İskan Tolun

İsmail Beşikci’nin, (Doğu’da Değişim ve Yapısal Sorunlar) Göçebe Alikan Aşireti adlı kitabını (İBV 3. Baskı. Ekim/2014 İstanbul, 351 sayfa+harita) zevkle, heyecanla, bir çırpıda, lakin dikkatle okudum. İsmail hocam yine; her zaman olduğu gibi kalemini doğrudan, haktan yana kullanmış, ezenin karşısında, ezilenin yanında yer almış ve bu doğrultuda araştırma tezini kitaplaştırmıştır. Kitap, oldukça akışkan ve anlaşılır, halk diliyle yazılmıştır…

Bu kitabı, çok aradım ve maalesef bir türlü bulamıyordum. Çok arzu edilen, aranan şey bazen zor bulunuyor. Uğradığım her kitabevinde, gittiğim her kitap fuarlarında, imza günlerimde bile sağa-sola sorup soruşturuyordum bu kitabı, “yok babam yok…”

Böyle olunca da, bazen yoğunluktan dolayı aylarca unutuyordum, haliyle…

Geçenlerde, yeni açılan (Köln Gala) bir kitabevi’ne gittim; Remzi’nin Çilesi Ölünce Biter adlı romanımın 3. Serisi olan, İSYAN’ın tanıtımını yapmak için. Tanıtım işi bittikten sonra kitap raflarına bir göz attım, mezkûr kitap aklıma geldi, sordum. Mekân sahibi Hasan arkadaş, “maalesef yok, daha yeniyiz hocam.” dedi. Evet, dediği gibi, maalesef kitap, orada da yoktu. Daha doğrusu, çoğu yerlerde olmadığı gibi, İsmail hocamın orada da hiçbir kitabı yoktu. Bugüne kadar 50’ye yakın kitap yazmış değerli bir yazarın kitaplarının bulunmaması bana çok tuhaf geldi. Hasan arkadaşa, “Bilim adamı, sosyolog İsmail Beşikci’nin kitaplarının burada bulunmaması büyük bir eksiklik değil midir?” dedim. “İyi ki hatırlattın hocam, kesin sipariş edeceğim,” dedi ve hemen Hasan arkadaşa, cep telefonumdan İBV linkini attım…

Bu corona sürecinde, pandeminin etkisini azaltmak amacıyla, “zorunlu olmasa evden çıkmayın,” uyarısı yapılıyordu. Zaten, son romanıma (İBRET ULU TANRIM) biraz rötuş yapıyor, tashih hatalarını düzeltiyordum. Karantinaya alınmış gibi evden çıkmıyordum; yoğun bir çalışma temposuyla çalışırken, söz konusu kitap aklıma geldi. Biraz düşündükten sonra, “neden doğrudan İBV’den sipariş etmiyorum,” dedim, kendi kendime ve hemen harekete geçtim. Nihayet, İsmail hocam sayesinde İBV (Zilan Hanım) ile iletişimi sağlayabildim. Kitap, çok geçmeden bana ulaştı. Çok şükür. Sağolasın İBV çalışanı değerli Zilan hanım, istek kitabın yanı sıra, İsmail hocanın yeni çıkan kitaplarını da postalamıştı, raflarımda olmayanları da. “Ohh be!…” Rahatladım…

Bu kitabı mutlaka bulmalıydım. Zira, Alikan Aşireti’ne mensup olan birçok değerli şahsiyetleri tanıyorum. Hepsi de, muteber, entelektüel, değerli insanlardır. Komşuyduk, hatta ilkokul öğretmenim İsmet Ağaya bile Alikanlidir. Hem, doğduğum topraklar, memleketim araştırılıp yazılmış, üstelik bunu İsmail hocam yapmıştı, elbette bulacaktım bu kitabı.

