Hikmet Bozçalı

22 Şubat 1948 tarihinde Diyarbakır ili Bismil ilçesi Bozçalı (Kürtçe’de BOÇELÊ) köyünde dünyaya geldim, soyadımı da taşıyan bu köy Bismil ilçesine 12 kilometre mesafede “Tepê Barava” köyünün hemen karşısında yer alıp, her iki köy arasında Dicle nehri geçmektedir. Bozçalı köyü yerleşim birimi olarak Silîvan, karşısında bulunan Tepe köyü ise Barava mıntıkasına düşmektedir. İlkokul 1.-2. sınıfları Silvan’da 3. sınıfı Tepe Köyü İlkokulu’nda ve 4.-5. sınıfları da Silvan’da okudum, çocukluğumun büyük bir bölümü Silvan ilçesinde geçmiştir. Ortaokulu da Silvan’da okudum. Dördü erkek üçü kız olmak üzere yedi kardeştik. İki erkek kardeşimi ve babamı kaybettim, diğer kardeşlerim ve annem hayattalar. Liseyi Diyarbakır’da, Ziya Gökalp Lisesi’nde bitirdim. 1966 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım. Hukuk Fakültesini okudum. Şu anda İstanbul’da serbest avukatlık yapıyorum. Babam küçük yaşta iken babasını kaybetmişti, dedem Hacı Hasan 1925 tarihinde Şeyh Sait isyanına katılmaktan dolayı idam edilmiştir.

Fakülteye gitmeden önce Silvan’ın Herşent köyünde iki-üç ay kadar yedek öğretmenlik yaptım. 1965 tarihindeki seçimlerde Türkiye İşçi Partisi’ne (TİP) sempati duyduğum için o partinin propagandasını yaptım. Herşent köyünde yedek öğretmenlik yaptığım sırada köyün öğretmeni olan Sivaslı Bayram Çıtak öğretmenle birlikte görev yaptım. Bayram Çıtak iyi bir sosyalistti, beni de çok etkiledi. TİP’e de sempati duymam nedeniyle Bayram Hoca’nın etkisiyle sosyalizme sempati duydum. Bayram Çıtak 1977’de 1 Mayıs mitinginde (Kanlı Pazar) katledilen kişiler arasındadır, onu kaybettik. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde okuduğumda gerek benim sınıfımda olan, gerekse de başka sınıflarda olan bir çok arkadaşla tanıştım. Sınıf arkadaşlarım arasında en samimi olduğum Mehmet Tüysüz, Deniz Gezmiş ve Cihan Alptekin idi. Diğer sınıflarda ise, samimi olduğum arkadaşlar arasında Mehmet Can, Feridun Yazar, Necmettin Büyükkaya, Ahmet Melik, Mehmet Ilgın, Mustafa Gürkan, Celal Doğan ve Süleyman Saltuk vardı.

  1966 yılı yaz aylarına doğru Fakülte tatile girdiğinde ailemin oturduğu Silvan ilçesine gittim. Babam o sıralarda dava vekilliği yapıyordu, babamın yazıhanesi karşısında Terzi Niyazi Tatlıcı’nın dükkanı vardı. Mehdi Zana onun kalfasıydı, Mele Abdülkerim Ceyhan, Mele Mahmut Okutucu ve Muhterem Biçimli gibi arkadaşlar ve Şeyh Mizbah, Terzi Niyazi Usta’nın dükkanına gelirlerdi. Bu arada üniversitede okuyan ve İstanbul, Yenikapı-Aksaray’da bulunan Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nda birlikte kaldığımız Silvanlı arkadaşlar Zeki Tekeş, Münir Öztürk, Adnan Kızıl ve Necat Yarlıgaçlı adlı arkadaşlar hep birlikte ya Terzi Niyazi Usta’nın dükkanında ya da Silvan Belediyesi’nin bahçesinde veya kütüphanesinde toplanıp hem ders çalışırdık hem de sohbet ederdik. Güncel konular, ülke ve dünya sorunlarını hep birlikte tartışır ve çözümler arardık. Bu arada siyasi olaylar ve sosyalizm ile Doğu Sorunu’nu (Kürt Sorunu) da tartışırdık. O zamanlar “Kürt Sorunu”na “Doğu Sorunu” deniliyordu. O günlerde İstanbul’da yayımlanan Ötüken dergisinde Türkçü ve Turancı bir yazar olan Nihal Atsız tarafından bir yazı yayımlanmıştı, yazıda Atsız kısaca Kürtlerin Türkiye’yi terk etmeleri, Çingenelerle birlikte Hindistan’a gitmeleri gereğini ileri sürerek Kürtlere ağır hakaretlerde bulunuyordu. Bu yazıyı okuduk, tartıştık ve yazıya büyük bir tepki oluşmuştu. Irkçı ve düşmanca bir yazıydı. Tartışmalar sırasında buna cevap verilmesi gerektiği ve protesto edilmesi fikri gelişti, zaten birikmiş olan duygular, baskı ve bölgenin geri bırakılmışlığı gibi hususların yanında bu yazı bardağı taşıran son damla oldu. Bunu protesto etmek için Silvan’da miting yapılmasına karar verildi. Silvan mitingi için Silvan’daki tüm esnaflar, tüm dükkanlar gezildi, bila istisna herkese gidildi ve tüm Silvan halkının katkısının sağlanması için azami gayret sarf edildi. Herkes katkıda bulundu, özellikle benim içinde bulunduğum heyet herkese gitti ve para yardımı aldı. Bazı manifaturacı ve tüccarlar da pankart yazmak için bez verdiler, bütün siyasi parti mensuplarına gidildi. O zaman Adalet Partisi (AP) İlçe Başkanı olan Mahmut Kepolu’ya gidildi. Yardım etmeye istekli olmasına rağmen yanında bulunan Silvan Müftüsü Mehmet Uyanık’ın baskısı ile yardım etmedi. Müftü Mehmet Uyanık Bey Silvan ilçesine yardım için Devleti ve hükümeti övücü bir miting yapalım fikrini ortaya attı, biz de Kürtlere bir hakaret yapıldığını bunu protesto edecek bir miting yapmamız gerektiğini belirterek bu fikre karşı çıktık ve oradan ayrıldık. Miting hazırlıklarını yaparak pankartlar hazırladık. Pankartlarda hangi slogan ve sözler yazılacaksa önceden tartışarak belirledik ve ben bunların tümünü evde bez ve kartonlara yazdım. Bu mitingin olmasına başta üniversitede okuyan Silvanlı öğrenciler, TİP, TKDP ve halktan birçok yurtsever destek oldu. Her tarafa haber gönderildi, bildiriler hazırlandı. Miting tertip komitesinde Mehdi Zana, Mehmet Eskiyecek ve Pışo Meheme yer aldılar. Mitinge Doğu ve Güneydoğu il ve ilçelerinden bir çok kişi katıldı, konuşmalar yapıldı ve hiçbir olay çıkmadı. Bundan sonra da mitinglerin devam etmesi kararlaştırıldı, böylece Doğu Mitingleri’nin ilki Silvan’da 3 Ağustos 1967’de oldu. Arkasından Diyarbakır (3 Eylül 1967), Siverek (24 Eylül 1967), Tunceli (15 Ekim 1967), Batman (18 Ekim 1967), Ağrı (22 Ekim 1968), Suruç (17 Temmuz 1969), Hilvan (27 Temmuz 1969) ve Varto (2 Ağustos 1969) mitingleri yapıldı; Siirt’te yapılacak Botan mitingi gittiğimiz halde iptal edildi. Mitingler sırasında TİP’in katkı ve desteği oldu ancak Doğu Mitingleri, TİP’in mitingleri olmasın diye çok çaba sarf ettik. Özellikle bu mitingler üniversite gençlerinden, yurtsever halktan ve başta TİP ve T-KDP olmak üzere sol, sosyalist ve demokrat kesimin ve aydınların desteğini almıştır. Bu mitinglerde “DOĞUYA YATIRIM”, “KOMANDO ZULMÜNE SON”, “DOĞUYA ÖZGÜRLÜK”, “BASKIYA SON”, “DOĞU’DA DEMOKRASİ İSTİYORUZ”, “BU VATAN BİZİMDİR”, “KİMSE BİZİ BURADAN KOVAMAZ”, “HİÇ BİR KUVVET HAKLI HAYKIRIŞIMIZI SUSTURAMAZ”, “BAZUKA DEĞİL FABRİKA İSTERİZ”, “DOĞU 20. ASIR TÜRKİYESİ’NİN YÜZ KARASIDIR”, “SAVAŞTA DOĞULU VURUR BARIŞTA VURULUR”, “BİR GÜN GÜLECEĞİZ”, “PETROL, BAKIR, KROM BİZDE YAŞAMAK SİZDE”, “YAŞAMA HÜRRİYETİ OKUMA HÜRRİYETİ”, “İNSANLIK HAYSİYETİ İSTİYORUZ”, “HODRİ MEYDAN DOĞULUYU KOVALAMAK İSTEYENLER KOVULACAKTIR”, “İSTANBUL NE İSE HAKKARİ DE O OLMALIDIR”, “BATIYA FABRİKA DOĞUYA KOMANDO” sözlerini taşıyan pankartlar yazılmış, bu pankartlar miting alanlarına asılmış ve mitinge katılanlar tarafından taşınmıştır.

Siverek mitinginde sert bir konuşma yaptım ve bundan dolayı hakkımda dava açıldı. Doğu Mitingleri’ne Silvan ilçesinden otobüs kiralayarak gittik. Davul ve zurnacıları da Silvan’dan götürüyorduk. Yol boyunca ve özellikle şehre girdiğimizde marş çalıyorlardı, diğer tüm mitinglere de katıldık. Ancak Üniversite açıldı ve biz de İstanbul’a gittik.

İstanbul’da Aksaray Yenikapı semtinde bulunan Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nda kalıyordum. 72 kişilik bir yurttu. Yurtta kalan öğrencilerin çoğu Diyarbakır merkezinden ve ilçelerinden geliyordu. Yurdun bağlı olduğu Diyarbakır Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin kongrelerinde daha önceleri bölünme vardı. Şehir içinden gelenlerle ilçelerden gelenler arasında olan bu bölünmeden dolayı hep şehir içinden olanlar kongreleri kazanıyorlardı. Bizim zamanımızda ise ilçe ve köylerden gelenler kongreleri kazanmaya başladı. Ben de derneğin 1968 yılında yapılan kongresinde Yönetim Kurulu’na seçildim. Bir ara da Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nun müdürlüğünü yaptım.

