değiştirmemizi istedim. Daha sonra İstanbul’daki arkadaşlarla da görüştük ve birbirimizi ikna ettik. DDKO’lar böyle ortaya çıktı. İleride anılarımda Kaya ağabey’e geniş yer vereceğim. O günden sonra ilişkimiz kesilmedi, bize maddi ve manevi her yardımı yaptı. Yukarıda Dipnot: 338’de sözünü ettiğimiz Rizgarî dönemindeki Yazı Kurulu’na bağlı Dil grubumuz içinde de çalıştı. (Dipnot/338 için, bak: Yag. Yenilginin İzdüşümleri Sh: 401. )

Yeri gelmişken kısa bir açıklamada yapayım. Kaya ağabey “Kürdistan’da Celalilik” üzerine bir kitap hazırlayıp KOMAL’a vermişti. Güney Kürdistan’daki durumu, özellikle C. TALABANİ’yi anlatıyordu. Kitap basılmadı. Arşivde duruyordu. Son derece önemliydi. Rizgarî’ye müdahale bunu da engellemişti. Bu kitap yayınlansaydı genel hareketimiz için çok yararlı olacaktı. (…)

8  Dr. Yusuf Azizoğlu ile kendi isteği üzerine görüştük. Bize çok sıcak davrandı ve çalışmalarımızı çok başarılı gördü. Her yardımı yapacağını belirtti. Eskilerden görüştüğümüz unsurlar arasında diyebilirim ki Azizoğlu özel bir örnektir. Belki de biraz siyaset yapmasından ileri geliyordu denebilir. Ama, iyi bir insan, iyi bir Kürt ve kültürel seviyesi çok yüksek biriydi. Özetle, varolan Doğu Kültür Dernekleri’ne maddi yardım yapacağını ve bizim de bunlardan yararlanmamızı önerdi ve yaptı da. Bütün olanakları değindiğim gibi ele geçirmeyi başardık. Kendisi Koalisyon hükümetinde Sağlık bakanı olduğu için, bir takım olanakları sağlaması kolay olmuştu. Mecliste Komando olayları sırasında dönemin içişleri bakanı ile meclis kürsüsünde polemikleri olmuş, içişleri bakanı “Azizoğlu Kürt olduğunu söylesin, ben de kabul edeceğim” gibi bir provokasyon sergilemişti. Azizoğlu bunu söylemedi. Türk vatandaşlığından bahsetti. Olayları anlattı ve kınadı. Bize de ancak bu tür dolaylı bir yardımı yaptı. Kendisini minnet ve şükranla anıyorum. YTP Gençlik kolları görevine de Faruk Dinçer’i önerdik ve o çalıştı, bütün olanaklardan kendine gereği gibi yararlandı. (…) DDKO’ların yanında diğer çalışmaların kolay olmayacağı belliydi. Pek başarı sağlayamadılar.

9  Bu konudaki tartışmalar kapsamlıdır. Bunları başka yerde, anılarımız ya da yakın tarihimiz içinde ayrıca ele almak gerekiyor. Açıkça Türk “Sol”u ve Kemalizm’in yenilmesi vazgeçilmez bir hedefti. Bu tehlikeli iki akımın karşısında durulması gerekliydi. Öyle de yaptık. Bunun için Ulusların Kendi Kaderlerini Kendilerinin Belirlemesi temel ilkesine sarılmak, teorik savunulması, vuruşulması zorunluydu. Bunu yaptık, ama görevimizi gereği gibi yerine getiremedik. Çünkü koşullar, yeni ortaya çıkışımız, teorik kapasitemiz, maddi olanaklarımız elvermiyordu. Daha sonraki dönem KOMAL ve Rizgarî  sürecinde ise, bunu tam başardık sayılabilir. Kendimizi teorik ve pratik ispatlamış olduk. Ama, DDKO dönemi kadar kitleselleşemedik.

10  Örneğin, M. Ali Ermiş, ki o zaman Gün yayınlarını yönetiyordu, aslen Malazgirtlidir, bize karşı çekimser durdu. Yine, M. Ali Aslan da çekimser tavır takındı. En sert tepki Yaşar Kaya’dan gelmişti. Aşağıda ona değineceğim. Yeri gelmişken belirteyim, Şeyh Melik Fırat’ta bizi Hınıs’ta evinden kovmuştu. Ben ve Rahmetli Yümnü Budak birlikte gitmiştik. Yümnü ile yani Hazro beyleri ile akrabalıkları da vardı. Şeyh Sait’in torunu olması da bize güç veriyordu. DDKO’nun durumunu anlattık ve destek vermesini istedik. Dinledi ve yüzümüze bakarak “siz iyi yetiştirilmişsiniz, nerede yetiştiniz, buradan çıkıp gidin ve evimizin 10 kilometre yakınında sizleri bir daha görmeyeyim vb..” gibisinden son derece sert belirlemeler yaptı, bizi ajanlıkla suçluyordu. Ayrıldık, moralimiz çok bozulmuştu. Ali Beyköylü’nün yanına Tekman’a  gitmeyi düşündük, ancak vazgeçtik. Bir süre Hınıs’ta ortalıkta dolaştık, sonunda Varto’ya gitmeye karar verdik..(…) Melik ağabeyimiz önce devlet partilerinde ve sonra da  PKK kulvarında boy gösterdi. Adına “himayelerinde hac kervanı” düzenlendi. Azılı bir Kürtçü olup çıktı. İyi, bir şey diyeceğimiz yok. Sonra da HAKPAR genel başkanlığı  görevine getirildi. Bizden de yardım isteniyor, bunu yaptık, yaparız. Ancak bir küçük özeleştiri bile vermedi. Tarihsel süreç bakımından bu olay benim ve Yümnü’nün üzerimizde çok etkili olmuştu, birçok yerde de açıkladım. (…)

11  Bak: DDKO 1. Dönem Genel Kurul Karar Tasarısı, 22 sayfa, 1969. Bu karar tasarısı Genel kurullarda kabul edildi. Bak: DDKO Dava Dosyası, KOMAL, Ankara, 1975. Belge: 12. Sh: 605-630.

12  Bir iki örnek verecek olursak; DEV-YOL liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu’nun derlediği bir kitapta ilginç bir açıklama var. (Oğuz’u Ankara Hukuk Fakültesinden yakından tanıyorum, uzun yıllar arkadaşlığımız oldu. Fikir Kulübü üyesiydi. Daha sonra kendi isteği üzerine ayrılmasına karar verdik!) Kitabın IV. Bölümünün Başlığı “Kürt Sorunu” olarak verilmiş. Ama, bu başlık boş beyaz sayfada duruyor ve dip notu da şöyle: “Ortak Savunma dilekçesinin bu bölümü, derlemeye alınmamıştır(Yayınevinin notu)”. (Bak: Oğuzhan Müftüoğlu, Türkiye Gerçeği, 1960’lardan 1980’e, Patika yayıncılık, Sh:445, Ekim 1989.) Kitabın 55 imzalı, 14 Eylül 1988 tarihli 760 Sh’lık dilekçeden derlendiği açıklanıyor. Yani, mahkeme önünde açıklanmış bir metin, kitap haline getirilirken, sansüre uğruyor. (…) Bu Kürt Sorunu’na karşı oluşu göstermektedir bence.