Bu arada, Gala kitabevi sahibi Hasan arkadaşın oğlu Sedat arayıp, “abi, İsmail Beşikci’nin kitapları geldi, peynir ekmek gibi satılıyor. Bize salık verdiğiniz için çok teşekkür ederim…” dedi. Buna çok sevindim. Zira oraya sık sık gidiyorum ve artık, İsmail hocamın yeni çıkacak olan kitaplarını rahatlıkla alabilirim. Zaten Gala’da zevkle okuduğum birçok yazarın, filozofun hemen hemen  bütün kitapları mevcuttur, olmayanları da sipariş edebiliyorum. Bu, önemli bir özelliktir. Gönül ister ki, bütün kitapevlerinde, yazarların bütün kitapları bulunsun. Ne var ki, bu mümkün değildir, maalesef…

Alikan Aşireti’nin bu kadar büyük olduğunu bilmiyordum. İsmail hocam, ta 1960’larda, asker iken, birçok göçebe aşiretle tanıştığı gibi, Göçebe Alikan Aşireti ile de tanışmış ve bu değerli araştırmayı daha o zaman tasarlamış. Ve 60’ların ortalarında bizzat  aralarına girip çok titiz ve derin bir araştırma  yapmış. Doktora tezini başarıyla tamamlayıp, kitaplaştırmış. Kitabın ilk baskısı, Nisan 1969’da Doğan (Ankara) yayınevi tarafından yapılmıştır. İkinci baskısı ise, 1991’de, Yurt Kitap-Yayın tarafından yapılmıştır. İkinci baskısı yapılırken İsmail hocam yeni bir Önsöz (İBV baskılarında mevcuttur) hazırlamıştır ve bu önsözün hiç ihmal edilmemesi gerektiğini önemle vurguluyor…

Mezkûr aşiretin çadırlarda yaşadıklarına hiç tanık olmadım. Benden yaşça büyük olanlara da sordum, görmediklerini beyan ettiler. Beşiri ve çevresindeki köylerde yerleşiklerken tanıdım onları ve Alikan Aşireti bunlarla sınırlıdır, sanıyordum, değilmiş…

İsmail hocam:

“Örneğin, Alikan Aşireti’nin sekiz kabilesi vardır,” diyor. (Sayfa 96) Fakat, geçenlerde görüştüğüm değerli ilkokul öğretmenim, İsmet hocam:

“(Heft bavê Eşîra Alikan hene.) Alikan Aşireti’nin yedi kabilesi vardır.” Diyordu. Kürtçe olan bu, ‘heft bav’ kavramı, özellikle aşiretler için sık sık kullanılan bir ibaredir ve bunun sembolik bir rakam olduğunu düşünüyorum. Birinci şık, yani İsmail hocamın dediği doğrudur. Aralarında epey kalmış; titizlikle araştırmış, Van’dan muş’a, Diyarbakır’dan Siirt’e, Bitlis’ten Silvan’a, Süphan dağından, Nemrut dağına kadar, adım adım onları izlemiş, sormuş, soruşturmuş. Zaten, İsmail hocam, “Araştırma Alikan Aşireti’nin 37 çadırlık bir zoması (Yerleşim birimi) üzerinde yapılmıştır.” Diyor. (Sayfa 254)…

İsmail hocam yine:

“Örneğin, Nemrut yaylasını ele alalım. Bu yaylada her sene Alikan Aşireti’nin farklı kabilelerinden meydana gelmiş obaları görmek mümkündür.” Diyor. (Sayfa 70) Böylece farklı kabilelerin olduğu da anlaşılıyor.

Çok titiz ve hayranlık uyandıran bir çalışma yapmış İsmail hocam. Öyle ki, 78-82. Sayfaya kadar, Yaylalarda iklim ve sıcaklık konusunu ağzım açık okudum. Rüzgarın ne zaman eseceğini ve ne zaman yön değiştireceğini; hangi yaylada, hangi stepte, hangi dağda ne kadar kar yağıyor ve karın nerede kaç santim olduğunu, kaç gün sonra eriyeceği, nerenin nemli toprak, nerenin kuru olduğunu, en çok hangi aylarda yağmurun yağacağını ve sel tahlikesinin nerede oluşacağını bir meteoroloji uzmanının çok ötesinde, büyük bir ustalıkla, dimağa çivi gibi çakacak nitelikte yazmış. İsmail hocam doğayı; tabiatı, insan arasındaki  ilişkileri, aile bağlarını, hayvanların durumunu, çadırların nasıl yapıldığını, ekolojiyi, bilimi, tarihi, felsefeyi çok açık, anlaşılır bir dille aktarmış ve çizelgelerle, fotoğraflarla esere apayrı bir renk katmıştır. Ve, sağlam kaynaklardan edindiği (Özellikle, 143, 144 ve 145. sayfalardaki dipnotlar oldukça dikkat çekicidir) birçok önemli dipnot düşmüştür…

İsmail hocam:

“Şerefnameye göre kabileler ekseriyetle kendilerine isim veren adamın adıyla çağrılır.” Diye yazmış. (Sayfa 100) Bu cümleyi okuduğumda, çocukluğuma gittim. Çocukken ihtiyarların sohbetlerine çok meraklıydım, onları zevkle dinliyordum. İhtiyarlar, kendi aralarında, Alikan Aşireti’nin ismi, aşiret reisinin/Atasının Alo/Ali adından geldiğini söylüyorlardı.