Öğrencilerin Üniversite İşgali, 1968

  Diyarbakır Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin yöntemindeyken Yönetim Kurulu’ndan aldığım yetki üzerine İstanbul’dan Diyarbakır’a gittim. Özel İdare’nin derneğimize yaptığı yardımı almak için o zaman Diyarbakır Valisi olan Ali Rıza Yaradanakul’a gittim, derneğe yapılacak yardımı almaya yetkili olduğumu gösteren belgeyi gösterdim, Vali bey ilgili yerlere talimat verdi ve yardımı aldım. Bu yardımın bir kısmı ile dernek yöneticisi arkadaşlarımın da onayı ile bir gece temin ettiğim bir bisikletle Diyarbakır’ın değişik yerlerine anti-emperyalist, anti- faşist ve anti-şovenist sloganlar içeren yazılar yazdım. Halkın ilgisi üzerine bilahare bir bildiri hazırlayarak halkımızın baskı ve sömürü altında ezildiğini, yoksul olduğunu ve faşizan baskılardan bezdiğini içeren bir bildiriyi Diyarbakır’da dağıttım ve bunun sonucunda polis tarafından göz altına alındım. Sonrasında Avukat Tahsin Ekinci’nin girişimiyle serbest bırakıldım. Bu bildirimize karşı Türk-İş ve bazı sendikalar karşı bir bildiri dağıttılar. Bütün bunlar Diyarbakır halkı tarafından konuşuldu. Bize hak verenlerin yanında karşı olanlar da vardı. Bu arada Türkiye’de bir etnik sorunun olduğu tartışılıyordu. TİP’in Doğu Mitingleri’ne ilgi göstermesi, demokrasiyi ve özgürlükleri savunduğu için bizi çok etkiledi. TİP İstanbul Eminönü ilçe teşkilatına üye oldum. Erganili arkadaşım Şeref Yıldız’la birlikte partinin Diyarbakır Folklor Ekibi’ni kurduk. Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nun bodrum katında folklor çalışması yaptık, TİP gecelerinde ve açık hava toplantılarında, fabrika işgallerinde halk dansları icrasında bulunduk. Bu arada Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nda da bir folklor ekibi kurduk. Bu ekipte de ben, Zeki Tekeş, Şeref Yıldız, Mehmet Garan, Nizamettin Kalaç, Münir Öztürk ve Edip isimli arkadaş yer aldık. İstanbul’da Fikir kulüplerine üye oldum. Bir çok toplantılarına katıldım. Sınıf arkadaşlarım olan Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Mustafa Gürkan, Mehmet Ilgın ve diğer arkadaşlarla birlikte Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun (FKF) pasif oluşunu ileri sürerek Devrimci Öğrenci Birliği’ni (DÖB) kurduk. O zamanlar FKF sosyalist devrimi, DÖB ise milli demokratik devrimi savunuyordu. DÖB’teki arkadaşlar olarak daha aktif ve eylemciydik. TİP’in Eminönü ilçe kongresinde Deniz Gezmiş ve arkadaşları beni kongre Divan Başkanlığı’na önerdiler. Divan Başkalığı’nı sosyalist devrim görüşünü savunan Nejat Aksın kazandı, ben ikinci başkan oldum. Divan’da Deniz Gezmiş’e konuşması için söz verdim; Deniz milli demokratik devrim görüşüyle Aydınlık dergisinde Mihri Belli tarafından yazılan milli meseleyle ilgili yazıyı okudu. Türkiye’de Kürtler olduğunu, Kürt sorunun olduğunu ve nasıl bir çözüm öngördüklerini kısaca açıkladı. İstanbul’da 6 Haziran 1968 tarihinde başta Hukuk, İktisat, Tıp, Edebiyat ve Eczacılık fakültelerinin işgaliyle başlayan üniversite işgalinde etkin rol aldım. Hukuk fakültesinin işgalinden sonra getirdiğimiz davul zurnacıyla birlikte Edebiyat ve Fen Fakültesi’ne doğru yürüyüşe geçtik ve bu fakülteyi davul zurna eşliğinde işgal ettik. Halaylar çektik, kasap oyununu oynadık, işgal gece de devam etti. Binlerce öğrenci üniversitede sabahladık. İşgal 20 gün sürdü. Hukuk Fakültesi İşgal Komitesi’nde yer aldım. Siverekli Fevzi Dağlı da Edebiyat Fakültesi İşgal Komitesi Başkanı oldu. İşgal devam ederken bir keresinde Hukuk Fakültesi’nden Edebiyat Fakültesi’nde bulunan Fevzi Dağlı ile telefon görüşmesini Kürtçe yaptığımız için konuşmamız bir anlık kesildi. Merkez binasında bulunan telefon santraline gittim, oradaki öğrenci arkadaşa konuşmazı neden kestiğini sordum. Kürtçe olduğu için kestiğini söyledi. Onu oradan kovdum ve o göreve başka bir arkadaşı getirdik; telefonla yaptığımız Kürtçe konuşmalarımız bundan sonra kesilmedi. Üniversiteyi işgal eden en iyi militanlardan birisiydim. Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Selahattin Okur, Mehmet Can, Mustafa Gürkan, Celal Doğan, Mehmet Ilgın, İbrahim Önen ve Mehmet Tüysüz hep beraber hareket eden en iyi militanlardık. Beşiktaş’ta bulunan Özel Işık Mühendislik Yüksek Okulu’ndaki arkadaşlar bizden yardım istedi. Bunun üzerine bir grup arkadaşla Özel Işık’a gittik. Akşam saatleriydi, Özel Işık’a 50 metre kala oradan üzerimize yaylım ateşi açıldı; yanımda bulunan Kahtalı Mehmet Cantekin’e kurşun isabet etti ve onu kaybettik. Siverekli Fahri Ergun ve Malatyalı Kadir Akgüneş arkadaşlar da ellerinden yaralandılar. Ertesi gün Mehmet Cantekin için büyük bir cenaze töreni yapıldı; törene çok büyük öğrenci kitleleri katıldı. Yürüyüşünün bir ucu üniversite içindeyken bir ucu Sirkeci’ye ulaşmıştı. Taksim’e doğru gidiliyorduk; ilk defa bir yürüyüşte binlerce insan, kadın ve erkek Kürtçe “Bîr nakim ha  bîr nakim, riya Lenîn bîr nakim, Lenîn hatiye welata azadî da milleta, bîr nakim ha  bîr nakim, kirna Lenîn bîr nakim” diye şarkı söylüyordu. Üniversite işgalinde İşgal Konsey Başkanlığı için bizlerle Karadenizli arkadaşlar arasında münakaşalar oldu. Sonradan arkadaşımız Feridun Yazar’ın getirdiği teklif üzerine Diyarbakırlı Kemal Bingöllü ile Trabzonlu Bozkurt Nuhoğlu beraber konsey başkanı seçildiler. Bu şekilde anlaşma yapıldı. İşgal bittikten sonra üniversite içerisindeki devrimci öğrencilerin etkinliği çok arttı. Dekanların seçimi bile öğrencilerin fikirleri alınarak yapılıyordu. Üniversite içerisinde sağ-sol çatışması zaman zaman devam etti; ülkücülerle (o zamanlar onlara “komandolar” deniliyordu) birkaç kez kavgalar oldu. Benim şahsen 5-6 olayda özellikle Site Yurdu’nun işgali olayında kafam birkaç yerinden kırıldı. Site Yurdu işgalinden hemen sonra Diyarbakır Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin başkanı olan Muhittin Erdoğan bir gün yurda Yeni Türkiye Partisi’nin (YTP) genel başkanı Dr. Yusuf Azizoğlu ile senatör Azmi Erdoğan’ı davet etti. Yurdun toplantı salonunda bir toplantı yapıldı; amaçları YTP’nin İstanbul’da gençlik kollarını kurmak idi. Konuşmalar yapıldı bu arada bir çok arkadaşımız soru sordu. Ben de Dr. Yusuf Azizoğlu’na Türkiye’de etnik bir sorun olup olmadığını sordum; bizlere böyle bir sorunun olmadığını söyledi. Bu bizi memnun etmedi, gerçi rahatça tartışmak için koşullar elverişli değildi ama bu soruya cevap veremeyeceğini belirtebilirdi. Bizlerin bir kısmı zaten TİP üyesiydik. YTP’nin bu anlayışından dolayı ona ilgi göstermedik; YTP gençlik kollarını kuramadı. İstanbul’da üniversitelerde olaylar devam ediyordu, forumlar ve tartışmalar yapılıyordu. Bir gün İstanbul Hukuk Fakültesi’nin 1 nolu amfisinde ülkücüler (komandolar) bir forum yapıyorlardı. Bu forumu haber aldık; ben, Deniz Gezmiş, Cihan Alptekin, Selahattin Okur, Mustafa Gürkan, Tıplı Mustafa, Mehmet Can, Mehmet Tüysüz, Mehmet Ilgın ve birkaç arkadaşla birlikte foruma doğru yürüdük ve forumu dağıttık. Bu olaydan sonra ülkücüler üniversite içindeki etkinliklerini kaybettiler. Yine Site Yurdu’ndaki olaylarda da ben, Necmettin Büyükkaya, Ahmet Karlı, Fevzi Dağlı, Mehmet Tüysüz, Yahya Mehmetoğlu, Feridun Yazar, Ali Gören ve Antepli Tıpta okuyan Atilla isimli arkadaş bizden birkaç kat fazla olan ülkücülerle kavga ettik ve onları Site Yurdundan attık. Bütün bu olaylar üniversite içinde ve yurtlarda olan etkinliklerimizi arttırdı. Bu olaylarda en önde kavga eden, kafası kırılan, yaralanan öğrencilerin büyük bir kısmı Doğu ve Güneydoğu (Kürt) kökenliydi.

  Derneklerde ve Yurtlarda yavaş yavaş Doğu sorunu tartışılıyordu. FKF, DEV-GENÇ ve TİP “Kürt Sorunu”na “Doğu Sorunu” diyorlardı. Açık tartışma ortamı olmadığı için Türkiye’de bir Kürt sorunun olup olmadığı bilinse bile tartışılmıyordu. Ancak biz Kürt kökenliler, böyle bir sorunun olduğunu kendimiz yaşadığımız için biliyorduk. Mevcut örgüt ve partiler bu sorunu tartışmadıkları ve buna dair bir çözüm üretmedikleri için bizler bu meseleyi kendi aramızda konuşup tartışıyorduk. Bu noktada bize özgü bir örgüt kurma fikri tartışıldı. Arkadaşlarımızdan Dr. Kemal Parlak Doğu ve Güneydoğu dernekleriyle görüşmeler yapıyordu. Benimle de görüştü Doğu ve Güneydoğu derneklerini bir çatı altında birleştirip Doğu ve Güneydoğu dernekleri federasyonunu kurmak istiyordu. Benden de Diyarbakır derneğinin bu kuruluşta yer almasını sağlamamı istiyordu. Tam o sırada Diyarbakır ve Siverek dernekleri dışında kalan diğer Doğu ve Güneydoğu öğrenci dernekleri İstanbul Tepebaşı’nda bir Doğu Gecesi tertiplemişlerdi. Çok güzel bir gece yapıldı. Geceye ben Diyarbakır derneği adına gözlemci olarak katılmıştım. Ankara’dan da bazı arkadaşlar gelmişlerdi. Gecede hep Kürtçe türküler seslendirildi, siyasi içerikli konuşmalar yapıldı. Ankara’dan gelen arkadaşlardan Mümtaz Kotan Ankara’da Doğu ve Güneydoğulu öğrencilerden oluşan bir dernek kurmayı düşündüklerini söyledi. Ve İstanbul’daki arkadaşlar da istiyorlarsa, siz de toplanın, uygun görürseniz iki temsilci seçip Ankara’ya gönderin görüşelim, dedi. Bunun üzerine aradan birkaç gün geçtikten sonra İstanbul’daki arkadaşlar toplandık Ankara’da görüşme yapmak üzere ben ve Siverekli Fevzi Dağlı görevlendirildik. Ankara’ya gittik, oradaki arkadaşlarla görüştük. Onların “Devrimci Kültür Ocağı” isimli bir dernek tüzüğü hazırladıklarını gördük ve orada tartıştık, derneğin nasıl kurulacağı ve tüzüğü üzerinde konuşmalar yaptık, tekrar görüşmek üzere İstanbul’a döndük. Fevzi Dağlı ile birlikte Ankara’dan İstanbul’a gelirken yolda konuştuk. Derneğin isminin başına Kürt kelimesini koyamıyorduk, bu dernekler yasasına aykırıydı. Ama Kürtlere özgü bir dernek olduğunu gösterir bir ismin konulması gerekiyordu. “Doğu” kelimesini devrimci kelimesinin yanına getirirsek hem Doğu’yu hem de Güneydoğu’yu kapsayacağı için derneğin isminin “Devrimci Doğu Kültür Ocağı” (DDKO) önerisini Fevzi Dağlı’ya söyledim. O da kabul etti. Hem Ankara’daki hem de İstanbul’daki arkadaşlar da bu öneriyi kabul etti ve bu ismin daha uygun olacağını söylediler. İstanbul’da derhal çalışmalar yaptık ve mümkün mertebe her Doğu ve Güneydoğu illerinden bir veya iki kişiden oluşan kurucu listesini hazırladık. O zamanki dernekler yasasına göre yeni bir dernek kurabilmek için dernek tüzüğüyle kurucu listesinin bir gazetede veya dergide yayımlanması ve listeyle tüzüğün emniyete verilmesi gerekiyordu. Derneğin tüzüğü ve kurucu listesini hiçbir yerde yayımlayamadık. Sonunda Aydınlık dergisinde yönetici olan Bora Göze isimli arkadaşa gittim. Yıllar sonra Filistin’de savaşırken kaybedeceğimiz Bora Göze demokrat, anti-emperyalist, anti-faşist ve Kürt sorununu kabul eden bir Türk aydını olarak derneğin tüzüğü ve kurucu listesinin Türk Solu gazetesinin 15. sahifesinde yayımlanmasına ön ayak oldu. Tüzükle kurucu listesi yayımlandıktan sonra yasal prosedürü tamamlamak üzere, emniyette hakaretlere maruz kalmama rağmen bu belgeleri emniyete verebildim.