Oysa, biz DEV-YOL ile birçok konuda birlikte hareket etmiştik. Lider kadro ile yakınlığımız vardı. Örneğin Çağdaş Avukatlar Birliği, POL-DER, Yeraltı-Maden İŞ Sendikası’nın Şırnak, Aşkale, Erciş işletmelerinde ortak mücadele etmiştik. Bir ara sömürgecilik ile ilgili bir broşür basıp Balıkesir, Eskişehir ve Uşak yöresi birimleri itiraz ettikleri için geri çeken Dev-Yol ile ayrılıp, başka siyaset oluşturan Kurtuluş vb. ile de ilişkilerimiz iyiydi. Bir tek kelime DDKO, Kürt hareketleri, KOMAL ve  Rizgarî’den bahsedilmiyor. İlginç. Ama şunu söylüyorlar;

“Tarih Bizi Faşizme Karşı Örgütlenemediğimiz İçin  Suçlayacaktır”. Ya Kürtlerle ilgili, Kürdistan’la ilgili tarih ne diyecektir? FKF dönemi de bizi atlıyorlar. Bak: DEV-YOL Sanıklarının İfadeleri, Devrimci İşçi yayınları, 175 sayfa ve  “1965/71 Türkiye’de Devrimci Mücadele ve Dev/Genç”,  Devrimci Tavır Yayınları-2, tarihsiz, 83 Sayfa (kapaktaki not şöyle: Bu broşür, 1970 yılı sonlarında KURTULUŞ yayınlarında basılmıştır.)  Tarih bütün yanları ile karartılıyor. 6. Filo ve 1968 Olayları, Üniversite işgalleri, İzmir, İstanbul gösterileri, 1969 Kanlı Pazar, 1967-69 Doğu Mitingleri vb. hemen hepsinde bizi saymıyorlar. Ama, Samsun’dan başlayıp Ankara Mamak’ta sona erecek olan “Emperyalizm’e Karşı Mustafa Kemal Yürüyüşü”nde söz ediliyor! O yürüyüş ki, Mustafa Kemal’in kalpaklı büyükçe yapılmış fotoğrafı ve Türk bayrakları ile gerçekleştirilmiş, yürüyüşçüler Samsun yolunun Mamak’a girişindeki köprüde askerlerce yolları kesilerek dağıtılmışlardı. Şehre sokulmamışlardı. Biz de oraya gitmiş, bekleyenler arasındaydık. Günlerce bu yürüyüş sunulmuş, propagandası yapılmış, son anda niçin böyle bir karara varılmıştı, hala anlamış değilim.. Yürüyüşçülerin arasında Deniz Geçmiş’te vardı. Biz bu yürüyüşe katılmayı kabul etmemiştik, yollarımız biraz da bu yürüyüşün tartışıldığı toplantıda ayrılmıştı. Mihri Bey’in bizlere hakaret ettiği toplantılardan biri ve en önemlisi bu toplantıdır. (…)

13  Yümnü, aslen Diyarbakır’ın Hazro Beylerindendi. Son derece dürüst ve sempatik biriydi. Diyebilirim ki, onu DDKO çevresinde sevmeyen yoktu. Çok mütevaziydi. Fedakar ve aktif çalışmaları ile DDKO’nun kuruluşu ve daha sonraki dönemine büyük katkıları oldu. Bana çok yardımcı oldu. Kurucular adına ilk dönem başkanlık da yaptı. Yargılamalar dönemi cezaevinde hiç tartışmasız tavır koyanlardan biriydi. Cezaevinde de Komün Başkanlığımızı yaptı. İddianameye Cevap ve Savunmalara imza attı. Mahkemede ve cezaevinde önde vuruştu. Ailesi Diyarbakır’da ve olanakları da olduğu için cezaevine sürekli yardım yapmalarını sağladı. Onu en iyi dost, yoldaş ve arkadaşlığıyla içten anıyorum. İyi bir insandı, iyi bir yurtseverdi. Çok güvendiğim ve sevdiğim bir insandı. En son 1985 sonrası cezaevinden çıkışımda karşılaşmış evine gitmiştim. Bazı ailevi sorunları, özellikle Hazro’da kendilerinden alınmak istenen “Devrimci Haraç” nedeniyle rahatsızdı. Onu genç yaşta, 1995 yılında kaybettik. Yümnü’yü uzun uzadıya güler yüzlülüğü, mertliği, yiğitliği vb.. yanları ile yazmak gerekiyor, ama burada olanaklar elvermiyor. Bu duygu ve düşüncelerimi anılara havale ediyorum. Gerek ben ve gerekse onu yakından tanıyan Ümit Fırat, İhsan Aksoy gibi arkadaşlar herhalde yazarlar. Onun klasında çok az insan var piyasada. (…)

14 Avukat Hikmet Bozçalı ile ilgili kısa bir açıklama yapmak istiyorum. Yukarıda Realite Gazetesi ile ilgili tartışmada DDKO İstanbul başkanı olarak adı geçmişti. Ayrıca, DÖB’le ilgili de adından bahsetmiştik (Deniz ve arkadaşlarının örgütü). Kendisi hayattadır, bazı şeylere tanıklık etmesini bekliyorum. Yukarıda Orhan’ın sunuşunu eleştirmiştim. Evet Hikmet militandı, fedakarca çalıştı. Ben kendisini severim. Ama cezaevine getirildiği zaman çok rahatsızdı, psikolojik olarak sağa sola saldırıyordu. (…) Özellikle Dr. Naci Kutlay ve diğerlerinin kışkırtmaları ile bana saldırıyordu. Küfürler yağdırıyordu. “Bizi imha ettireceksiniz, savunma yapmayın vb.” diyordu. Bir gece elindeki bıçakla yatağıma saldırdı, arkadaşlar kalktılar müdahale ettiler. Ortalık karıştı. Bıçağı batıramamıştı, askerler duymasın diye elinden bıçak alınmış, işi kapatmıştık. Bunun dışında da her yerde bana sataşıyordu. Bende gayet sakin karşılıyordum. Sonra yatağım araya alınıp arkadaşlarca koruma sağlandı. Bir de mahkeme salonunda saldırı yaptı, bağırdı (…) Bu olaylara Mahmut Kılıç, Cemil Fazla, Çetin Dayı  ve ötekiler hemen hepsi tanıktırlar.

15  Bu konuya Kemal Burkay’ın Anılar Belgeler-Cilt:1, Stockholm, 2001 kitabına verdiğim cevapta değinmiştim. Bak: Mümtaz Kotan, Zorunlu Bir Açıklama, Atina, Ağustos 2002, Sh:6.

17 Yukarıda Yenilginin Sosyalist Teorisyenleri, PKK’nın komiserleri bölümünde Doğu Perinçek  ile ilgili açıklamada Yaşar Kaya’ya değinmiştik. (Bak: Yenilginin İzdüşümleri, Sh:306-307, Dipnot/279.) Umarım “2000’e Doğru” dergisindeki röportajın bazı bölümlerindeki olumlu söylemlerine bağlı kalarak ciddi bir özeleştiri verir.(…) Bazı önemli şeyleri açıklar. Özellikle, PKK ile ilgili uluslararası düzeyde açıklanması gerekli ilişkiler var. Her ne kadar böylesi  kurumlar, PKK mantığı içinde kül-ufak olduysa da, Yaşar Kaya’nın adı  bir ulusal  kurumun başında senelerce durdu. Ayrıca, DEP süreci açısından da hem savunulması, hem de ciddi eleştirilmesi gerekir diye düşünüyorum. (…)

18  Daha sonra içeri girip Mahir Çayan ile konuştuk. Orada bulunan Ulaş Bardakçı ve Sinan Cemgil’in tutumları bize karşı olumluydu. Olaya en sert tepki Sinan’dan  geldi ve yapılanların yanlış olduğunu belirtti. Sinan son derece dürüst bir insandı. Bu arkadaşlar şimdi hayatta değiller, birlikteliğimiz, mücadele arkadaşlığımız var, anıları önünde saygı ile eğiliyorum. Sinan en iyi arkadaşlarımdan biriydi. Kaçak olduğu bir dönem Malazgirt’te bizim evde bir süre kalmış, daha sonra bilindiği gibi Nurhak’ta şehit olmuştu. Anam her seferinde sevmiş olacak ki, Sinan’ı sorup durur. Ondan söz açılınca gözleri dolar. F. Huriye hanım da bizimle aynı acıları, zorlukları çektiği için olacak, bu tür olaylara çok muhatap olmuştur.