Evet, her iki şıkka bakıldığında ve adın telaffuz ediliş tonu, Aşiretin ismi, ezeli, ilk reisin/Atanın adından türemiş olduğu rahatlıkla anlaşılıyor…

İhtiyarlar:

“(Êşîra Êlikan, Koçer bûn.) Alikan Aşireti göçebeydi.” Diyorlardı. İsmail hocamın (Göçebe Alikan Aşireti)  kullandığı bu, ‘Göçebe’ kavramının, Kürtçe olan ‘Koçer’ kelimesinden türediğini görüyoruz. Koçer-Goçer-Göçer-Göçebe. Ve, aynı zamanda, ihtiyarların da dedikleri gibi, Göçebe Alikan aşireti, koçer bir aşirettir. Öyle anlaşılıyor…

İsmail hocam, halk arasında efsaneleşmiş Koçero’dan da bahsediyor. (Sayfa 206 ile 226) Ve, Koçero’nun Alikanli olduğu biliniyor; buna karşın onun Alikan Aşireti’ne mensup olduğunu vurgulamamış, bu oldukça dikkat çekiyor….

“Neden?…” Diye, düşündükten sonra, tezin gidişatı açısından pek de önem arz etmediği kanısı baskın geliyor. Evet, Meşhur Koçero da mezkûr aşirete mensuptur ve adı aşiretin adından türemiştir. Koçer, Koçero…

Ve, geçenlerde, M. Ali İzmir’in, Son Eşkiya KOÇERO adlı romanını (Birinci baskı: Birey yayıncılık/Ekim 2014 İstanbul. 205 Sayfa.) okumuştum. Koçero, ilk maceraları sırasında:

“Biz Aliki’yiz,” diye kendini tanıtıyor, muhkem bir arkadaşlığın başlangıcı olan bir boğuşma nihayetinde, nefes nefese… (Sayfa 16)

Güzel bir betimleme yapmış, M. Ali İzmir. Fakat, maalesef, özülerek söylüyorum, 136 ile 150. sayfaların  arasında, altı sayfa eksiktir. Gözden mi kaçmış, baskı hatası mı? Anlayamadım. Gazeteci-yazar, Batman’lı hemşehrim M. Ali arkadaş, ikinci baskıda düzeltirse, eksiksiz çıkarırsa eğer çok sevinirim. Zira, o eksik sayfalarda neler yazılmış, merak ediyorum, Koçero hikayesine ziyadesiyle vakıf olmama karşın…

Asıl konuya döneyim… İsmail hocam, “Aşiret Ahlakının Temel Özelliği“, başlığı altında:

“Örneğin, bir göçebe çadırına gelen ve sığınan kimse kendi düşmanı, hatta düşman bir kabileden olsa dahi onu korumayı ve ona iyi niyet göstermeyi en büyük vazife sayar.” Diyor. (sayfa 247) Buna benzer nice (misafirperverdirler, sevgi, saygı, hoşgörü gösteriyorlar, sıcak bir dostlukları var vb.) nitelemelere muhtelif sayfalardan rastlamak mümkündür. Onlarla bütünleşmiş gibidir İsmail hocam. Hatta, göçebeler ile köylüler arasında taşlı sopalı ve daha sonra silahlı çatışmaya dönüşen bir olayı, darplanmayı göze alarak önlemeye çalışmış ve (Göçebe bir kadın, iki kişiyi yaralayarak intikamını almıştır) en nihayetinde başarı da sağlamıştır. (Sayfa 278-280)

İsmail Beşikci gibi bir bilim adamını anlatmak, yazmak çok zordur, bunun ayırtındayım. Bu beni aşar. Sadece, zevkle okuduğum ve keşke yirmi sene önce okusaydım, demekten kendimi alamadığım bu eserine biraz değinmek istedim, kitaptan bazı alıntıları örnek vererek.

Herkesin okuması gerektiğine inandığım harika bir araştırma kitabıdır bu…