1969 Mayısında kurduğumuz İstanbul DDKO’nun kurucuları Hikmet Bozçalı, Mehmet Can, Ali Haydar Emre, Leyla Ejder, Mehmet Tüysüz, Kadir Akgüneş, Sabri Ünlü, İbrahim Önen, Fevzi Yardımcı, Ömer Bakal, Mahmut Kılıç, Ali Buran, Aydın Yümlü, M. Ali Aslan, Aziz Yılmaz, Necmettin Büyükkaya, Sait Bozgan, Mustafa Doğan Özbay, Fazlı Can, Ahmet Zeki Okçuoğlu, Salih Kaynak, Mehmet Balamir, Sait Pektaş, Agah Uyanık, Şakir Elçi, Ali Yılmaz Balkaş, Kadri Çağlı, Hüseyin Özkan, İbrahim Yüksekkaya ve İlhami Yaban’dan oluşan 30 kişi idi. Bizden 10-15 gün sonra Ankara DDKO kuruldu. Her ne kadar Diyarbakır Sıkıyönetim 1’nolu Askeri Mahkemesi’nin 11. 12 1972 tarih, 1972/34 esas, 1972/44 karar sayılı kararında Ankara DDKO’nun daha önce kurulduğu belirtilmiş ise de bu doğru değildir; İstanbul DDKO kurulduktan sonra Ankara DDKO kurulmuştur. İstanbul DDKO’nun ilk yönetimi başkan Necmettin Büyükkaya, yazman Şakir Elçi, sayman Yılmaz Balkaş, üyeler Mahmut Kılıç, Hikmet Bozçalı ve yedek üyeler İlhami Yaban ile Fevzi Yardımcı idi. İkinci kongrede başkan Hikmet Bozçalı, sekreter Ömer Bakal, sayman Battal Bate, üye Nizayi Dönmez ve Zerruh Vakıf Ahmetoğlu idi. Üçüncü kongrede ise başkan Mehmet Tüysüz, sekreter Eyüp Alacabey, sayman Sait Pektaş, üyeler Cimşit Bilek ile Mahmut Fırat idi. Yedek üyeliklere İlhami Yaban ve Niyazi Dönmez seçilmişti. Denetim kurulu Erdinç Uzunoğlu, Şakir Yaşar, Emin Karaşin ve yedek üye Mustafa Doğan’dan oluşuyordu. Onur kurulu asil üyeliklerine İ. Halil Acar, Kemal Keke ve Ahmet Melik yedek üyeliklere ise Şehmuz Aslan ve Ali Bucak seçilmişlerdir.

İstanbul DDKO’nun kuruluşundan sonra Ankara DDKO kurulmuş, kurucuların isim ve imzalarını da ihtiva eden dernek tüzüğü Ankara’da çıkan Medeniyet gazetesinin 24 Mayıs 1969 Cumartesi gününe ait sayısında yayımlanmıştır. Derneğin kurucuları Daham Keleş, İbrahim Güçlü, Hikmet Buluttekin, Kemal Cengiz, Ahmet Kotan, Şerif Felekoğlu, Nusret Kılıçarslan, Abdullah Soysal, Ali Beyköylü, Salih Sıtkı, Mustafa Karacadağ, Nazmi Onuk, Halit Çetinyalap, Mustafa Karadağ, Yünlü Budak, Mümtaz Kotan, Mehmet demir, Halil Dündar, Nuri Bingöl, İsa Geçit, Mehmet Sait Aktaş, İrfan Özen, Bedri Demir ve Faruk Aras idi. Derneğin ilk yönetim kuruluna başkan Yümlü Budak, üyeler Kemal Cengiz, Nusret Kılıçarslan, İbrahim Güçlü ve Mustafa Karacadağ seçildiler. Daha sonra yapılan kongrede İbrahim Güçlü başkan, Fikret Şahin sekreter, Zeki Kaya sayman, İhsan Yavuztürk ve Sabri Çepik üye, Hamit Kılıçarslan ve Hasan Acar da yedek üye olarak yönetim kurulunu oluşturdular. Salih Sıtkı, Nazif Şansal, Ümit Fırat ve Fadlı Kıran denetim kuruluna, Mümtaz Kotan, Nusret Kılıçarslan, Hakkı Kılıç ve İrfan Özen de haysiyet divanına seçilmişlerdi.

13 Kasım 1970 tarihinde Ergani DDKO kurulmuş, derneğin tüzüğü ve kurucuların listesi mahalli Ufuk gazetesinde yayımlanmıştır. Derneğin kurucuları Ömer Kan, Mehmet Emin Tektaş, Kemal Vural, Mustafa Gör ve Mehmet Sağlamoğlu idi. İlk yönetim kuruluna Ömer Kan başkan, Kemal Vural sayman, Mehmet Emin Tektaş sekreter, Mustafa Gök ve Ahmet Erçelik üye, Mehmet Sağlamoğlu ve Cevdet Kılıçkap yedek üye olarak seçilmişti. Derneğin denetim kurulu ise Yaşar Şengül, Hasan Ergun ve Hasan Çakır’dan oluşmuştu.

Silvan DDKO 9 Aralık 1970 tarihinde kuruldu, tüzüğü ve kurucular listesi mahalli Ufuk gazetesinin 14 Aralık 1970 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Derneğin kurucuları Bahri Evliyaoğlu, Mahmut Okutucu, Muhterem Biçimli, Vedat Erkaçmaz, Akif Işık, Abdülkerim Ceyhan, Yusuf Kılıçer, Mahmut Yeşil, Cüneyt Ceyhan, Zeki Bozarslan ve Fikri Müjdeci idi. İlk yönetim kuruluna Mahmut Okutucu başkan, Muhterem Biçimli sayman, Zeki Bozarslan yazman, Bahri Evliyaoğlu ve Vedat Erkaçmaz üye, Fikri Müjdeci ile Süleyman Yaz da yedek üye olarak seçilmişlerdi. Derneğin denetim kurulu Yusuf Kılıçer, Mehmet Tanrıkulu, Kemal Kayduk ve yedek üye olarak Kemal Oto’dan oluşurken, derneğin onur kurulu asil üyeliklerine Ahmet Uyandı, Recep Ölçer, Mahmut Tuğrul, yedek üyeliklere ise Mehmet Kızılay ve Mehmet Yücel seçilmişlerdi.

Kozluk DDKO 28 aralık 1970 tarihinde kurulmuş, tüzüğü ve kurucu listesi Batman’da çıkan Raman Postası isimli gazetenin 5 Ocak 1971 tarihli nüshasında yayımlanmıştır. Derneğin kurucuları Mehmet Şirin Baltaş, Alâattin Baltaş, Abdi Dizmen, Yusuf Güzel, Mehmet İnal, Halil Kaneş, Abdülselam Basutcu, İrfan Bozgil, M. Tahir Birlik, H. Halim Dinler, Mehmet Asker, Nasır Bağdı idi. Yönetim kurulu başkanı Abdülselam Basutcu, sekreter Mehmet Şirin Baltaş, sayman Mehmet Tahir Birlik, üye Alâttin Baltaş, Halil Kanaş, yedek üye Nasır Bağdı ve Mehmet İnal’dan oluşmuştu. Dernek denetim kuruluna Ali Akın, Mehmet İnal, Bahri Yalçın üyeliğe, yedek üyeliğe de Yusuf Güzel seçilmişti. Örgüt onur kurulunda ise Alâattin Baltaş, Abdulkudüs Baltaş ve Mehmet Bozgil yer almıştı.

Diyarbakır DDKO 6 Ocak 1971 tarihinde kurulmuştu. Kurucuları Yusuf Ekinci, Süleyman Çelik, Fikri Gürbüz Yıldızhan, Ömer Çetin, Mehdi Zana, Nazım Sönmez, Abdurrahman Uçaman, İlhan Arslan, Vedat Hayrullahoğlu, Gıyasettin Ayas, Halit Ayçiçek, Hasan Yılmaz, Hüseyin Alten, Tarık Ziya Ekinci, Naci Kutlay, Sadun Kılıç, Mehmet Canpolat idi. Yönetim kurulunda başkan Ömer Çetin, sekreter İlhan Arslan, sayman Gıyasettin ayaz, üyeler Halit Ayçiçek, Yusuf Ekinci, Naci Kutlay, Süleyman Çelik ve Fikri Gürbüz Yıldızhan yer alıyordu.

Batman DDKO ise 18 Ocak 1971 tarihinde kurulmuş, kurucuları Mehmet Yıldız, Ubeydullah Aydın, Sabri Yıldız, Mehmet Durmaz ve Sabahattin Saygılı idi. Yönetim kurulu başkan Mehmet Yıldız, sayman Ubeydullah Aydın, üye Mehmet Durmaz, üye Sabri Yıldız ve üye Sabahattin Saygılı idi.