19  DDKO Dava Dosyası, Cilt:1, KOMAL Yayınları 1975, Sh:473-630.

20  Age.  Sh:481/485.

21  Daha geniş bilgi ve 2 No’lu  bülten  için bak: age. Sh: 487-496.

22  3  No’lu bülten için bak: age. Sh:497-507.

23  4 No’lu bülten için bak: age. Sh: 509-520.

24 5 No’lu bülten için bak: age. Sh: 521-531.

26  6 No’lu  Bülten için bak: age. Sh:533-544.

27  7 No’lu  Bülten için ak: age. Sh: 545-555.

28  8 No’lu  bülten için ak: age. Sh: 557-570.

29   9 No’lu bülten için bak: age. Sh: 571-581.

30  Daha geniş bilgi için bak: İsmail Beşikçi, Doğu Mitingleri’nin Analizi (1967), Yurt Kitap Yayın, Ankara, Mart 1992.

31  Yukarıdaki alıntılar Xoybun örgütü yayınından alınmıştır. 1925 Şeyh Sait adıyla anılan direnmeyi konu alan bir broşürdür. İngilizce’den Türkçe’ye Bavê Bêrivan tarafından çevrilmiştir. Nakleden: Kürdistan Press, Türkiye’de Kürtlerin Kırımı, Sayı:34, Sh:10, Nisan 1988.

32  Bak: Kürdistan Press, Sayı:39, Sh:5, Haziran 1988.

33  Refik Karakoç, Türkiye’de Göç, Ronahi gazetesi, Şubat 1996.

34 M.Ali Aslan, Kürt Mülteciler, Demokrasi Yayınları, Ankara, Kasım 1988. M. Ali Aslan’ı çok önceden tanıyorum. O da yukarıda açıkladığım “Doğulu sosyalistler” ekolünün içindeydi. 1967 yılında yine mitinglerle ilgili olarak adı geçiyor, gelişmeler içinde Ankara’da Yeni Akış adlı bir dergi çıkardı. Kendisi ile birlikte Abbas İzol tutuklandılar. Abbas Siverekliydi. Yargılama sonucu beraat ettiler. Bu dergi de Kürt hareketi açısından önemli bir aşamaya tekabül ediyor. Şu an arşivde elimizde bulunmuyor, Türkiye’de 1975/80 dönemi Rizgarî arşivinde kaldı (…) Abbas İzol’un vefat ettiğini öğrendim. Kendisi ile yakın arkadaşlığımız vardı,saygı ile anıyorum. TİP yanlısı idi, DDKO’lara pek yanaşmadı ama karşı da olmadı. M. Ali Aslan Ankara Uzun Otel’de kaldığı sıralar Şivan ile de görüşüyordu, örgütsel ilişkisinin olup olmadığını bilmiyorum. Ancak, TİP genel başkanı olduktan kısa bir süre sonra görevinden istifa etti. Söylentilere göre Genel Kurmaya götürülüp tehdit edildiği için görevi bırakmış. Bu çekilişinin gerekçesini de açıklamadı, hala net olarak bilmiyoruz. TİP’ teki karmaşa içinde Aybar/Boran gruplarının çatışmasında yönetime gelmişti ve parti çevrelerinde Aybar’cı olarak biliniyordu. Eğer çalışsaydı bazı şeyleri kotarırdı diye düşünüyorum. İyi ve çalışkan biriydi. (…) Ayrıca TİP’ teki çalışmalarımızda, özellikle Erzurum il örgütlenmesinde birlikteydik, bizim otelde rehin kalmamız olayında yardımları olmuştu, kendisi de çok zorluk çekmişti.(…)

35  İsmail Beşikçi, ‘’Kürtlerin Mecburi İskanı’’, Komal Yayınları, 1977, İstanbul.

36Cumhurbaşkanlığına Sunulan Rapor”, DDKO Dava Dosyası, KOMAL Yayınları, 1975, Ankara, Cilt:1, Sh:597-603.

37  DDKO 1. Dönem Çalışma Raporu, Ag. DDKO Dava Dosyası, Sh:583-594, Belge 10.

38 DDKO I. Dönem Karar Tasarısı, ag.  Dava Dosyası, Sh: 605-630, Belge 12.

Bir konuya kısa açıklama getirmek gerekiyor. DDKO Karar Tasarısı’nın ortak bir metin olduğunu belirtmiştik. Başlık ise, “DDKO I. Dönem Karar Tasarısı” olarak tek bir örgütü belirtiyor. Bunun nedenini yukarıda söylemiştik. Birbirleri ile ilişkili göstermemek, birine açılacak dava ve sonuçta verilecek kapatma kararından diğerlerini korumak düşünülmüştü.  Ama, kısa zamanda DDKO’lar hep birlikte kapatıldılar ve aynı iddialarla ve aralarında ilişki de kurularak yargılandılar. Aktardığımız belgenin altında Ankara DDKO Yönetim Kurulu imzası var, bunun için açıklama yapma gereği duydum. Oysa, Karar Tasarısı DDKO’lar üst yöneticileri tarafından (illegal görünmeyen kurul, yukarıda değindim.) ortak metin olarak kararlaştırılmış ve DDKO’lar Yönetim Kurulları ile Genel Kurullarında aynen benimsenmesi sağlanmıştı.

39  Bak: DDKO 9.Bülteninde sözü edilen duyuru. (Bak::Dipnot: 402. Ag. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:492)

40  12 Mart 1971 müdahalesi ile ilgili açıklamalar için bak: Yenilginin Teoriysenleri, Özel örnek: Mihri Belli bölümü. (Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh: 276 vd.  Ayrıca, dipnot: 398 için de Age. Sh:476)

41 Bak: İddianame. Hakim Albay Said Dabak, Askeri savcı, Diyarbakır-Siirt İlleri Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi, Esas No: 1971/144, Evrak No: 1971/130. Orijinal metin, Rizgarî Parti Hukuk Arşivi. Daha geniş bilgi için ayrıca bak: DDKO Dava Dosyası, KOMAL Yayınevi, Ankara 1975, Sh: 11-72.

Savcı İddianamesini 1. duruşmada okumaya başladı. Ancak ben ve benim adıma söz almak isteyen avukatlarım Şerafettin Kaya ve Niyazi Ağırnaslı mahkemenin bağımsız olmadığına dair itirazlarda bulunmak istedik. Kargaşalık içinde hakim Hamdi Sevinç bize söz vermedi, savcıya iddianamesini okumaya devam etmesi için söz verdi. Savcı okumasına devam ederken vaktin geç olması nedeniyle duruşma ertelendi. Daha doğrusu bizim itirazlarımız ve mahkeme ile atışmamız üzerine ertelendi. Duruşma 10.12..1971 tarihinden 11.12.1971 tarihine ertelendi. Bu duruşmada, yani  2. duruşmada savcı İddianamesini okumayı bitirdi. Şunu da belirteyim, savcı Said Dabak aslen Mardinliydi. (…) Davamız yaklaşık bir yıl içinde sonuçlandı, bu süre içinde birçok savcı değiştirildi. Binbaşı  Taylan Erimer de bizim davanın savcılığını yaptı..

42  Daha geniş bilgi için bak: İsmail Beşikçi, Türk Tarih Tezi ve Kürt Sorunu, Dengê Komal Yayınları, 2. baskı, Stockholm 1986. Bu kitapta İsmail Beşikçi aynı zamanda “Güneş-Dil Teorisi”ni de inceliyor, yani Savcının ileri sürdüğü yalanları alt üst ediyor.

43 Yukarıda Yenilginin Teorisyenleri bölümünde (Bak: Ag. Yenilginin İzdüşümleri. Sh:343)Yalçın Küçük şöyle diyor: “Uyanışta kitap ve gazete çok önemlidir. Kürtler ilk kitabı 1897 yılında İstanbul’da ve ilk gazeteyi de 1898 yılında Kahire’de çıkararak bu alanda geç kalmışlıklarının kesin kanıtlarını veriyorlar”. (Bak: Yalçın Küçük, Kürtler Üzerine Tezler, Dönem Yayınları, Ankara 1990, Sh:43.) Ama, DDKO davasında iddianameye cevapta verdiğimiz örneklere bakılırsa daha 1009 yılında Kürtçe divan yazılmış. Ve Kürdistan’ın çeşitli merkezlerinde 15. yüzyıl sonlarından itibaren birçok gazete ve derginin yayınlandığı bilinmektedir. (Bak: DDKO Dava Dosyası, Komal Yayınları, Ankara 1975, Sh:200) Bunu  da Küçük’e bir cevap olsun diye yazıyorum.

44 İddianameye cevap metnine koyduğumuz Dil bölümünü, o dönem bizimle cezaevinde bulunan öğretmen arkadaşlar Erdal Şenel, Hüseyin Toptaş ve Kazım Baba komündeki bazı üyelerle birlikte hazırladılar. Feqi Hüseyin Defter Dergisine verdiği röportajda bunu kendisinin hazırladığını belirtmiş, bu doğru bir bilgi değil. Tarihsel olarak düzeltilmesi gerekiyor. Konu ile ilgili Rizgarî’de açıklama yapmıştık, tutuklu bulunan öğretmen arkadaşlar Varto’dan “Şafak bildirisi operasyonu” ile ilgili getirilmişlerdi, yardım ve yataklıktan yargılanıyorlardı. İkisi edebiyat öğretmeniydi. Bizim komünde kalıyorlardı. Burada daha da açık koymaya çalıştık. (Bak: Rizgarî, Sayı: 24-25, Ekim 1990-91, Sh:234.) Bu metin Türkçe dilbilgisi ve gramer kurallarına karşı Kürtçe’nin ayrı bir dil olduğu, dilbilgisi kurulları koyularak hazırlanmıştı. Redaktesini de orada bulunan Öğretmen Mehmet Gemici yapmıştı. Feqi’nin katkıları olsa da bu metin onun tarafından hazırlanmadı. Bu anda hayatta değil, kendisini saygı ile anıyorum. Bütün arkadaşları minnet ve şükranla anmak gerekir. (Konuya, Feqi’nin DDKO üyesi olmadığına, kısaca Yalçın Küçük bölümünde de değindik. Bak: Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:320, Dipnot: 291)

45  İddianameye Cevap, DDKO Dava Dosyası, Komal Yayınları, Ankara, 1975, Sh:111-277. Orijinal metindeki sayfa numaraları altında belirtilmiştir. Parti arşivimizde orijinal metin de ciltli bulunuyor.

46  Ankara DDKO grubu sanıkları ve “OCAK KOMÜNÜ” üyeleri 6 kişi olarak birlikte hareket ediyorduk. Nezir DDKO kurucuları arasında değil, bunun nedenini hala anlamış değilim. O dönem bunu kendisinin istemediğini düşünüyorum. Ya da bir kamu kuruluşunda çalışması nedeniyle bir sakınca görülmüş olabilir. Onu da kurucu olarak kabul ediyorum. Çünkü kuruluş dönemi en aktif çalışan arkadaşlardan biriydi.

47  Kürdistan PressDDKO Türk Basınında” başlığı ile bir haber yaptı. Yıllar sonra Hamdi Sevinç konuşmaya başlamıştı. Kürdistan Press, “Acaba günah mı çıkarıyor, yoksa eski entrikalardan biri mi?” diyordu. Hamdi Sevinç, Mehmet Gemici’yi DDKO davasından MİT ajanı olarak açıklıyordu. (Bak: Kürdistan Press, Sayı:1, Sh:14, Eylül 1986). Haberde, Avukatımız Ş. Kaya’nın olaya ve döneme ilişkin açıklamaları, M. Gemici’nin cevabi mektubu ve bizim gönderdiğimiz mektuptan da söz ediliyordu. Hamdi Sevinç ile ilgili ilginç bir öneri de açıklanmıştı. Bunu kararla birlikte devlete önermiş.  Bu öneriye göre;

 “…

  1. Doğu Anadolu bölgesindeki memurların (Kürt demek istiyor -K. Pres’in notu-) batı bölgelerine ve batı bölgelerinden getirilecek memurların da buraya yerleştirilmesi.
  2. Doğu Anadolu bölgesinde geniş ve sistemli bir okuma yazma seferberliğinin başlatılması, (asimilasyon öneriyor- K. Press’in notu-),
  3. Sanık ve ailelerinin  cezaevinde ve dışarıda  sıkı bir takibe alınması. Bu öneriye bakınız! ( Kürdistan Press).
  4. Gemici’nin yukarıda sözünü ettiğimiz metni için Bak: Rizgarî parti arşivi, K-II, D-3, BK/Dos. No: VI-63. Gemici genişçe olayı açıklıyor ve yalanlayarak kendini savunuyor.

Biz de  (ag. Kürdistan Press) Güneş Gazetesi’nde Hamdi Sevinç ile söyleşi yapan ve açıklayan, bunu da ileride kitap olarak yayınlamayı düşünen Lütfü Oflaz’a geniş bir metin hazırlayıp göndermiştik. Bak: Sayın Oflaz, Mektup, Rizgarî Parti Arşivi, Genel Sekreterlik Özel Dosyalar, 8 Ağustos 1986, 33 sayfa. Metnin altında şu not var: Bu metin A’da (İ) ve (D) tarafından (Yani ben ve R. Arslan tarafından) hazırlanmış, arkadaşların öneri ve eleştirileri alınarak son hali verilmiştir. Avukatımız Ş. Kaya tarafından onun adına gönderilmesi uygun görülmüştür, 28 Temmuz 1986.  Metin  “konu ile ilgili birçok unsur adına Avukat Ş. Kaya” imzası ile onun tarafından Oflaz’a gönderilmişti. Bundan sonra Oflaz geri çekilmişti. Koşullarımız elverseydi, hem M. Gemici’nin hem de bizim metnimizin tümünü vermeyi isterdim. Ama, kitabı sınırlandırdığımız için bunları da çıkarıyorum, veremiyorum. (…)

48 Yag. İddianameye Cevap, 167 sayfadır. Bazı yerlerde metin 164 sayfa olarak geçiyor, bunun nedeni içindekiler, bibliyografya ve kısaltmalar ile birlikte alınmamış, bunlarla 167 sayfadır.