İstanbul DDKO resmen kurulduktan sonra derneğin binasını üniversitenin karşısında Beyazıt Meydanı’nda Marmara Sineması’nın arkasında bir yerde kiraladık. Açılışı bir törenle oldu. Yabancı konuklar da açılışta yer aldı. Dernekte her gün bir arkadaşımız nöbetçi olup hem dernek binasını açıyor hem de çay yapıyordu. Dernekte çay parayla satılıyordu. Toplanan çay paraları ve gelen bağışlarla derneğin kirasını ve diğer giderlerini karşılıyorduk. DDKO’da her hafta bir seminer veya konferans veriliyordu. Derneğin bilim kurulunu kurduk; kurulda Mehmet Emin Bozarslan, Ferit Öngören ve Musa Anter vardı. Bu arkadaşlara çalışmalar yapıp projeler üretmek ve bunları DDKO’ya sunma görevi verilmişti. Bu arada Mehmet Emin Bozarslan Mem û Zîn adlı Ehmedê Xanî’ye ait eseri ve Kürtçe alfabeyi çıkarttı. Bunun dağıtımının örgütlenmesi işini Feridun Yazar üstlendi, bizler de ona yardımcı olduk ve bunları dağıttık. Bu arada Fransa’da bulunan Salim Gemici (Kendal Nezan) bize katkı sağladı; bazı Kürtçe eserler, Feqiyê Teyran’a ait eserler ile Albert Einstein’ın İzafiyet Teorisi’ni (Türkçeye çevirerek) bize gönderdi. Biz de bunu İstanbul DDKO adına kitap halinde çıkartıp dağıtımını yaptık. İstanbul ve Ankara DDKO müşterek olarak bülten çıkardık. Bu bülten 15 günde bir devamlı çıkıyordu, her arkadaş yazılar yazıyordu. Ferit Öngören bir yazısında Adem-i Merkeziyet sisteminin uygulanmasını ve tüm Doğu ve Güneydoğu illerinde yerinde yönetimi, valilerin de belediye başkanları gibi halk tarafından seçilmesini eğitim, kültür, güvenlik, sağlık gibi sorunların yerel yönetimce yerine getirilmesini savunuyordu. Yine bu bültenlerimizde güncel haberler yayımlanıyordu özellikle askeri komandoların Doğu ve Güneydoğu illerinde yaptıkları baskınlar, arama, tarama ve silah toplama adı altında yaptıkları operasyonlar, bu operasyonlarda mağdur olanlarla ilgili haber olarak yayımlanıyordu. Vatandaşa yapılan işkencelerden söz ediliyordu. DDKO’ların bu bültenleri bayağı yankı yaptı. İstanbul ve Ankara DDKO’larından sonra kurulan Ergani, Silvan, Kozluk, Diyarbakır ve Batman DDKO’larını bir araya getirip bir çatı altında toplama fikri gelişti ve Devrimci Doğu Kültür Ocakları Federasyonu oluşturma fikri ortaya atıldı. Biz de bu fikri destekledik hatta girişimlerde bulunduk ancak diğer Doğu ve Güneydoğu il ve ilçelerinde DDKO’lar kurulsun ondan sonra federasyona gidelim fikri oluşmaya başladı. Bu arada diğer il ve ilçelerde de DDKO kurma çalışmaları ve girişimleri başlatıldı. Hazırlık aşamalarında iken 12 Mart Muhtırası ve Sıkıyönetim ilanıyla bu gerçekleşemedi.

DDKO ile DEV-GENÇ arasında birlikte hareket etmenin yanında zaman zaman sürtüşmeler de oluyordu. DEV-GENÇ’li arkadaşlarımız ile bütün üniversite olaylarında beraber hareket ediyorduk. DEV-GENÇ genel kurulunun yapıldığı Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde DEV-GENÇ İstanbul Bölge Yürütme Kurulu’na girmem için gelen öneriyi kabul etmedik. Yürütme kuruluna giren arkadaşların hepsi bizim samimi arkadaşlarımızdı, onlarla samimi ilişkilerimiz devam etti zaman zaman Kürt sorunu nedeniyle yapılan tartışmalar ve toplantılarda kavgalar çıkıyordu. Bu kavgalardan biri İstanbul Kadırga Öğrenci Yurdu’nda bir diğeri de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde yapılan toplantılarda oldu. Her iki toplantıda da İstanbul DDKO mensuplarıyla İstanbul DEV-GENÇ mensupları arasında sopalı kavgalar oldu. Bir ara bu kavgada Deniz Gezmiş ile karşı karşıya geldik, her ikimizde de sopalar vardı ancak bir birimize vurmadık. Bilahare arkadaşları ayırmaya çalışıp kavgaya son verdik. Bu olaylar Deniz Gezmiş’i de çok etkilemişti. Kürt meselesine iyi ve doğru bir çözüm üretmek istediğini belirtti. Bu arada Lenin’in Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı kitabının Türkçesi de yayımlanmıştı. Milli mesele üzerine yayınlar yayımlanıyordu, bütün bunlar okunuyor ve tartışılıyordu. DDKO’ların esas görüşü ulusların kaderlerini tayin hakkı ilkesi idi. Açıkçası Kürt halkı neyi istiyorsa, onu savunmalıydık deniliyordu. Elbette ki objektif ve sübjektif koşullar dikkate alınmalı ve ona göre çözüm üretilmeliydi. Türk solu içinde de sosyalist devrimciler ile milli demokratik devrimciler çatışıyordu. Her iki tez arasında da Kürt sorununa o zamanlar en iyi ve cesur çözümü getiren milli demokratik devrimciler idi. TİP ve sosyalist devrimciler Kürt sorunu hakkında pek bir şey söylemiyorlardı, söylemekten de kaçınıyorlardı. Bu nedenle İstanbul DDKO olarak milli demokratik devrim düşüncesiyle DEV-GENÇ’e daha çok yakınlık ve sempati duyuyorduk. Bu durum en son TİP Olağanüstü 4. Kongresi’ne kadar devam etti. TİP’in 4. Kongresi’nde DDKO’ların ve mensuplarının zorlaması gayretleriyle birlikte TİP içerisinde bulunan Kürt aydınlarının katkılarıyla TİP, Olağanüstü 4. Kongresi’nde Kürt meselesi kabul edildi. Bir müddet sonra TİP bu nedenle kapatıldı.

İstanbul DDKO olarak DEV-GENÇ ve diğer örgütlerle birlikte bildiri dağıtmak, birlikte hazırlanan bildirileri hazırlamak ve dağıtmak, miting, yürüyüş ve forumlara katılmak gibi eylemlerimiz oldu. Zaten derneğimizin kendi teksir makinesi vardı. Bazı durumlarda ve katılmadığımız bazı konularda diğer örgütlerden ayrı olarak kendi teksir makinemizde bildiri hazırlayıp dağıtıyorduk. Bu arada serigrafi öğrendik ve bununla ilgili olarak DDKO’nun afişlerini bastık. Bir kısmını da bölgeye gönderdik. Hatta Şeyh Mucibur Rahman liderliğinde olan Bangladeş bağımsızlık ilan ettiği zaman (1971 yılında) diğer örgütler sessiz kaldı; biz DDKO olarak bildiri bastık ve Bangladeş’in bağımsızlığını destekledik. Bu bildirileri her tarafa dağıttık. DDKO’nun bildirilerinde “Türkiye Halkları” sloganı yazılıydı, DEV-GENÇ ve diğer örgütlerin bildirilerinde ise “Türkiye Halkı” sloganı vardı. Burada anlaşamıyorduk, DDKO olarak Türkiye’de Kürt halkının olduğunu kanıtlar bir slogan gerektiğini düşünüyorduk. Bu nedenle bildiriler ve sloganlar arasında farklar vardı. Ancak “Halkların Kardeşliği”, “Yaşasın Türk ve Kürt halkının kardeşliği” gibi sloganlarda anlaşıyorduk. Kürt kelimesi suç sayılıyordu ve bundan dolayı bir çok kişi hüküm giydi. Bu bir tabu idi. Kimse riske girmek istemiyordu. Kürt var mı, yok mu tartışması vardı. Kürt dendiği zaman bölücü anlamına geliyordu. Hatta “Yaşasın Kürt ve Türk Halkının Kardeşliği” pankartını üniversitenin değişik yerlerine astığımız zamanlarda kimse bu pankartları yırtmasın diye önünde nöbet tutuluyordu. Her toplantıda, her konferansta bu olaylar yaşanıyordu.

DDKO’ların kurulma nedenin arkasında bir çok gelişme yatmaktadır. Doğu ve Güneydoğuda yapılan baskılar ve neticesinde bunları protesto niteliğinde başlayan Doğu Mitingleri bu mitinglerde taşınan pankartlar yapılan konuşmalar her mitingde Doğu ve Güneydoğunun değişik il ve ilçelerinden insanların bir araya gelip tanışmaları daha önce 49’lar olayı ve Irak’ta Mustafa Barzanî liderliğindeki Kürt hareketi bizleri çok etkiledi. Bunlar hep küçük gruplar arasında konuşulup tartışılıyordu. Açıkça konuşmaktan çekiniyorduk. 1961 Anayasası’nın getirmiş olduğu özgürlükler yeterli olmasa bile bazı şeyleri tartışmaya olanak sağlıyordu, Anayasa haksızlıklara ve sömürüye karşı hak arama ortamını hazırladı. Bu konjonktürde demokratik üniversite talepleri gündeme geldi. Üniversite içindeki öğrenci olayları ve TİP’in faaliyetleri bizleri etkiledi, bu faaliyetlerin içinde hep olduk. Üniversite olaylarında yürüyüşlerde, toplantılarda ve sağ-sol çatışmasında önde olan yaralanan, kafası kırılanların çoğu bizim arkadaşlardı. DEV-GENÇ’in bile İstanbul’daki militan kadrosunun önemli bir kısmını İstanbul DDKO’sunu kuran öğrenciler teşkil ediyordu. Ancak bu olaylar içinde Kürt sorunu çok fazla tartışılmıyordu. Örneğin bu sıralarda İstanbul Tepebaşı’nda yapılan Filistin Gecesi’nde Kürtlerden hiç bahsedilmedi. Kürtlerin var olup olmadığı bile bilinmiyordu. Bizlerin hiçbir söz hakkı yoktu. Açıkçası tokmak başkasındayken davulu biz taşıyorduk. Lenin’e ait Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı kitabı da bizleri etkilemişti. İstanbul’daki ülkücülerin (komandoların) faaliyeti ve bunlara karşı kendimizi savunmamız gereği, bir çok yerde onları püskürtmemiz üniversite ve yurtlardaki hakimiyetlerine son vermemiz üniversite ve yurtların devrimci öğrencilerin denetimine geçmesi gibi olaylar kendimizin ayrı olarak örgütlenmemizin gerektiğini bize gösterdi.