49  DDKO Dava Dosyası, KOMAL Yayınları, Ankara, 1975, Sh:300.

50  Dilekçe 18.12 1971 tarihini taşıyor. Altında şu arkadaşların isimleri var: Nusret Kılıçaslan, Zeki Kaya, Sabri Çepik, Faruk Aras, Ferit Uzun, Hasan Acar, Niyazi Dönmez, İhsan Aksoy, İhsan Yavuztürk. DDKO Dava Dosyasında  bu dilekçe aynen verilmiş. Burada adları geçen arkadaşlarla ilişkilerimizi mümkün olduğu kadar cezaevinden sonra da sürdürmeye çalıştık. Halen ilişkilerimiz iyi olan arkadaşlar var. Sanıyorum Ferit Uzun dışındakiler hayattalar. Zeki Kaya’nın Bulgaristan’da hayata veda ettiğini duydum. Bize en sert davrananlardan biriydi, kuruluş dönemi değil, cezaevi ve sonrası dönem böyleydi. Ama, yinede emeği ve mücadelesi açısından onu da  burada saygıyla anıyorum. Bak: DDKO Dava Dosyası, Sh: 305-317.

51 Ferit çok yakın bir arkadaşımdı, kendisi ve ailesi ile yakın görüşüyorduk. Ankara Emniyetinde soruşturma sırasında meydana gelen bazı olaylardan ötürü tutuklanmamıştı. Daha sonra tutuklandı ve Diyarbakır’a geldiği zaman bizim komüne katılmadı. Dürüst davranarak, durumunu bana, Yümnü Budak  ve İbrahim Güçlü’ye açıkladı. Önceleri bağımsız duran bazı unsurların masalarında kaldı. Karardan önce de tahliye oldu. Birkaç kez duruşması olduğu gerekçesi ile dışarı götürüldü. Onun dışında Musa Anter ve Naci Kutlay da  götürülmüşlerdi. Avukatımıza sormuş, ilgilenmesini istemiştik. Bu arkadaşların adliye kaleminde kayıtlı görülenmekte olan  davaları yoktu. (…)Ferit çalışkan ve sempatik bir insandı, DDKO’da da çok çalıştı. Bildiğimiz kadarıyla, 1975 sonrası kurulan Kawa’nın liderliğini götürüyordu. Daha sonra Siverek’te bir cinayete kurban gitti. Kendisini saygı ile anıyorum. (…)

52  Niyazi Tatlıcı (usta)  son derece şakacı, fedakar bir insandı. Bizim komünü çok beğeniyordu. Nasıl olduysa bize sert davranmaya başladı, daha sonra o da işin esasını anladı. Mücadeleye emek vermiş, bizlere çok yardım etmiş biri olarak onu minnet ve şükranla anıyorum. Mehdi’nin ustasıydı, gençlik hareketlerinden ve onun tabiri ile “talebelerden” hiç hoşlanmazdı. Onunla her Kürdün olduğu gibi bizimde çok anımız var, belki bir gün bunları yazarız. Aslında “Doğulu sosyalistler” grubundan hoşlanmazdı ve ciddi eleştiriler yöneltirdi. Cezaevi koşulları, maddi olanaksızlıklar vb.. bize böyle bir davranışta bulunmasını getirmişti.

53  Musa Anter son derece cesur ve insancıl biriydi. Bize çok yardım etti. Sözünü esirgemezdi. Her düzeyde arkadaşlıkları vardı. Yıllarca içeri girip çıkmıştı, cezaevlerini biliyordu. Ankara’da gözaltına alındığımız zaman yine hazırlığını yapıp gelmişti. Biliyordu ki Kürtçülükten içeri girince, bunun birkaç senesi olur. Onu anılarımızda uzun anlatmamız gerekecek. Esas soruna gelirsek, Musa ağabeyin gerçek- ten MİT ile başı dertteydi, bu konuda Ruşen ve ben Yargıtay’da bir davaya da tanık olmuştuk. (…) Siverek’te Şafak olayı sanıklarına arabuluculuk yapması için götürülmüştü. Kendi anlatımıyla, oğlu Dicle’yi öldürecekleri tehdidi ile götürmüşlerdi(…). Musa Abi, açık sözlüydü. Bize çok şeyi anlatırdı. Diğerleri ise hiçbir şey söylemiyorlardı. (…) Cezaevinde hep bağımsız kaldı. Kendisine çok yakın dav- randık, saygı ile yanaştık. Bütün olumluluklarına rağmen harekete zararları da olmadı değil. Durumu biraz da olduğundan fazla abartıldı. Bu PKK’nın bir yöntemiydi. Son dönem PKK kulvarında koştu ve Öcalan için bazı laflar etmeye başlamıştı ki, nihayet kötü bir cinayete kurban gitti. Yanında bulunan O. Miroğlu’nun olayı aydınlatması gerekir. Tarihimiz açısından bu olay önemlidir. (Ben bunları yazdıktan sonra, sanıyorum 2006 da Miroğlu bir açıklama yaptı, ancak bunu ben yeterli görmüyorum.)’’Otelden ilk çağrılışında gitmediği, ikincisinde ise yazılı kağıt geldiği ve PKK Diyarbakır sorumlusu olarak tanıdığı birinin ismini gördükten sonra gittiği ve geri gelmediği’’ söylenmektedir. Onu saygı  ve sevgi ile anıyorum. Aşağıda kısaca, DDKO üzerine söylemlerine de değineceğim.

54  Bir aramada ele geçen defterden edindiğimiz bilgilerde, “bu komün üyelerinin (Ocak komünü demek istiyor-bizim-) ilerisi için umut vaat ettiği ve desteklenmeleri gerektiği” yazılmıştı. Gelen unsurlar arasında Cizre ve Silopi’den bazı arkadaşlarda bizimle hareket etmeye başlamışlardı. Örneğin, Sabri Vesek, Tahir Ökten gibi. (Bu arkadaşları da saygı ile anıyorum.) Bu defterin asıl sahibi Ahmet Zeki Okçuoğlu idi. Sonradan tahliye oldu. İstanbul DDKO üyesiydi. Kurucu olup olmadığını bilmiyorum. Kendisini “Şivan” hareketi yanlısı biliyordum. Birçok kez ilişkilerimiz iyi gitmiş olan bu arkadaşın, daha sonra Kawa grubu ile ilişkili olduğu ve hareketin yöneticilerinden olduğu söylendi. Son dönemler bağımsız olarak Türkiye’de ikamet ediyordu. Öcalan’ın yakalanmasından sonra onun avukatlığını üstlendi. Sonra bıraktı ve kamuoyuna açıklama da yaptı. Avukatlığı yüklenmesinin gerekçesini bilmediğim gibi, ayrılmasının gerekçesini de zayıf buldum. Türkiye’de son zamanlar ‘’DOZ’’ yayınlarını yönetiyordu, ‘’Serbesti Dergisi’’nin genel yönetmeniydi. (…) Sonuç olarak “Şivan” yanlıları bize sahiplenmeye açıkça başlamışlardı.(Diğer TKDP ile ilişkilerimiz ve yakınlığımız biraz kıskanılmıştı ve aralarındaki rekabeti ve bazı kuurucu ve diğer üyelerimizin de bu partiden olmaları biliniyordu.)Hatta sivil cezaevine gittikten sonra bizim kaçırılmamız planları da oldu. Maddi destek de verildi. Orhan Kotan, Zülküf Şahin, Feqi Hüseyin Sağnıç vb’nin çok önceden süren destekleri, içeriden giden bu bilgilerle pekişmişti. Bu da doğal, bizi kazanmak istiyorlardı. Dışarı çıktıktan sonra ilişkilerimiz sürdü.