Aslında DEV-GENÇ gibi militan bir gençlik örgütünün karşısında bir dernek kurup tutunmak çok zordu. Bizim en büyük avantajımız DEV-GENÇ’in militan kadrosunun önemli bir kısmını bizlerin oluşturması ve DEV-GENÇ’teki samimi olduğumuz, beraber kavgalara katıldığımız arkadaşlarla ilişkilerimizin devam etmesinden kaynaklanıyordu. DDKO’larda herhangi bir ideolojiden ziyade Kürt halkının varlığı, Kürt sorununun olduğunu kabul ettirmek, Kürt halkının ulusal özlem, isteklerini ve taleplerini dile getirmek; Kürt halkının tarihi, kültürü ve folkloru üzerinde bilimsel inceleme ve araştırma yapmaktı. Bu hususta seminer, forum ve toplantılar düzenlemek, yürüyüş ve mitingler yapmak, halkı aydınlatmak için bildiriler dağıtmak, yapılan baskı ve zulümleri protesto etmek ve bunları Türkiye ile Dünya kamuoyuna duyurmaktı. Derneğin üyeleri genellikle sosyalist, devrimci, demokrat ve yurtsever kişilerden oluşuyordu. Yani genellikle anti-emperyalist, anti-faşist, anti-şovenist görüşler hakimdi. İdeolojik bir saplantı yoktu bu genel çerçeve içerisinde değişik görüşleri savunan arkadaşlar vardı. Milli demokratik devrim görüşünü savunup, “Bağımsız Türkiye” diyenlerin yanında sosyalist devrim görüşünü savunan “Sosyalist Türkiye” diyen arkadaşlarımız da vardı. Genellikle Doğu ve Güneydoğu illeri ve ilçelerinden gelen arkadaşlar vardı. DDKO’lar sayesinde Türkiye’de şovenizm tartışması başlatıldı. Ezen ulus ve ezilen ulus milliyetçilikleri tartışıldı. Her türlü çözüm yolları açıkça olmasa bile sohbetlerde tartışıldı. “Kürt” kelimesi tabu olmaktan çıkmaya başladı. Üniversitelerde Kürtlerin olduğunu belirtir pankartlar ve afişler asıldı. Bu arada DDKO’ları kurarken 49’lardan destek gördük, özellikle Malatya Pütürgeli iş adamı Örfi Akkoyunlu, aydın ve yazarlardan Mehmet Emin Bozarslan, Musa Anter ve Ferit Öngören’in katkıları ve yardımları oldu.  Örfi Akkoyunlu devamlı, Musa Anter de zaman zaman derneğin lokaline gelip gidiyorlardı ve bizlerle sohbet ediyorlardı. İlk yönetim kurulunun tespitinde ise Mehmet Emin Bozarslan’ın katkı ve ağırlığı oldu. Genel anlamda DDKO’ların kurulmasında TİP’in ve TKDP kadrolarının da desteği olmuştur. Doğu mitinglerinde etkin olarak rol alan bizler DDKO’ların kurulmasında da aynı etkinliği gösterdik ve DDKO’ları bizler kurduk. DDKO’ların kurulmasında Dr. İsmail Beşikçi’nin yazdığı kitapların da etkisi oldu. Bu arada şair Cîgerxwîn’in divanları herkesçe okunuyordu, şiirlerinin bizlerde etkisi çok oldu, bir şiirinde “Bimre koletî, Bimre bindestî, Bijî azadî, Bijî serbestî” gibi slogan içeren sözleri bizleri çok etkilemişti. Yazın Silvan’a geldiğimde Muhterem Biçimli arkadaşla beraber bu şiirleri ezberliyorduk. Bütün bu hususlar bilahare Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde bölücü ve komünist olarak nitelendirildi. DDKO mensuplarına Komünist-Kürtçü olmaktan ötürü Türk Ceza Kanunu’nun 141. ve 142. maddeleri gereğince çeşitli cezalar verildi.

İstanbul DDKO ve Ankara DDKO arasında çok sıkı bağlar vardı. Her hafta İstanbul’dan Ankara’ya bir iki arkadaş görüşmek için gidiyordu. Ankara’dan da arkadaşlar bizlerle görüşmek için geliyorlardı. Ben 15 günde bir Ankara’ya gidip geliyordum. Ankara DDKO’nun 3 Mayıs 1970 tarihinde yapılan Genel Kurul toplantısına ben, Niyazi Dönmez ve İbrahim Yüksekkaya katılarak birer konuşma yaptık. İstanbul örgütünü temsilen yaptığım konuşmada Devrimci Güçler’le işbirliği edeceğimizi, bizim mücadelemiz Türkiye’nin bütünlüğü içerisinde Türkiye halklarının demokratik eşitlik mücadelesidir fakat bu doğru dürüst ortaya konulmalıdır şeklinde konuşmalar yapmıştım. Bu arada dernekte çeşitli seminerler yapıldı. Mao Tse Tung’un Teori ve Pratik, Georges Politzer’in Felsefenin Temel İlkeleri, V. I. Lenin’in Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı, Karl Marx’a ait İlkel Toplum, Köleci Toplum, Feodal Toplum ve Kapitalist-öncesi Ekonomi Şekilleri gibi kitaplar okunup, tartışılıyordu. 14 Şubat 1971 tarihinde de “Kapitalist Toplum” konusunda bir seminer düzenlendi. Ayrıca Mehmet Emin Bozarslan tarafından “Ümmetçilik ve Ortadoğu”, Çetin Özek tarafından “Faşizm”, Ferit Öngören tarafından da “Doğu Anadolu” konularında konferanslar verildi. İstanbul DDKO’nun tertiplediği konferanslar ve seminerlerle ilgili bilgiler Emniyetçe tespit edilememiş, derneğin 400’ü aşkın üye listesindeki ad, soyad ve adresleri Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nda muhafaza edilmiş ve ranzalarda saklanmıştır. Dernek binasında bulunan üye listesi ise kurucu, yönetim ve denetim kurul listeleri dışında ad veya soyad içermemekte, sadece  1’den 450’e kadar numaralar içermekteydi. Bu arada Karadeniz kökenli arkadaşlarla da temaslar kuruldu, onların da dernek kurma çalışmaları vardı. Trabzonlu Sabahattin ismindeki arkadaşın başkanlığında Karadenizliler Derneği kuruldu, onlarla da sıcak ilişkilerimiz vardı. Yapılan mitinglere DDKO’lu arkadaşlar gönderiliyordu. 27 Temmuz 1969 tarihinde Hilvan’da yapılan mitinge İstanbul DDKO’dan Mehmet Tüysüz, Fethi Kaya, Ramazan Paydaş ve Fevzi Paydaş katılmışlar ve Mehmet Tüysüz mitingde bir konuşma yapmıştı. Miting için İstanbul DDKO’nun o dönem başkanı olan Necmettin Büyükkaya imzası ile bir telgraf gönderilmiştir. Telgrafta “yıllardan bürokrasinin jandarma dipçiğine hedef olmuş, dilinden, Kürtlüğünden dolayı horlanmış doğu halkının açlığını, sefaletini dile getiren Hilvanlı kardeşlerimizi ve Devrimci özlerini yürekten selamlarız. Halkımızın tek kurtuluş yolu faşistlere, imansızlara karşı verilecek savaşla mümkün olabileceği inancındayız, İstanbul DDKO olarak doğunun ezilmiş bir parçası olan Hilvan halkıyla her zaman mücadeleye hazır olduğumuzu bildiririz, zafer daima uluslarındır” deniyordu. 2 Ağustos 1969 tarihinde Siverek’te düzenlenen mitingde İstanbul DDKO üyelerinden Zeki Tekeş, Fethi Kaya, Mehmet Can ve ben birer konuşma yapmıştık. 24 Ağustos 1969 tarihinde Lice’de yapılan bir mitinge de Ali Yılmaz Balkaş imzasıyla bir telgraf çekilmiştir. Telgrafta “halkımızın tek kurtuluşunun bürokrasi ve onun işbirlikçileri egemen sınıflara karşı verilecek mücadeleyle mümkün olabileceği” belirtiliyordu. 24 Ocak 1971 tarihinde Batman DDKO’nun açılışı münasebetiyle İstanbul DDKO adına ben bir konuşma yapmıştım. Konuşmam sırasında açılışa katılanlar tarafından “Doğuya Özgürlük, Halklara Hürriyet” sloganları atıldı. 8 Şubat 1971 tarihinde Kozluk’ta yapılan mitingde İstanbul DDKO adına bir konuşma yaptım. Bu arada mitinge İstanbul’dan DDKO adına çekilen telgrafta “Kürt halkının gelişen devrimci mücadelesine güç katmış olan Ocaklarımıza bir yenisinin daha eklenmesi mücadelemizin ne kadar hızlandığını göstermektedir, zalimlere ve sermaye sahiplerine her gün darbe inmektedir, bu darbeleri güçlendirdiğiniz için sizi candan kutlarız, kahrolsun zalimler, yaşasın Türk-Kürt kardeşliği, yaşasın mücadeleci köylüler, yaşasın kavga veren tüm dünya halkları” deniyordu. DDKO tarafından yayınlanan bildirilerde Türkiye halklarının gerçekten kardeşçe ve birlikte mücadele verecekleri halkların kardeşliği, birliği ve beraberliği vurgulanmış ve Türkiye halklarının demokratik mücadelesinden hep bahsedilmiştir. İstanbul DDKO yönetimi tarafından görevlendirilen üyelerden Ömer Bakal, Aga Uyanık, Eyüp Alacabey, Ahmet Zeki Okçuoğlu ve Tayyar Alaca Diyarbakır’a giderek komando baskınlarıyla ilgili çalışmalar yapmışlar, Diyarbakır’dan cumhurbaşkanı’na bir telgraf çekerek “güneydoğu illerinde asayişsizliği önleme maskesi altında on binlerce fakir ve masum vatandaşa işkence yapılmaktadır… Doğulu üniversite gençliği olarak bu yasadışı hareketleri kanun çerçevesinde halkla birlikte protesto edeceğimizi arz ettiklerini” belirtmişlerdir. Bildirilerde asimilasyon ve şovenizmden bahsedilmiş, İstanbul ve Ankara DDKO’lar tarafından “Doğuda Devam Eden Komando (Jandarma) Harekatı ile İlgili Araştırma Raporu” adı altında bir rapor hazırlanmış, ve bu rapor Cumhurbaşkanlığı’na sunulmuştur. Bilahare İstanbul DDKO tarafından bununla ilgili yazı ve fotoğraflarla bir sergi açılmış ve üç gün devam eden bu sergiye halk ve devrimci kuruluşlar davet edilmiştir. Yine İstanbul Ocağında, Siirt ve çevresindeki Komando harekatı sebebiyle bu konudaki bilgileri toplamak ve bunları DDKO’nun bülteninde yayımlamak üzere Mahmut Kılıç ile Mehmet Tüysüz görevlendirilerek, bölgeye gönderilmişti.

İstanbul DDKO’nun Beyazıt Tavşantaşı, Sekman Başı sok. no 18 adresinde bulunan dernek merkezine çeşitli defalar baskınlar yapılmış, dernek merkezi polisçe aranmıştır. Bir günde dernek binasının hemen yanında bulunan Marmara Sineması’nın yanındaki meydanda Alparslan Türkeş’in konuşma yaptığı MHP mitingine büyük bir kitle katılmıştı. Bize derneğe bir baskın yapılacağı haberi geldi o sırada dernek binasında 200’e yakın arkadaş toplantı halindeydik. Sonradan derneğe bir baskın olma ihtimaline binaen dernekteki arkadaşlara bir zarar gelmesin diye arkadaşların çoğunu gönderdik. Ben, Mehmet Tüysüz, Ahmet Karlı ve Necmettin Büyükkaya yalnız kaldık, derneği miting sonuna kadar bekledik. Miting bitti ve herhangi bir saldırı olmadı. Başka bir gün ise dernek binasını kardeşim Fikret Bozçalı ile birlikte koruduk ve geç saatlere kadar nöbet tuttuk. İstanbul DDKO, TİP, DEV-GENÇ, Sosyalist Gençlik Örgütü, DİSK, İşsizlik ve Pahalılıkla Mücadele Derneği, Türkiye Öğretmenler Sendikası, Üniversite Asistanları Sendikası gibi kuruluşlarla bazı konularda somut işbirliği yapmıştır. Yine DDKO üniversite boykotlarına katılmış, İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi DDKO ve DEV-GENÇ tarafından bir müddet işgal edilmişti. Fabrikalardaki grev ve işgaller desteklenmiş, memur sendikalarının grevi, Kadın derneklerinin pahalılığı boykotu, toprak işgalleri, köylü mitingleri, gecekondu semtlerinin direnişi, Devrimci Öğretim Üye ve Yardımcıları Sendikasının direnişi desteklenmiş, hamallar, simitçiler, işportacılarla temaslar kurulmuş, üniversite giriş sınavlarına girecek öğrencilere yardımlar sunulmuştur.