55 Ankara-İstanbul DDKO, Savunma, Orijinal metin, 28 Ağustos 1972, 489 sayfa (metin 11 sayfa bibliyografya, 11 sayfa içindekiler-fihrist ve 1 sayfa kısaltmalarla birlikte 489 sayfadır.).  Rizgarî Parti Arşivi, Hukuk metinleri içinde 1972 yılında ciltlenmiş haliyle 3 cilt olarak bulunmaktadır. (Pelur kağıda yazılmış Ciltsiz bir surette daha bulunmaktadır.) 1. Cilt: Savcının Esas Hakkındaki Mütalaası/ 77 sayfa genel ve 61 sayfa sanıklar hakkında talep bölümü, altında  Sıkıyönetim Yardımcı savcıları Hakim Yüzbaşı  Abdullah Demir ve Hakim Yüzbaşı Vural Özenirlerin imzası var. Ayrıca 1. Ciltte savunmanın 128. sayfaya kadarki bölümü, 2. Cilt: savunmanın 129. sayfasından 349. sayfasına kadarki, 3.Cilt: savunmanın 350. sayfadan 489. sayfaya kadarki bölümü. Ayrıca, 18 sayfa sanıkların son sözleri, sanık vekilinin savunması, 80 sayfa. Her cildin sonunda içindekilerin fihristi çıkarılıp eklenmiş. Okunaklı olarak bulunan bu belgeler, Annem F. Huriye Kotan’ın diğer bir çok belge ile birlikte yataklara, yastıklara arkadaşların yaptığı zulaları oradan oraya taşıyarak, 1985 yılında içeriden çıktığımda bana teslim etmesi ile elimize geçmiş oldu. Orijinal ciltleri ise, DDKO dönemi Ocak Komünü içinde bulunan ve sonra tahliye olan, 1975 sonrası Komal Diyarbakır sorumlumuz Muharrem Özkahraman yaptırıp bize cezaevine getirmişti. (…) Diğer duruşma tutanakları, bazı dilekçeler vb.’den oluşan hukuk arşivimiz Ş. Kaya’da bulunuyordu. Geçiş yaptığı sırada Suriye’de PKK’ya teslim ettiği yolunda, kendi ifadesine dayarak daha önce açıklama yapmıştım. (Bak: Kemal Burkay’a ‘’Zorunlu Bir Açıklama’’, Ağustos 2002.) Ama, Ş. Kaya daha sonra kendisine hiç yakıştıramadığım biçimde bizi yalancılıkla suçlayıp işin içinden çıktı. Parti tutanaklarımız ve toplantı kasetlerimiz duruyor.  Biz de bütün belgeleri koruyarak, Kürdistan Mücadelesi’ne ya da kurtarılmış alanlardaki kütüphanelere, yetkili gördüğümüz kurumlara mutlaka ileteceğiz. Bizim de bir tarihimiz, bilgi depomuz bulunmasını sağlayacağız. Neye mal olursa olsun bunu yapacağız, Çünkü, bunlar hem değerli hem de bulunması güç şeyler. Ve de kapsamlıdır. (…)

56 ‘’Doğu İlleri ve Varto Tarihi’ kitabının yazarıdır. Kürt hareketi açısından devletle işbirliği ve harekete açık karşı oluşu, ihbarları, yazdıkları yalan-yanlış bilgilerle tarihimizde kara bir leke gibi duruyor. Varto’da M. Şerif Fırat zalim bir insan olarak bilinir. Külot pantolonu ve uzun çizmeleri ile elinde kamçısı, şehrin orta yerinde insanları yere yatırıp döven bir zalim. Bu yanları da açıklanması gerekli yanlardır. Sonunda köyünün çıkışındaki tepenin tam altında Xello Beran tarafından vuruldu ve mezarı da oradadır. Xello Beran yıllarca dağlarda gezdi, sonra da Bitlis Zindanlarında yatarak, orada öldü. (…) M. Şerif Fırat bütün yaptıklarına karşın bir süre  sürgüne gönderilmekten de kurtulamamıştı. Selim Fırat’ta bunu yekten gündeme getirip, o ajandı diyerek  tartıştı. Dipnot 47’de belirlemiştim (Dipnot/47 için bak: Age. ‘’Yenilginin İzdüşümleri’’, Sh:66.) Olanaklar  geniş tartışmaya elvermiyor, kitabın sınırlandırılması nedeniyle onu başka yerde geniş tartışma umudumu saklı tutuyorum. .

Selim, Kürdistan Press’te yazar olarak ortaya çıktığı zaman, daha ilk sayıların birinde bir manşetle göründü. Amcasını yorumladı. “Bir hain; M. Şerif Fırat (kendisi niye Ferat onu da bilmiyorum) ve ihanetin ortaya çıkardığı  bir kitap, Doğu İlleri ve Varto Tarihi” (Bak:Kürdistan Press, Sayı:3, Sh: 12, Ekim 1986) ve veryansın ediyor. Ha, yani bakın ben ne kadar devrimciyim, dürüstüm demeye getiriyor. Bunu  kabadayılıkla, gösterişle, bir yerlere yaranmakla yapması gerekmiyordu. Biz DDKO davasında, zindanda, zulümde M. Şerif Fırat’ı da öbürlerini de eleştirdik, deşifre ettik, tartıştık. Selim bunları yazmıyor, birdenbire bir şeyin farkına varmış gibi  bunu duyuruyor. TC de bunun gibi nice kitaplar, kişiler var.

Ama, kendisi “Bekaa Bekaa Kutsal Bekaa” yı yazabiliyor. DDKO’ları yazmıyor ya da en aşağı kavramlarla ifade etmeye çalışıyor. Attila Fırat (M. Şerif Fırat’ın oğlu) için de bir yazı yazmış,  “TC ve MİT’in örgütlediği bir Kürt Düşmanı Attila Fırat” diyor, ona cevap veriyor. Onun yazdığı broşürü “Açık Mektup”, “Hormekten Notlar”ı MİT’in adreslere gönderdiğini belirtiyordu, vb…  Yani, bir aile adına özeleştiri yapıyor?

Cevapta başlık şu: “Tarih ve bilim anlayışı üzerine”. Naziler tarafından kurşuna dizilen March Bloch’tan bir alıntı veriyor; “Bir tanıklığı bozabilecek bütün zehirler içinde en acısı düzmeciliktir’’ (Tarihçilik Mesleği adlı kitabından) diyor.

Attila Fırat’ı da M. Şerif Fırat’ı da düzmecilik ile suçluyor. Politika yalanla yapılabilir, bilim asla diyor ve March’an alıntıya devam ediyor: “Çünkü yalan, kendi tarzında bir tanıklık olmaktadır”. (…)

Fransız tarihçisi Fernard Braudel’den de alıntı yapıyor: ‘’Eğer insan gözlemlerini şimdiki zamanla sınırlarsa; hızlı, parlak, yeni, gürültülü ya da anlaşılması kolay herhangi bir şey kolayını çekecektir. Tarihsel bilimlerdeki kadar can sıkıcı bir olaylar dünyası telaşlı gözlemciyi …. pençelerine almaya hazır beklemektedir. Toplumsal gerçek oyuna getirilmesi zor kurnaz bir avdır” (Tarihçi ve Tarih adlı eserinden).

Evet Selim, aynen böyledir. Ama bunu sen yaptın ve yapıyorsun. “Anlaşılması kolay herhangi bir şey kolayını çekmiş” senin. Onların açıkladıkları şeyleri çürütme, öneri vb. yapmıyorsun. Bütün aile fertlerini suçlu hale getirerek, Kürdistan’da yeni bir kavramın oluşmasına çabalıyorsun. Öcalan da böyle yapıyordu. Bütün sülale ajan, dünyaya bir çocuk geldimi hemen ajan olarak  mı kaydediliyor!

Selim de ötekiler gibi tarihi alabildiğince kararttı, yalan yanlış bilgiler yaydı, olmadık eleştirilerle özgürce herkese ve her şeye istediği gibi sataştı. Bu bilimsel, insancıl değil. Bu namuslu bir tavır değil. PKK kulvarında koşarken, Öcalan ile ilgili söyledikleri TC’nin söyledikleri ve yaydığı ile farksız. Biraz utanıp bir özeleştiri yapması gerekmiyor mu?

Şunu da ekleyeyim, Selim’le ilgili Parti arşivimizin K-II, D-1 BK/Dos. bölümünde bizden ayrılışı ile ilgili raporu da var. (…) Varto’da ilk olarak Zazalar ile Sunnileri bir araya getiren, böylece polisin oyununu bozan  bir siyaset başarı ile uygulanmış ve bu Anti-sömürgeci Kültür Derneği’nin ilk başkanı da Selim olmuştu. Varto’daki çalışmada ben aktif olarak bulundum. Daha sonra Y. Çiçek’in Selim’i  dövmesi, kanlar içinde bırakması, ağır suçlaması üzerine kendisini Tatvan’a götürmüştük. (…)  Selim yurtdışına çıkarken de bize haber vermemiş, kendi başına buyruk çıkmıştı. Bildiğiniz gibi daha sonra yazar oldu! Eğer isterse bazı şeyleri tartışabiliriz. Şimdilik bu kadar.

57  Öğrenci hareketlerinin geleneksel tavrı bizi de içine almıştı, bunu belirledim. Bu kuruluşumuzdan sonra da yer yer devam etti. 1970 yılında sanıyorum Mart ayında Beşiktaş Mimarlık Mühendislik Yüksek Okulu’ndaki çatışmada bir arkadaşımızı kaybetmiştik, Mehmet Cantekin. Bununla ilgili bir bildiri yayınlamış ve otopsi raporunu da açıklayarak Mehmet’in arkadan, yani okuldan atılan kurşunlarla değil, yanına çöktüğü büfenin arkasından bir kurşunla öldürüldüğünü yorumlamıştık. İstanbul DDKO bir kampanya açarak ve banka hesap nosu da vermiş(İstanbul/Aksaray, Türkiye Emlak Kredi Bankası, Hesap No:37) , Mehmet Cantekin’in kardeşlerinin okutulduğunu, yardım edilmesini istemişti (Bak: DDKO 1 Nolu Haber Bülteni, 6 Nisan 1970, Y.ag. Dava Dosyası, Sh: 485). Kahtalı olan Mehmet Cantekin bizim ilk şehidimizdi,  onu saygıyla anıyorum. Bunun dışında, kuruluşumuzdan sonra  DDKO tarihinde başka bu tür olay olmadı. Bu da genel öğrenci hareketlerinin bir olayı olarak sayılabilir.

58 İddianame ve Esas Hakkındaki Mütalaada Savcıların belirttikleri ve mahkemenin de kararlarında yer yer değindiği filan nolu elemanımız diye bahsettikleri birkaç kişinin ismi geçmektedir. Bunlardan biri ….No’lu eleman olarak belirtilen Fevzi Kılıç’tır. Yukarıda DDKO kuruluş aşamasında  Ali Beyköylü ve Nezir Şemmikanlı ile birlikte Düzce’de silahlı saldırıya uğrayıp, hayatını kaybeden unsur. Mahkeme belgelerinde 321 No’lu eleman olarak sözü geçiyor.(…) Diğeri de Süleyman Ramazanoğlu.  Ankara DDKO lokaline bakan ve Akdere de oturan,  adi bir suçtan Ankara Merkez cezaevine gelen, -ki o zaman biz 4 kişi orada bulunuyorduk- yardım ettiğimiz, kendisine boya sandığı alıp çalışmasını sağladığımız unsurun açıklamalarına göre, Süleyman getirdiği aletleri toplantılarda veriyor ve seslerin alınmasını istiyormuş. Tanıklığa da gelmedi. En çok da tuvaletteki sifonun içine yerleştiriliyormuş, tabi bunlar söylemler. Bir iki tane daha adları açıklanmayan, No’ları belirtilen  eleman ve ayrıca  bizim bildiklerimiz de vardı.Bu elemanlar toplantı konuşmalarını kasetlere almışlar, kuruluşta bazı ufak tefek provokasyonlar yapmışlar sözde. Mahkeme böbürleniyor “biz kayıtsız kalmayız, gölge gibi arkanızdayız” demeye getiriyor. Açık, legal örgütlerde bunların çok doğal karşılanması gerekiyor. Hukuki belgeler incelenirse, bizleri  hiç de iyi takip etmedikleri, edemedikleri görülür.(…)

59  Ag. Savunma, 18.9.1972 tarihli, 489 sayfa.

60  Arkadaşlar 220 sayfa olduğunu hatırladığım metinlerini bizden sonra verdiler. Bu metin daha sonra Özgürlük Yolu’ndan ayrılan (bu arkadaşların ayrılıkları önemlidir, tarihsel olarak incelenmeli ve ortaya çıkarılmalıdır, tartışılmalıdır.) İhsan Aksoy tarafından kurulan ve Mehdi Zana ile bizim de kuruluşuna yardım ettiğimiz Pêkanîn yayınları arasında yayınlandı sanıyorum. Bizim savunma metnimiz ise maalesef yayınlanmadı (Yukarıda Orhan Kotan ile ilgili bölümde değinmiştim. Bak: Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:398 vd..)

61 Devrimci Doğu Kültür Ocakları, TEMYİZ LAYİHASI, Fikret Şahin, Mümtaz Kotan, İbrahim Güçlü, Battal Bate, Mahmut Kılınç, Ali Yılmaz Balkaş, Yümnü Budak, Ali Beyköylü’nün imzalarını taşıyor. 11 Eylül 1973 tarihli ve  510 sayfa. Metnin  bütün sayfa altları sanıklarca tek tek imzalanmış.

62 Feqi Hüseyin Sağnıç, Pêşeriya Hewısina Zmanî Kurdi /I-II, Melsa Yayınları, İstanbul 1991-1992. Bu kitapların sunuşlarında ve Feqi’nin biyografisinde de Komal ve Rizgarî’den kelime bahsedilmiyor. Bu süreç bilinçli olarak atlanmış.

63 İbrahim Güçlü, Tarihi Doğru Yazmak: Küçük  Bazı Düzeltmeler, Yekitîya Sosyalîst, Sayı:26, Uppsala, 1990, Sh:40-43.