DDKO’nun yönetim kurulu başkanıyken derneğimizin üyelerinden Celal Karahan vasıtasıyla Yılmaz Güney ile tanıştık. Yılmaz Güney’in İstanbul DDKO’ya büyük katkıları oldu. Özellikle çevresindeki iş adamlarından ve kabadayı kesiminden DDKO’ya parasal yardımlar yapılmasını sağladı. Yılmaz Güney vasıtasıyla kabadayılardan Dündar Kılıç, Kürt İdris ve Barut Mehmet ile tanıştık. Yılmaz Güney’in çevirmiş olduğu Umut filmi yasaklanmıştı. İstanbul Kumkapı’da bulunan Kadırga Yurdu’nda Umut filmi gösterildi, gösterimin geliri İstanbul DDKO’ya bırakıldı. Filmin sonunda Yılmaz Güney ve iki tane İtalyan artist seyircilerin önüne çıktılar. Filmi izleyenler Yılmaz Güney’e filmin eleştirisini içeren sorular sordular. Bir saat kadar sorulara Yılmaz Güney cevap verdi. Bu sırada Yılmaz Güney’e Siverekli bir arkadaş “senin aslın ne” diye sordu. Yılmaz Güney ise “Babam Siverekli Zaza, annem ise Muşlu Kurmanctır” diye cevapladı. Bu cevabı duyan Siverekli arkadaşlar Güney’e tezahürat ve sevinç gösterilerinde bulundular.

Bir gün DDKO’da oturuyordum, Silvan’dan tanıdığım Abdülkerim Ceyhan derneğe geldi bana “Irak’tan bir misafirin var seninle görüşmek istiyor” dedi. Bu misafirim Irak’tan gelen Dr. Said Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) idi. Onunla Kadıköy’de buluşup tanıştım, kendisiyle sohbet ettik, bazı konularda tartıştık. Bir gün de Deniz Gezmiş Bursa Cezaevi’nden çıktıktan sonra İstanbul’da Diyarbakır Öğrenci Yurdu’na geldi benimle görüştü, bana üniversitelerin bizleri artık koruyamayacağını, burjuvazinin eline geçeceğini ileri sürerek Doğu’da dağa çıkma teklifini yaptı. “Dağa çıkalım, Türk ve Kürt halkının mücadelesi için hareket başlatalım” dedi. Ben de ona bu yanlış olur, buna hazır olmadığımızı ve tasvip etmediğimizi belirtip üç tane eşkıya bizi öldürür dedim. O da bana biz dağa çıkarsak zaten öleceğiz, ama bu bir kıvılcım olur ve bu hareket yayılır cevabını verdi. Ben de Deniz’e birkaç ay önce yazın İstanbul DDKO olarak ben, Mustafa Özer, Erdinç Uzunoğlu, Ömer Ağın, Ömer Ayna, Selahattin Şahin ve Fazlı Can adlı arkadaşlarla önce Kozluk’a gittiğimizi orada kırsal bölgede birkaç köye gittiğimizi bilahare Baykan, Bitlis, Tatvan, Van ve Başkale’ye kadar gittiğimizi, bazı köyleri dolaştığımızı, İran sınırına yakın köylere kadar gittiğimizi söyledim. Kırsal bölgede dolaşmanın, yaşamanın ve mücadele etmenin ne kadar zor olduğunu Deniz’e anlattım. Beni dinlemedi, bana biraz kızarak yanımdan ayrıldı. Şunu da belirtmeden geçmek istemiyorum, bu görüşmeden yıllar sonra cezaevinden çıkıp İstanbul’a gelip, Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nu açıp, yurdun bağlı olduğu Diyarbakır Kültür ve Yardımlaşma Derneği başkanı olmuştum, İstanbul Hukuk Fakültesi’ni de yeni bitirmiştim ve yurtta kalıyordum. Bu sırada, Deniz ile görüşmemin üzerinden tam beş yıl geçtikten sonra Ankara’dan misafirlerimin olduğu söylendi. Yurdun kantinine indiğimde Ankara’dan gelen üç misafirimin Abdullah Öcalan, İsmet Ateş ve Ahmet Vakıf Ahmetoğlu olduğunu gördüm. Bir masada oturduk, çay içtik, tartıştık Abdullah Öcalan dağa çıkmak istediğini söyledi ve bana birlikte örgüt kurma ve dağa çıkma teklifinde bulundu. Silahlı propaganda ile halkı bilinçlendiririz dedi. Ben bu teklifi kabul etmedim. Ve saatlerce tartıştık. Abdullah Öcalan’a tam beş sene önce Deniz Gezmiş’in bana bu teklifi yaptığını söyledim; sonradan kalkıp gittiler.

Başkanlığımda olan İstanbul DDKO yönetimi 11 Nisan 1971 tarihine kadar iş başında kaldı, bu tarihte yapılan 2. Genel Kurul toplantısında Mehmet Tüysüz’ün başkanlığında yeni yönetim seçildi. Bu arada devrimcilerden Deniz Gezmiş önderliğinde Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Mahir Çayan önderliğinde ise Türkiye Halk Kurtuluş Parti Cephesi (THKPÇ) adlı örgütler eylemler yapıyordu. Daha önce Sinan Cemgil ve arkadaşları Nurhak Dağındaki çatışmalarda ölmüşlerdi. İstanbul’da İsrail Başkonsolosu kaçırıldı, bir çok olaylar oldu. Bütün İstanbul arandı. Arkasından Sıkıyönetim ilan edildi ve tutuklamalar, aramalar başladı. Ben de bu arada aranmaya başlandım. Bir müddet İstanbul’da gizlendikten sonra Haydarpaşa’dan trenle Eskişehir, Afyon ve Antep’e kadar gittim. Üzerimde Derikli Ali isimli kimlik vardı. Oradan otobüsle Urfa’ya, orada birkaç gün kaldıktan sonra otobüsle Viranşehir, Kızıltepe ve Nusaybin’e gittim. Nusaybin’de Bate ailesinde kaldım. Battal Bate ile birlikte Suriye’ye geçtik. Kamışlı’ya yakın Usufe Bate’nin evinde kaldım. Oradan Kamışlı’ya geçtim. Kamışlı’da Musa Anter’in amcasının oğlu olan Aziz Anter’e misafir oldum. Bilahare Kamışlı’dan Suriye’nin Irak sınırına yakın bir nahiyesi olan Mala Haco’nun bulunduğu Derik’e gittim, oradan da Hüseynî aşiretinin bulunduğu bir köye gittim. Orada Suriye KDP başkanı Miame Dîro ile Merkez Komitesi üyeleri bulunuyordu. Suriye Irak sınırını büyük meşakkatlerle geçtik. Musul’a yakın olan Dicle nehrinin kenarında bulunan Şîlekîye köyüne geldik. Beni getiren rehber geri döndü. Sonra Dicle nehrini geçerek Zaho’ya ait olan bir köye gittim. Mesûlê Gund (Köyün Sorumlusu) Thomas isminde bir köylünün evine gittim, bir gece misafir kaldıktan sonra arabayla Zaho’ya geçtim. Zaho’da IKDP başkanı Osman Qazî ve askeri komutan Îsê Suwar ile tanıştım. Bir gece misafir kaldıktan sonra sabahleyin Duhok’a bir arabayla gittim. Duhok’ta peşmergelere ait lijnede (karakolda) kaldım. İki gece orada kaldıktan sonra sabahleyin bir taksi ile Çiyayê Metina’da (Metine Dağları) bulunan Bamernê’ye gittim. Bamernê’de Peşmegerlerin Türkiye sınır komutanı Esad Xoşevî kalıyordu. Ben orada Dr. Şivan ile görüşmek istediğimi söyledim. Karargahın yanında kürsüde otururken Esad Xoşevî ile Siirt ili Kurtalan ilçesinden tanıdığım Derwêşê Sado’yu gördüm. Beni görmeleri için kürsümü onlara doğru yaklaştırdım. Derwêşê Sado beni gördükten biraz sonra bir yetkili beni oturduğum yerden alarak gözaltına aldı ve bir hücreye koyuldum. Bir saat sonra Mele Alî adlı bir kişi tarafından sorguya çekildim, kim olduğum nereden, nasıl ve ne için geldiğim benden soruldu. 200’ü aşkın soru soruldu. Sait Elçi’yi tanıyıp tanımadığım sorulduğunda Sait Elçi’yi tanıdığımı 5-6 ay önce Diyarbakır’da onunla görüştüğümü ve kendisinin sevip, saydığım birisi olduğunu söyledim. Ardından Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) soruldu. Onu da tanıdığımı ve onu da sevip saydığımı söyledim. Benim Sait Elçi’nin Sait Kırmızıtoprak (Dr. Şivan) tarafından bir müddet önce öldürüldüğünden haberim yoktu. Bunu bilahare öğrendim. Bir ara Esad Xoşevî’nin oğlu Yusuf Xoşevî yanımıza geldi, benim sorgumu yapan adama fazla uğraşma, bunu at içeri dedi. Beni sorguya çeken adam benim masum olduğumu söyledi, olayla ilgimin olmadığını söyledi. Bunun üzerine Çiyayê Şengalê’den (Şengal Dağları) gelen ve kaçırılan bir kızı arayan üç Ezidi Kürdünün bulunduğu taksiye beni bindirerek, istediğin yere gitmeye serbestsin dediler. Birlikte Duhok’a döndük. Oradan Zaho’ya, Zaho’dan da Türkiye’ye geçtim. Diyarbakır Sıkıyönetim Komutanlığı’nca aranıyordum. Karakollarda, otogar ve tren istasyonlarında, havaalanlarında benim resimlerim asılıydı. Hastaydım da. Silopi’ye kadar birkaç köyü geçerek yürüdüm. Silopi’de Tahir Öktem’i sordum. Tahir Öktem ilçede olmadığı için amcasının oğlu Mamo Öktem’in evine gittim. Kendimi tanıttım. Gece Tahir Öktem geldi, bana yardım etti. Sabahleyin otobüsle Mardin’e ve oradan da Diyarbakır’a geldim. Büyük dayım Siraç Bayar’ın Melikahmet’teki evine gittim. Dayım yaşlı bir devlet memuruydu, emekliliğine iki ay vardı ve benim orada kalmamdan tedirgin olduğunu görüyordum, evi hemen terk ettim. Hasta ve çok rahatsızdım, geceyi Diyarbakır Melikahmet’teki Aynalı Camii’sinin avlusunda geçirdim. Her tarafta resimlerim asılıydı. Dayımın büyük kızının evine gittim, beni evine aldı. Birkaç gece kaldıktan sonra trenle Bismil ilçesine oradan da Çöltepe köyüne gittim. Oradan da Bozçalı köyüne gittim, ailem oradaydı. Birkaç gün köyde gizlendim. Sonra köyümüzün karşısındaki Tepe köyüne oradan da Savur ilçesine yakın bir köye gittim. Evine gittiğim şahıs bana düşman sahibi olduğunu söyledi. Bu nedenle ihbar edilme riski karşısında oradan ayrılarak Diyarbakır Karacadağ’ın Daşdirek köyüne gittim. Orada bir buçuk yıl kaldıktan sonra 22 Ekim 1972 tarihinde ihbar neticesinde köye yapılan baskında yakalandım. Benimle birlikte yataklık suçundan köyden üç kişi de gözaltına alındı. Önce Diyarbakır İl Jandarma Alay Komutanlığı’nda hücreye atıldım, hücreden çıkarılıp sorguya götürülürken Diyarbakır Adliyesi’nin yanında kardeşim Kasım Bozçalı bana yaklaştı, uzaktan konuşarak “babam korkmasın” dedi. Askerler kardeşime kızdılar ve onu oradan uzaklaştırdılar. Sonra MİT’te sorguya alındım. Gözaltında bir süre kaldım, gözaltındayken bitişik hücrede İbrahim Kaypakkaya (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu-TİKKO başkanı) tutuluyordu. İbrahim’i öğrenciliğimden tanıyordum, DDKO’ya sürekli gidip gelirdi. Ancak sonra İbrahim’in öldüğünü duydum. Sıkıyönetim cezaevine nakledildim. Orada arkadaşlar arasında bir bölünme olduğunu gördüm. Üç komüne ayrılmışlardı, üç ayrı masada yemek yeniyordu. Her üç tarafta da sevdiğim arkadaşlar vardı. Bu ayrıma karşıydım. Çok da üzüldüm. Sonra ben, Sabri Çepik, Çimşit Bilek, Serhat Bucak ve birkaç arkadaş başka bir komün kurduk, o masada yemek yedik. Ben bir ara sinir depresyonları geçirdim, koğuştan tekrar hücreye götürüldüm, bir müddet hücrede kaldıktan sonra tekrar koğuşa geldim. Sıkıyönetim askeri cezaevinde bir çok olaylar oldu. Bir gün TİKKO mensubu 15-20 kişilik bir grup işkenceye götürülmek istendi, biz onları yetkililere vermedik. Gece geç saatlerde bir bölük silahlı asker cezaevinin etrafını çevirdi. Yetkili komutan Albay cezaevine girdi ve bu şahısların verilmesini istedi. Zorla almak istedi. Şiddetle karşı çıktık. Albay askeri geri çekti. Sabah çok erken saatlerde henüz gün ağarmadan cezaevinin camları kırılarak içeriye yangın, sis ve göz yaşartıcı bombalar atıldı, içerisi kurşunla tarandı, her yer duman doldu ve bazı yataklar tutuştu, bir kısmını söndürdük bu kez gözlerimizden yaşlar akmaya başladı, öksürmeye başladık neredeyse boğulacaktık, herkes kantine kaçtı oradan da cezaevinin bahçesine çıktık. Çıktığımız sırada karşılıklı sıralar halinde dizilmiş, ellerinde coplarla hazır vaziyette cezaevinin bahçesinde beş altı sıra halinde oluşturulan askerler tarafından karşılandık. Birinci sıradan sonuncu sıraya kadar en az 100 cop yedik. Ben başımdan, yüzümden ve sırtımdan yaralandım. Coptan sonra tüfek dipçikleriyle dipçiklendik. Ve cezaevinin bahçesinde bir yerde bizi topladılar. Sabahın erken saatiydi, hava çok soğuktu ağzımızdan buharlar çıkıyordu, bir yüzbaşı bana doğru yaklaştı ayağındaki potinin sivri ucu ile ayak bileğimin üstündeki damara vurdu, çok acı çektim, bana bağırdı. “Dün gece bu grubu bize vermezsiniz ha!… Size göstereceğim” diye ayrıca beni tehdit etti. Bizim o anki durumumuz aynen Hitler Almanya’sında Yahudilerin tutulduğu esir kamplarını andırıyordu. O an aklımdan da aynen bu geçti. Sonra isimler okundu, bir kısmımız cezaevine, benim de içinde bulunduğum 40 kişilik bir grupta hücrelere götürüldü. Dört kişi bir hücredeydik. Beşi karşılıklı olmak üzere on hücre vardı. Benim kaldığım hücrede Mehmet Emin Bozarslan, İsmail Beşikçi ve Maraşlı Yusuf isminde bir arkadaş vardı. İki yataklı bir ranza vardı, nöbetleşe uyuyorduk. Yastık ve döşek çok sert olup içinde odun talaşları vardı. Günde iki defa tuvalete gitme izni vardı, konuşmak yasaktı, sigara içmek yasaktı bulunduğumuz hücrenin önüne bir tank koymuşlar, tankın namlusu hücrelere yönelikti. Üçüncü gün Avukat Yücel Önen, İsmail Beşikçiyle beni çağırttı. Gittik, görüştük ve tekrar hücreye döndük, hücrede bir müddet kaldıktan sonra bizi tekrar koğuşa götürdüler.

Diyarbakır cezaevinde DDKO sanıklarının dışında Erzurum-Kars DEV-GENÇ ve TKDP mensupları da vardı. Hatta siyasi tutukluların yanında siyasi olmayan bazı tutuklularda vardı. Depresyonu atlatmamda Erzurum-Kars DEV-GENÇ davasının sanıklarından ve Ardahanlı bir Kürt olan Fevzi Yılmaz adlı arkadaşın bana katkıları oldu. Yakalanmadan önce cezaevinde bulunan arkadaşlarım DDKO davasından yargılanıyorlardı. Benim yargılanmam bilahare başladı. Diyarbakır 7. Kolordu Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi’nde yargılandığım ilk duruşmamda mahkemenin duruşma hakimi Yarbay Askeri Hakim Hamdi Sevinç idi. Duruşmaya şalvar, gömlek ve gömleğin üzerine kırk düğme yelek giyerek katılıyordum. Duruşmalara Avukat Yücel Önen ve babam Salih Bozçalı geliyorlardı. İlk duruşmamda Türkçeyi iyi bilmediğimi ileri sürerek Kürtçe konuşacağımı söyledim. Ve Kürtçe tercüman istedim. Diyarbakır Müftüsü Mehmet Emin Efendiyi tercüman olarak getirdiler. Bazı cümleleri yanlış tercüme ettiği için ona ara sıra kızıyor ve sert tavır alıyordum. Mehmet Emin Efendi beni babama şikayet etmişti, devlet memuru olduğunu ve mahkemeye mecbur kaldığı için geldiğini söylemişti. Duruşma hakiminin ısrarı üzerine sonraki duruşmalara Türkçe konuşarak devam ettik. Tanık olarak o zaman Diyarbakır Emniyet Müdürü olan Recep Şeker dinlendi, Narkotik Büro Amiri Atilla Aytek, MİT Bölge Sorumlusu Hüseyin Avcı ve diğer güvenlik görevlileri tanık olarak dinlendiler. Ben zaten duruşmada DDKO’nun ilk kurucusu olduğumu, ilk yönetim kurulu üyesi ve sonraki kongrede yönetim kurulu başkanı olduğumu, yayımlanan tüm bültenleri kendimin yazdığını bildiri ve basın açıklamalarını benim yaptığımı İstanbul DDKO ile ilgili tüm yayınların sorumlusu olduğumu kabul ettiğimi, Türkiye’de Kürt halkının olduğunu, Kürt halkının ulusal demokratik haklarının verilmesini talep ettiğimizi bunun mücadelesini verdiğimizi, kendimin Kürt devrimcisi olduğunu, bir çok miting kongre ve üniversitelerdeki forumlarda konuştuğumu, sömürüye karşı olduğumu, anti-emperyalist, anti-faşist ve anti-şovenist olduğumu, Türkiye Halkları sloganının DDKO’ya ait olduğunu açık ve net olarak söyledim, hiçbir şeyi inkar etmedim ve bu yaptıklarımızın yasal olduğunu Türkiye’deki gerçekleri söylediğimizi ve kurduğumuz derneğin gizli olmadığını, açık ve yasal olduğunu her duruşmada belirttim. Zaman zaman duruşma hakimi Hamdi Sevinç ile sürtüşmelerimiz oldu. Usul dışı sorular sormaya başladı, bir duruşmada “sen komünist misin” diye bana bir soru yöneltti. Avukatım Yücel Önen buna itiraz etti, bu sorunun Anayasanın ilgili maddesine aykırı olduğunu belirterek hakime “Anayasaya göre bir insanı düşüncesini açıklamaya zorlayamazsınız” dedi. Hakkımızda TCK 141 ve 142. maddeden dava açılmıştı. Bölücülükten ceza verildiği zaman azami haddi 3 yıldı. Komünist örgütten ceza verildiği zaman bunun cezası 15 yıldı. Herhalde duruşma hakimi yüksek ceza vermek için komünist misin sorusunu sordu. Bu kez duruşmada tartışmalar başladı. Duruşma hakimi kalk dediği zaman kalkmadım, bazı isteklerine uymadım, istediğin cezayı ver dedim. Bunun üzerine duruşma ertelendi. Bir sonraki duruşmaya babam geldiğinde bana bir muska getirmişti. Ben kabul etmedim, bana “sen delisin ya da çok cesursun” dedi. Duruşmada sakin ve saygılı olmamı benden istedi. Duruşmalardan sonra şalvarla tekrar Sıkıyönetim cezaevine döndüm, bahçede İsmail Beşikçi ile karşılaştım. İsmail hoca bana bir gün Hikmet sen tam bir Kürt köylüsüne benziyorsun demişti, ben İsmail Hocayı çok seviyordum ve sürekli onunla sohbet ediyordum.

Benim dışımda olan DDKO’lu arkadaşlarla ilgili dava bir müddet daha devam etti, bazı arkadaşlar siyasi savunma yaptılar bazı arkadaşlar ise siyasi savunma yapmadılar. Ben cezaevine gelmeden önce DDKO davasından yargılanan arkadaşlar kendi aralarında siyasi savunma mı yoksa sadece hukuki savunmamı yapalım diye tartışmışlar ancak ortak bir yere varamamışlardı. Bu nedenle bir kısım arkadaşlar hukuki savunma bir kısım arkadaşlar da siyasi savunma yapmama kararını almışlar. Yeri gelmişken şunu da açıklayayım siyasi savunma yapan arkadaşlar içerisinde olan Mümtaz Kotan Yenilginin İzdüşümü adlı kitabında benim siyasi savunmaya karşı çıktığımı, başımızı belaya koyacağımızı söylediğimi ileri sürmüştür. Oysa ki bu arkadaşımız yanlış hatırlıyor, ben zaten siyasi savunma yapılmasını gerektiğini savunuyordum, ben kendim de siyasi savunma yaptım ve en ağır cezaya (20 yıl ağır hapis ve 20 yıl da gözetim altında tutulma cezasına) çarptırıldım. Ben Mümtaz Kotan ve arkadaşlarına siyasi savunma için kızmadım, ben bütün arkadaşlara aralarında bölünmüş oldukları için kızdım. Bir arada yemek yemedikleri için kızdım. Benim bütün kızgınlığımın sebebi DDKO üyelerinin bölünmüşlüklerinden kaynaklanıyordu. Nitekim bu ayrılıklar dışarıda ayrı ayrı örgütler şeklinde ortaya çıkacaktı. Örneğin bir masadakiler Rizgarî’yi diğer masadakiler de Özgürlük Yolu’nu oluşturdular. DDKO davası bitti bütün arkadaşlara cezalar verildi, en yüksek ceza (16 yıl ağır hapis) İbrahim Güçlü’ye verilmişti. Diğer arkadaşlar değişen sürelerde ağır hapis cezasıyla cezalandırılmışlardı. Ceza verildiği gün cezaevinin bahçesinde saz eşliğinde delilo oynandı ve halaylar çekildi. Benim duruşmalarım halen devam ediyordu. Ben duruşmalarda siyasi savunma yaptım. Beni yargılayan mahkemenin duruşma hakimi Hamdi Sevinç değişti, Hakim Yüzbaşı Ahmet Beyazıt yeni duruşma hakimi oldu. Kendisi iyi bir insandı, siyasi hava da yumuşamıştı. Benim savunmamı da bu arada Avukat Yahya Mehmetoğlu yapıyordu. Seçimler olmuştu, CHP birinci parti olmuştu. CHP seçimden önce siyasi af çıkaracağı sözünü vermişti. Hepimizin aileleri CHP’ye çalıştı. Af çıkacağı söylentileri yayılıyor ve gazetelerde siyasi aftan bahsediliyordu. Bülent Ecevit’in Başbakanlığında CHP ve MSP koalisyonu kuruldu. Duruşma heyeti yeniden değişti. 1974 Nisan ayındaki duruşmamda duruşma hakimi Yarbay Nejat Beydi. Avukatım Yahya Mehmetoğlu tahliye talebinde bulundu, askeri savcı tahliye talebine olumlu mütalaa verdi. Ben tahliye olacağıma hiç ihtimal vermiyordum.  Ancak mahkeme beklemediğim halde beni tahliye etti. Şaşırdım ve cezaevine gelerek arkadaşlarla vedalaştım. Mahkemem tutuksuz olarak devam ediyordu. Tahliye olduktan sonra Silvan’daki evime gittim. İlk öğrendiğim şey benden bir yaş küçük olan ve DDKO’da beraber nöbet tuttuğum kardeşim Fikret Bozçalı’nın üç sene önce ölmüş olduğuydu. Sevinçle üzüntüyü beraber yaşamıştım.