Bu yazının sonundaki bir not’ta, “Yazının Defter Dergisi için yazılıp gönderildiği, ancak  yayınlanmamış olduğu” belirtiliyor. Bir kısa ekleme yapayım, keşke İbrahim her konuda tarihin doğru yazılmasına gayret gösterseydi, ne kadar iyi olurdu. ‘’Yekîtiya Sosyalist’’ ile ilgili açıklama yapmıştık. (Bak: Dipnot 78 için, Yenilginin İzdüşümleri, Sh:94) Hapishane Raporu ile ilgili tarihi doğru yazmak için yaptığımız çaba ve İbrahim’i bir iki konuda tanık göstermemize rağmen tanıklık yapmadı, üstelik bize veryansın etti. ‘’Yekitîya Sosyalîst’’, Sayı: 24, 1990 Sh:5-8’de, “Diyarbakır -Hapishane Raporu ile ne yapılmak isteniyor?” başlıklı tarihi baş aşağı etmede ısrarlı metne bakılabilir. Önemli değil. Bize dönük eleştiriler çok sert ve ayrılık döneminin verdiği hınç, öfke ve de alışkanlıkların devamı olarak sürüyor. Zaman bunların önemini ortaya koydu. Biz Hapishane Raporu ile bir dönemin haksız ve adaletsiz uygulamalarını, genel olarak Kürdistan sathında irdelemiş, birilerine paye çıkarmamak ve PKK’nın yaptıklarını netleştirmek için önemli bir atılım yapmıştık. Tamamen gerçek ve olayları olduğu gibi yazmıştık. Hapishane Raporu (Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:132 vd’na bakınız.)ile ilgili geniş bilgi vermiştim. Ayrıca, son dönem bize saldırı babında, ardın sıra PKK yanlıları ya da oradan gelme birçok unsur tarafından yazılan kitaplara ise hiç ses çıkarılmadı.  Bu nedenle, Feqi ile ilgili yazdıklarının, bazı konulara açıklık getirse de, kendisinin katkısı belirlenmediği için biraz tepkisel olduğunu düşünüyorum. Bu konuyu da düzeltiyorum. Tarihin doğru yazılması ise başka bir şey, bunu iyi bilmek gerekiyor.

64  Ekonomik Panaroma, , 26 Nisan  -3 Mayıs 1992, Sh:18 ve 21. İstanbul

65  2000’e Doğru Dergisi, 13 Ağustos 1989,  Nakleden: Şahap Balcıoğlu, ‘’Görüşler, Görüşmeler’’, Yön Yayıncılık,  İstanbul, 1991. Şahap Balcıoğlu da Musa Anter’in yaşam öyküsünü uzun uzadıya anlatırken hiç DDKO’lara dokunmuyor.(…)

66  Musa Anter, ‘’Hatıralarım’’, 1. Cilt, Doz Yayınları, İstanbul, Ekim 1990, Sh: 224-225. 2. Cilt ise, Yön yayıncılık tarafından basılmış, Bak: Musa Anter, ‘’Hatıralarım’’, Yön yayıncılık, İstanbul, Haziran 1992.

67 Sözü edilen Ansiklopedi’ye gönderdiğimiz ve basılmayan metin için bak: Rizgarî Parti Arşivi, K/Be.Dos. K-II-/D-4 No:102, 7 sayfa. İbrahim de Ansiklopedi’deki yazıdan bahsediyor. Bak: İbrahim Güçlü, Tarihi Doğru Yazmak: Küçük bazı düzeltmeler, ‘’Yekîtiya Sosyalist’’, Cotmeh/Çiriya pêşin 1990, Hejmar: 26, Sh: 40.  (Ayrıca, bak: Age. Yenilginin İzdüşümleri, Sh:533,  Dipnot/ 436)

68  Necmettin Büyükkaya , Kalemimden Sayfalar, Förlag Yayınları, Stockholm, Ağustos 1992.

69  Mehdi Zana , Bekle Diyarbakır, ‘’Doz Yayınları’’, İstanbul, Mart 1991.

70 DDKO Türk Basınında, Kürdistan Press, Sayı:1, Sh:14, Eylül 1986.

71  Ali Bucak, Tarih ve DDKO, Kürdistan Press, Sayı: 4, Sh:10, Kasım 1986.

72  Orhan Kotan, ‘’Geriye Doğru’’, ‘’Kürdistan Press’’, Sayı: 26, Sh:2, Kasım 1987.

73  N. Bora, ‘’Birlik ve Kadro’’, ‘’Kürdistan Press’’, Sayı:64, Sh:3, Mart 1989.

74 Ruşen Arslan, ‘’Gerçeğin Göreceliği’’, ‘’Kürdistan Press’’, Sayı: 90, Sh:3, Aralık 1991.

75 ‘’Stêrka Rizgarî’’, ‘’Kürt Gençliğinin İlk Legal Örgütlenmesi: Devrimci Doğu Kültür Ocakları’’,

Sayı:2, Sh:18-21, Mayıs 1994.

76 Şevket Beysanoğlu, ‘’Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi’’, 3. Cilt/ Cumhuriyet Dönemi, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sanat Yayınları, 2001,  DDKO ve Diyarbakır’daki Faaliyetleri.Sh: 1076-1077.

77  İdeolojik politik farklılıklar, sağ sol ayrımı gibi değil, milliyetçilerden marksistlere kadar geniş bir yelpazeyi anlatıyor. Ama metropoldeki öğrenciler arasında tam netlik kazanmamıştı, daha çok “doğu”luydu. Yani ulusal bir niteliğin parçaları halindeydi. Bunun bir cephe örgütünde her kesim için kendini ifade edebilmesi gerekiyordu. Biz bu zemin üzerinde en geniş reflekslerle hareket etmek zorundaydık. Daha önce belirtmiştim, çalışır haldeki iki TKDP’nin üye ve sempatizanları da bu anlayışı paylaşıyorlardı. Örneğin, Ahmet Kotan, Deham Keleş vb. gibi arkadaşlar KDP (Sait Elçi grubu) sempatizanı ya da üyeleri olarak en az bizim kadar DDKO’nun yerli yerine oturmasında yukarıda belirttiğim geniş zeminin yaratılmasında katkı sağladılar. Ahmet, geniş refleksleri, mütevazi ve örgütçü yanıyla çok yardımcı olan bir kurucumuzdu. S. Elçi ile olan birkaç görüşmeyi onunla birlikte yapmıştık. Keza, KDP’nin S. Kırmızıtoprak grubunda üst düzeyde yönetici olan ve “Şivan” ile birlikte G. Kürdistan’da idam edilen Hikmet Buluttekin de DDKO’lar için bahsettiğim anlayışta çok katkısı olan biriydi.

78  Sözünü ettiğimiz 155 sayfalık Ağustos/1979 tarihli Rapor, zamanın İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, Başbakan Bülent Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kenan Evren ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık’a sunulmuştur. Barzani Hareketi’nin etkileri,  alınması gerekli  tedbirler vb.. sıralanmış, “yakın gelecekte Doğu bölgesinde kırsal kesimde silahlı çatışmanın başlayacağı ihtimali üzerinde durularak” şu konuda ısrar edilmiş, “Askeri operasyonları gerekli kılacak bir ortamın oluşması halinde, bu operasyonların silahlı gruplarla sınırlı kalması ve halkın bu operasyonların dışında tutulması oldukça önemlidir“. Buna, DDKO (Devrimci Doğu Kültür Ocakları)’nın 1969’da yayımladığı ‘’gizli bir talimatında” yer alan şu belirleme gerekçe gösterilmiş; “amacımız gelecekteki muhtemel  askeri müdahalede mümkün olduğu kadar çok kişinin ayrılıkçılık suçlamasıyla gözaltına alınmasını sağlamaktır. Böylece, insanlar baskı görecek, bilinçlenecektir”. Bak: “Çok Gizli Doğu Raporu“, 1979, 155 sayfa, Yeni Gündem, 17-23 Mart 1986, Sayı:2, Sh:14.