Silvan’dan sonra tahsilime devam etmek üzere İstanbul’a gittim. Cezaevindeki arkadaşlar sivil cezaevlerine gönderilmişlerdi. Bana arkadaşlar hiçbir örgütlenmeye girişmemem ve onları beklemem için haber yolladılar. Ben de arkadaşları bekledim ancak kalacak yerim yoktu. Diyarbakır Öğrenci Yurdu kapatılmıştı. Kalacağım bir tek Bitlis Öğrenci Yurdu vardı. Otele gidecek param da yoktu. Bitlis Öğrenci Yurdu’nda kalabilmem için polisten izin kağıdı gerekiyordu. Gayrettepe’de bulunan polis merkezine gittim, bana izin kağıdı vermediler bunun üzerine yatağımı alarak polis merkezine bir daha gittim ve burada yatacağımı söyledim. Yetkili bir memur bana burada yatamazsın dedi, sana izin kağıdını veremeyiz ancak git Bitlis Öğrenci Yurdu’nda kal dediler. Bunun üzerine yurda gittim. Beni orada çok iyi karşıladılar,  Hacı (Nurullah), Hakkı Uzar, Ferhan Sevinç, Dr. Vedat, Ziyaneddin, Mehmet Bingöl, Cemal Saygılı, İbo ve şu anda isimlerini hatırlayamadığım bir çok arkadaş bana yardımcı oldular. Bir müddet sonrada beni yurt müdürü yaptılar, belli bir ücret de aldım. Bu arada İstanbul Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nu açmak için çalışmalar yapıyorduk. Bitlis yurdundayken Fransa’dan Salim Gemici (Kendal Nezan) beni ziyarete geldi. Uzun zamandan beri görüşmemiştik. Bu arada  Yılmaz Güney ile buluştuk. Yılmaz Güney Melike Demirağ ile birlikte İstanbul Taksim Sıraselviler’de bulunan Sinematek’de Arkadaş filminin bazı çekimlerini yapıyordu. Filmde Amerikan 6. Filosu İstanbul’a geldiği ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrencilerin bunu protesto etmek için fakülte amfisinde toplanıp forum yaptıkları bir sahne vardı. Yılmaz Güney ile Melike Demirağ da rol icabı ellerinde kitaplarla öğrenci olarak forumda olayları izliyorlar ve protestoyu destekliyorlardı. Sahne içinde İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği (İYÖD) başkanı olan Umberto, öğrenci lideri sıfatıyla konuşma yapıyordu. Film icabı hazırlanmış protesto metnini okuyordu. Yılmaz Güney müdahale etti. Bana hitaben Hikmet gel, bunun gerçeğini sen yaşadın sen çık öğrenci lideri olarak konuşma yap ona göre filmi çekelim dedi. Ben önce tereddüt ettim. Figüran olmak istemiyordum. Ancak Yılmaz Güney’i de çok seviyordum. O da beni çok seviyordu. Çok ısrar etti, onu kıramadım daha önce yaşadıklarım ve İstanbul Hukuk Fakültesi 1 nolu amfideki forumlarda yaptığım bir konuşmayı Sinematek’te Arkadaş filminin bir sahnesi içinde öğrencilere hitap ederek tekrarladım. Yılmaz Güney çok beğendi, provasız kamera diyerek çekim yaptı. Oradan çıkarak Divan Hoteli’ne gittik. Otelin resepsiyonunda oturduk, Yılmaz bana hitaben “Hikmet Türkçe’yi unuttuğunu sanmıştım, iyi konuştun” dedi. Dört buçuk yıldan beri görüşmemiştik, o sırada Tuncel Kurtiz geldi beni onunla tanıştırdı. Bilahare Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nun açılması çalışmaları yoğunlaştı. Diyarbakırlı hemşehrimiz iş adamı Şehmuz Tatlıcı’nın yardımlarıyla yurdu açtık.

CHP ve MSP hükümeti af hususunda anlaşamamıştı. MSP’liler siyasi afa karşı çıktılar. CHP çıkan kararın Anayasa’nın eşitlik prensibine aykırı olduğu iddiasıyla kararı Anayasa Mahkemesi’ne götürdü. Biz de bu sıralarda Türkiye’den kaçma planları yapıyorduk. İstanbul’da Avukat Ayhan Soysal ve Halit Güneşle birlikte bu konuyu tartıştık, nereden nasıl kaçacağımızı konuştuk. Bir müddet sonra Anayasa Mahkemesi kararı bozdu ve siyasi af da çıktı.

Benim yargılanmam devam ediyordu, bir gün sabahleyin Yeni Ortam gazetesini aldım. Ön sayfasında büyük puntolarla benim hakkımda Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından 20 yıl ağır hapis kararı verildiğinin yazıldığını gördük. Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesinin 21 Kasım 1974 tarih, 1974/1 Esas, 1974/80 karar sayılı kararının hüküm kısmında “sanık Hikmet Bozçalı’nın örgütsel faaliyetleri doğrultusunda ve faaliyet gösterdiği örgütün başkanı sıfatı ile T.C.K.’nın 141/1. maddesinin ihlal ettiği toplanan deliller ve tüm dosya münderecatı ile sabit görülmekle: Eylemine uygun T.C.K.’nın 141/1. maddesi gereğince takdiren 15 yıl süreyle ağır hapsine, T.C.K.’nın 141/6. maddesi gereğince tayin olunan ceza 1/3 oranında arttırılarak NETİCETEN YİRMİ YIL SÜRE İLE AĞIR HAPSİNE, hafifletici sebeplerin uygulanmasına yer olmadığına T.C.K.’nın 173/3. maddesi gereğince takdiren YİRMİ YIL SÜRE İLE İNEBOLU İLÇESİNDE GENEL GÖZETİM ALTINDA BULUNDURULMASINA, T.C.K.’nın 31. maddesi gereğince devamlı olarak kamu hizmetlerinden yasaklanmasına, T.C.K.’nın yine 33. maddesi gereğince ceza süresi içerisinde kanuni kısıtlılık altında tutulmasına, Anayasa Mahkemesinin 2. 07.1974 gün 19/1 sayılı kararı ile 15. 05.1974 gün ve 1803 sayılı af yasasının 1/A maddesi gereğince sanığa tertip edilmiş yirmi yıl ağır hapis cezasının on iki yılının tenzili ile bakiye ceza üzerinden infazın yapılmasına iş bu indirimin feri cezaya da teşmiline karar verilmiştir” deniyordu.

Diyarbakır Öğrenci Yurdu’nu açtıktan sonra Diyarbakır Kültür ve Yardımlaşma Derneği’nin başkanlığına seçildim. Bu ara hiçbir siyasi örgütlenmeye girmedim, çok talep geldi kabul etmedim. Arkadaşların cezaevinden çıkmalarını bekledim. Arkadaşlar cezaevinden çıktıktan sonra tümünü bir araya getirmek için birkaç girişimde bulundum. Yurtta kaldığım süre zarfında Diyarbakırlı öğrencilerin bir kısmı Mahir Çayan’a bir kısmı da TKP’ye sempati besliyorlardı. Yurtta Devrimci Demokratik Kültür Derneği (DDKD) doğdu. Doğmasında etkin oldum, ancak hiçbir siyasi görüş ile organik bağ kurmadım, hep dışarıda kaldım. Hep demokrat ve sol görüşlü çizgimi korudum, Kürt meselesini yasal bir çerçevede hep savundum. DDKD’nin yanında Rizgarî, Ala Rizgarî, Kawa, Özgürlük Yolu, KUK ve PKK gibi Kürt siyasetleri doğdu. Türk solunda da DEV-YOL, DEV-SOL, TİKKO, Kurtuluş gibi siyasetler doğdu. Hiçbirisiyle organik bir bağım olmadı. Bu siyasetlerin içinde yer alan ve bu nedenle yargılanan bir çok kişinin, hiçbir ayrım yapmadan, beni avukat olarak tutan herkesin avukatlığını yaptım. Bu arada 12 Eylül döneminde iki üç kez göz altına alındım. Sonrasında 1991 Seçimleri sırasında Bismil’deki bir mitingde yaptığım konuşmadan dolayı Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi Savcılığınca soruşturma açıldı. Hazırlık No: 1992/1454, Karar No: 1992/308 ve 18 Haziran 1992 tarihli kararla ben, Veysi Aydın ve Mehdi Zana hakkında takipsizlik kararı verildi, ancak Silvan mitinginde yaptığım bir konuşmadan dolayı hakkımda “ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğünü zayıflatıcı propaganda yapmaktan” Diyarbakır 2 nolu Devlet Güvenlik Mahkemesinin 1992/23 esas sayılı dosyasıyla dava açıldı, yargılandım ve bu davadan berat ettim.

DDKO ile ilgili haksız eleştirilerde bulunan aydın ve yazarlarımız olmuştur. Bazıları DDKO’lardan bahsederken DDKO mensuplarının öğrenci derneklerinden kaşarlanmış ve kovulmuş insanları aralarına aldığını ve çocuksu lüzumsuz bazı hareketler yaptıklarını ileri sürmüştür. Oysa ki ben bu fikre kesinlikle katılmıyorum. DDKO Türkiye’de Kürt kökenli öğrenci ve aydınların yasal olarak kurmuş olduğu ilk örgüttür. Bütün üyeleri namuslu, fedakar ve cesurca davranmıştır. Hiçbir DDKO mensubu kişisel çıkarını gözetmedi ve DDKO’yu istismar edip bir yerlere gelmedi. Hepsi yargılandı, ceza yedi ve hayatlarının baharlarını cezaevlerinde geçirdiler. Hiçbir DDKO mensubu ajan olmadı. Aramızdan itirafçı hiç çıkmadı. Çoğu halk çocuklarıydı. Kürt sorununun tartışılır hale gelmesine ve bu sorunun barışçıl demokratik yollarla çözülmesi fikrine DDKO’ların katkısı büyük olmuştur.

İstanbul, Eylül – 2006

Kovara BÎR, Jimar: 5, Havîn-Payîz 2006